10

"Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir".

Yetim Malı Yemek, Ateş Yemek Gibidir

Bil ki, Allahü Teâlâ haksız olarak yetim malını yeme konusundaki tehdit ve vaîdini tekid etmiştir. Bu âyetlerde, böyle yapan kimseye karşı yapılmış olan tehditler peşpeşe sıralanmıştır. Meselâ bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın, "Temizi murdarla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki büyük bir günahtır" (Nisa, 2); "Arkalarında âciz ve küçük evlatlar bıraktıktan takdirde, onlara karşı endişe edenler.." (Nisa, 9) âyetleridir. Bundan sonra Cenâb-ı Hak, bu âyeti yetimlerin mallarını yiyen kimseleri tehdid için, müstakil olarak zikretmiştir ki bütün bunlar, Allah'ın yetimlere olan rahmetidir. Çünkü yetimler, son derece âciz ve güçsüz olduklarından ötürü, Allah tarafından bu denli yardım ve ikrama müstehak olmuşlardır. Bu tehdid, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin genişliğine ve afvı ile fazlının çokluğuna ne kadar fazla delâlet etmektedir! Zira yetimler, güçsüzlükte had noktaya ulaşınca, Allah'ın onlara inayeti de had noktaya varmıştır.

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu âyet, yetim malının bazan haksız yere olmaksızın yenilebileceğine delâlet etmektedir. Eğer böyle olmasaydı, âyetin "zulüm (haksız olarak)" ifadesi ile tahsis edilmesinin bir manası olmazdı. Bu ise, daha önce de söylediğimiz gibi, muhtaç olan veli ve vasîlerin maruf bir şekilde yetimin malından yiyebilmeleridir.

İkinci Mesele

Hak teâlâ'nın "karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar" buyruğu ile ilgili iki görüş vardır:

Birinci görüş: Bu ifâde, zahiri (hakiki) manasına göre alınır. Süddî şöyle demiştir: "Bir insan, yetimin malını haksız olarak yediği zaman, kıyamet günü ağzından, kulaklarından ve gözlerinden cehennem ateşinin alevleri çıktığı halde diriltilir. Onu gören herkes, onun yetim malı yediğini anlar." Ebu Sa'îd el-Hudrî (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Miraca götürüldüğüm gece, dudakları deve dudakları gibi olan bir grup insan gördüm. Onlar için, dudaklarından tutan, sonra da ağızlarına ateşten bir kaya koyan kimseler vazifelendirilmişti. Bu kayalar, onların altlarından çıkıyordu. Bunun üzerine, "Ey Cebrail, bunlar kimler?" dediğimde, O: "Bunlar, yetimlerin mallarını baksız olarak yiyen kimselerdir" dedi"

İkinci görüş: Bu, mecazî bir ifâdedir. Bundan murad şudur: Yetim malı yemek, cehenneme götürmesi ve cehennemi gerektirmesi bakımından sanki ateşi yeme gibidir. Bazan biribirinin mülazımı (gereği) olan iki şeyden birinin ismi, diğerine verilebilir. Bu tıpkı, Allahü teâlâ'nın, "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür" (Şûra, 40) âyetinde olduğu gibidir. Kâdî, bu görüşün, birinciden daha evla olduğunu söylemiştir. Zira âyetteki, "Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar" ifâdesinde, bunların herbirine işaret vardır. Binâenaleyh bunu zikredilen mecazi manaya hamletmek daha evladır.

Âyetteki Te'kîd Üslubu

Birisi şöyle diyebilir: "Yeme, ancak karna olur. O halde, âyette, "karınlarına" denilmesinin faydası nedir?" Buna şu şekilde cevap verebiliriz: Bu, Allahü teâlâ'nın, "Onlar ağızlan ile, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı" (Âl-i İmran. 167) âyetinde olduğu gibidir. Halbuki söz, ancak ağızla söylenir. Yine Cenâb-ı Allah, "Fakat sinelerin içindeki kalpler kör olur" (Hacc, 46) buyurmuştur. Halbuki kalp, zaten sinede olu)'. Yine Cenâb-ı Hak, "İki kanadıyla uçan hiçbir kuş yok ki..." (Enam. 38) buyurmuştur. Halbuki uçma, zaten kanat ile olur. Bütün bunlardan maksat te'kîd ve kuvvetlice ifâde etmedir.

Dördüncü Mesele

Allahü teâlâ, âyette her nekadar yemeyi zikretmiş ise de, bundan maksat hertürlü yiyip bitirme ve harcamadır. Zira yetimin zararı, malının yenilmesi veya başka bir yolla bitirilmesi ile değişmez. Cenâb-ı Hak, âyette sadece yemeyi zikretmiş ve bununla, şu sebeplerden ötürü hertürlü bitirme yollarını kastetmiştir.

a) O zamanlar, yetimlerin malları genel olarak etleri yenilen ve sütleri içilen hayvanlardı. Binaenaleyh âyet, onların âdetine göre ifâde edilmiştir.

b) Malını, ister hayır ister şer olsun, her türlü yönde israf eden kimseler hakkında, "O, malını yedi" denilmesi âdettir.

c) Yeme, yapılan işlerde gözetilen en büyük gayedir.

Beşinci Mesele

Mu'tezile şöyle demektedir: "Âyet, ister müslüman olsun ister olmasın, bu işi yapan herkesin, tehdid edildiğini gösterir, zira Hak teâlâ'nın, "Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler..." sözü, herkese şamil olan umûmî bir ifâdedir. Bu da, iiâhî tehdidin kesin olduğuna delâlet etmektedir. Âyette, "Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir" buyruğu, onların tevbesiz olarak ölmeleri halinde, kesin olarak bu çılgın ateşe gireceklerini gösterir. Bunun cevabını, Bakara sûresinde enine boyuna zikretmiştik. Sonra biz, "Bu ilâhî tehdidin, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kâfirler zulmedenlerin taa kendileridir" (Bakara, 254) âyetinden dolayı, kâfirlere mahsus olduğu niçin söylenemesin?" diyoruz.

Sonra Mu'tezile şöyle der: "Bu tehdide, yetimin malından az bir şey yemenin dâhil olması caiz değildir. Çünkü ilâhî tehdid, bu yeme ile birlikte tevbenin, olmaması şartına bağlanmıştır Halbuki bu günahtan, daha büyük olacak bir taat yoktur. Durum böyle olunca, bu tehdîde dâhil olduğu kesin söylenen kimsenin, kendisinin büyük bir günah işleyip, buna tevbe etmeyen kimse olması gerekir. Bu sebeple hiç şüphesiz, yetimin malından ne kadar yenilirse, ona çok denileceğinin araştırılması gerekir. Buna göre Ebu Ali el-Cübbaî bu miktarın beş dirhem olduğunu söylemiştir. Zira bu miktar, zekâtı vermeyen kimseler hakkındaki "kenz âyeti" (Tevbe, 34-35) âyetlerinde kendisine ilahî tehdidin terettüp ettiği miktardır." Kâdî'nin zikrettiği görüşün tamamı işte budur.

Kadî'ye şöyle denilebilir: "Sen şu iki sebepten dolayı âyetin umûmî ifâdesinin zahirine muhalefette bulundun:

a) Buraya tevbe etmeme şartını ilâve ettin.

b) Yine sen buraya, bu kimsenin bütûğa ermemesi kaydını ekledin. Bu ilâveler caiz olunca, bizim bu konuya affetmeme şartını ilâve etmemiz niye caiz olmasın?" Bu konuda söylenebilecek en son söz şudur: Biz, affın bulunduğuna delâlet eden bir delil bulamadık.. Ancak, ne var ki bunu da şu iki yönden cevaplayabiliriz:

1- Biz, affın delillerinin bulunmadığını kabul etmiyoruz; bilâkis Bakara sûresinde de açıkladığımız gibi, bu deliller pek çoktur.

2- Farzedelim ki siz bu delilleri bulamadınız. Fakat delilleri bulamamak, cnların olmadığı hususunda kesinlik ifâde etmez, bilâkis, bulunma ihtimali söz konusu olur. O takdirde de bu âyete tutunma, kesinlik ve katiyyet ifâde etme dâiresinden çıkar. Allah en iyi bilendir.

Altıncı Mesele

Allahü teâlâ, zekâtını vermeyenler hakkında, bedenlerinin dağlanacağı tehdidini zikrederek, 'Ogün bunlar, üzerlerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak" (Tevbe, 35) buyurmuştur. Allahü Teâlâ, yetim malını yiyen kimse için de, karnının ateşle doldurulacağı tehdidinde bulunmuştur. Şüphe yok ki bu tehdid daha şiddetlidir. Bunun sebebi şudur: Zekat mevzuunda, fakir kimse nisab miktarı mala mâlik değildir. Aksine mâlik ve zengin olanın, malından belli bir miktara o fakiri mâlik kılması gerekmektedir. Yetimin malını yeme meselesine gelince, yetim bu mala sahip ve mâliktir. Bundan dolayı velînin, yetime malını vermemesi daha çirkin bir fiildir. Binâenaleyh bu husustaki tehdid, daha şiddetli olmuştur. Bir de fakir bazan büyük olur ve bu sebeple de mal kazanabilir. Yetim ise, küçüklüğü ve güçsüzlüğünden dolayı âcizdir. Bundan dolayı yetimin malını telef edip bitirme hususundaki va'îd daha şiddetli olmuştur.

Sonra Hak teâlâ, "Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir" buyurmuştur. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âsım'ın râvisi Ebu Bekir ile İbn Âmir, âyeti meçhul sîgasında, yâ harfinin zammesi ile şekünde okumuşlardır ki bu:"Onlar, cehenneme girdirileceklerdir" manasındadır. Diğer kıraat imamları ise yâ harfinin fethasıyla okumuşlardır. Ebu Zeyd, bu kelimenin "Adam ateşe girdi, giriyor, girmek " "O, ateşe giricidir"; "Giren kavim" şeklinde kullanıldığını söylemiştir. Hak teâlâ da, "Cehenneme girecek olan kimse müstesna" (sâffat, 163); "Ona girip (yanmaya) daha lâyık olanlar" (Meryem, 70) ve "Cehenneme onlar girecekler" (Sâd, 56) buyurmuştur. Ferrâ şöyle demiştir: yakacağın ismidir. Buna da denir. Bu kelimeyi sâd harfinin kesresi ile okuduğunda şeklinde uzatırsın; fetha ile okuduğunda ise uzatmadan (......) şeklinde okursun. Fiildeki yâ harfini zamme ile okuyanlar, onu Arapların "Allah onu, ateşin sıcağına iyice soktu" tabirinden almışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Biz, onu ateşe sokacağız" (Nisa, 30) ve "Onu cehenneme sokacağım" (Müddessir. 26) buyurmuştur. Keşşaf sahibi, bu fiilin, yâ harfinin zammesi ile ve İâmı şeddesiz okuyarak, şeklinde ve yine yânın zammesi, lâm'ın şeddesi ile (......) şeklinde okunduğunu söylemiştir.

İkinci Mesele

(......) yanan ateş demektir. Nitekim bu manada, "Ateşi yaktım, onu iyice tutuşturdum " "O iyice tutuşmuştur ve iyice yanandır" denilir. (......) kelimesi kelimesinden dönmedir. Nitekim "kınalı el” Nitekim tabiri de ifâdesinden dönmedir. Cenâb-ı Hak, bu kelimeyi şeklinde nekire olarak getirmiştir. Zira bundan murad, şiddetinin derecesini Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği bir ateş olduğunu göstermektir.

Üçüncü Mesele

Rivayet olunduğuna göre bu âyet nazil olunca, ifâde etliği hüküm insanlara ağır geldi ve bundan dolayı Müslümanlar yetimlerle birlikte yaşamaktan tamamen uzaklaştılar. Bu durum yetimlere zor geldi. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın, "Şayet kendileriyle birarada yaşarsanız, onlar sizin kardeşinizdif..." (Bakara, 220) âyeti nazil oldu. Bazı cahiller, bu âyetin o âyetle mensûh olduğunu söylemişlerdir ki bu, gerçekten uzak bir görüştür. Çünkü bu âyet, insanları yetimlere zulmetmekten men etme konusundadır. Binâenaleyh bu mensûh olamaz. Aksine bundan maksat, yetimlerin mallarını (kendi mallarına katmak) eğer zulüm yoluyla olur ise, bunun en büyük günahlardan biri olduğunu bildirmektir. Nitekim bu âyette de böyledir. Eğer bu katma işi, terbiye etme ve iyilikte bulunma yoluyla olursa, bu da en büyük iyiliklerden biri olmuş olur. Nitekim bu hususta, "Şayet kendileriyle birarada yaşarsanız, onlar sizin kardeşinizdir..." (Bakara, 220) âyetinde ifâde edilmiştir. Allah en iyi bilendir.

Varislerin Miras Payları

10 ﴿