22

'Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce geçenler müstesna... Şüphe yok ki o bir hayasızlık, (Allah'ın) hışmına (bir sebep) ve kötü bir yoldur ".

Bu âyetle ilgili meseleler vardır:

Birinci Mesele

İbn Abbas (radıyallahü anh) ve müfessirlerin ekserisi şöyle demişlerdir: "Câhiliyye devri insanları, babalarının hanımları ile evlenirlerdi. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu âyetle onları bu işten nehyetti."

Nikahın Cinsi Münasebet Olduğu Şeklindeki İzah

Ebu Hanife (r.h) "Bir kimsenin, babasının zina ettiği bir kadınla evlenmesi haramdır" derken, Şafiî (r.h) ise, "haram değildir" demiştir. Ebu Hanife bu âyetle istidlal ederek şöyle demektedir: "Çünkü Allahü teâlâ insanı, babasının nikahladığı bir kadını nikâhlamaktan nehyetmiştir. Nikâh, cinsî münasebetten ibarettir. Binâenaleyh bu âyet, insanı, babasının cinsî münasebette bulunduğu kadını nikâhlamaktan nehyetmiştir. Biz, şu sebeplerden dolayı nikâhın cinsi münasebette bulunmaktan ibaret olduğunu söyledik:

1- Cenâb-ı Hak, "Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa ondan sonra kadın, kendinden başka bir kocayı nikâhlamadıkça ona helâl olmaz" (Bakara, 230) buyurmuş, böylece bu nikâhı karıya nisbet etmiştir. Halbuki karıya nisbet edilen nikâh akid değil cinsî münasebette bulunmaktır. Çünkü insanın, bizzat kendi zevcesiyle evlenmesi mümkün değildir. Çünkü hâsıl-ı tahsil imkânsızdır. Bir de, bu âyette nikâr ile kastedilen nikah akdi olsaydı, o zaman sırf akid ile (üç talâk ile boşanan kadın ilk kocasına) helâl olması gerekirdi. Böyle olmadığına göre, biz bu âyette nikâhlar kastedilenin, nikâh akdi olmadığını anlamış oluruz. Böylece de bunun, "cinsi münasebet"te bulunmak olduğu açık bir biçimde ortaya çıkar. Çünkü, aralarında bir fark bulunduğunu hiç kimse söylememektedir.

2- Hak teâlâ, "Yetimleri nikâha erdikleri zamana kadar deneyin..." (Nisa. 6) buyurmuştur. Burada "nikâh" sözünden kastedilen, nikâh akdi değil cinsî münasebettir. Zira, "akîd" yapma ehliyeti devamlı olarak mevcuttur.

3- Cenâb-ı Hak, "zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz.." (Nûr, 3)buyurmuştur. Binaenaleyh, eğer buradaki "nikâh" sözünden maksad nikah akdî olsaydı, o zaman yalan söylenmiş olması gerekirdi.

4-Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Elininikahlayan (eliyle kendini tatmin eden) melundur" Keşfu'l-Hafâ, 1/325. buyurmuştur. Hazret-i Peygamber'in bu hadisindeki "nikâh" sözüyle, nikâh akdi değil, aksine cinsî münasebette bulunma, yani elle tatmin olma kastedilmiştir.

Bütün bu anlatılanlarla, "nikâh"ın cinsî münasebette bulunmaktan ibaret olduğu sabit olmuş olur. O zaman da Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğunun manasının, "Babalarınızın cinsî münasebette bulunduğu o kadınları nikahlamayın" şeklinde olması gerekir ki, bu durumda bu ifâdeye hem nikahladığı hem de zinada bulunduğu kadınlar dahil olmuş olur." Nikâh lâfzı, cinsî münasebette bulunmak manasına geldiği gibi, akid yapmak manasına da gelir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "İçinizden bekarları evlendiriniz.." (Nûr, 32), "Sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan nikâh edin" (Nisa, 3) ve "Mü'min kadınları nikahlayıp da..." Hazret-i Peygamberde, "Ben nikâhtan dünyaya geldim; zinadan doğmadım" buyurmuşlardır. O halde, artık niçin nikâh lâfzını cinsî münasebette bulunmaya hamletmek, nikâh akdi yapmaya hamletmekten daha evlâ olur" denilebilsin?

Hanefîler, bu soruya şu üç şekilde cevap vermişlerdir:

a) Kerhî'nin şu görüşü: "Nikâh lâfzı, "cinsî münasebette bulunma" anlamında hakikat; "akid yapma" manasında ise mecaz ifâde eder. Zira, Arapça'da nikâh lafzı, "eklemek, ilâve etmekten ibarettir. Bu mâna ise akidde değil, cinsî münasebette söz konusudur. Böylece "nikâh" lâfzı, cinsî münasebette bulunmak manasında hakikat ifâde etmiş olur. Daha sonra akid yapmak, bu isimle, nikâh kelimesiyle adlandırılmıştır. Çünkü nikâh akdi, cinsî münasebette bulunmanın bir sebebi olunca, böylece müsebbebin ismi sebebe verilmiş olur. Bu tıpkı şuna benzer: "Akîka", doğarken çocuğun başında bulunan saçlara verilen bir isimdir. Daha sonra, bu saçlar tıraş edilirken, kesilen koyun da "akîka" diye isimlendirilmiştir. İşte burada da böyledir." Bil ki, Kerhî'nin görüşüne göre tek bir lâfzı, aynı mana kastedilerek, hem hakîkî hem de mecazî manada kullanmak caiz değildir. Binaenaleyh, hiç şüphesiz Kerhî, bu âyetten anlaşılanın "cinsi münasebette bulunma"nın hükmü olduğunu, akdin hükmünün ise bu âyetten anlaşılmadığını; aksine başka bir yoldan ve başka bir delilden elde edildiğini söylüyordu.

b) Bazı alimler, müşterek bir lâfzın, iki mâna hakkında birden kullanılabileceğini söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar şöyle demektedirler: Zikredilen âyetler, nikâh lâfzının, hem cinsî münasebette bulunmak, hem de nikâh akdi yapmak manasında beraberce kullanıldığına delâlet etmektedir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin" buyruğu nikâh lâfzını, ifâde ettiği her iki manaya da hamledebilmek için, hem cinsî münasebette bulunmaktan, hem de nikâh akdi yapmaktan bir nehy olmuş olur,

c) Bu, "Müşterek lâfzın, ifâde ettiği her iki mâna hakkında da kullanılması caiz değildir" diyenlerin görüşüdür. Onlar sözlerini şu şekilde sürdürmüşlerdir: Zikredilen deliller ile nikâh lâfzının, Kur'ân-ı Kerim'de bazan "cinsî münasebette bulunmak", bazan da "nikâh akdi yapmak" manasında kullanılmış olduğu ortaya çıkar. Bu lâfzın hem müşterek bir lâfız, hem de mecaz olduğunu söylemek ise, aslolanın hilâfınadır. Binaenaleyh bu kelimeyi, müştereklik ve mecaz manası bertaraf olsun diye, müştereklikle mecaz arasında ortak olan bir noktada hakikat kabul etmek gerekir ki, işte bu nokta da eklemek, katmak, ilâve etmek manasıdır. Durum böyle olunca, Cenâb-ı Hakk'ın, "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin" buyruğu, bu iki kısım arasında müşterek olan bu "eklemek, katmak" manasından bir neyh olmuş olur. İki kısım arasında müşterek bir manadan nehyetmek ise, hiç şüphesiz, o iki kısmın her birinden bir nehy olmuş olur. Zira evlendirmekten nehyetmek, hem nikâh akdinden, hem de cinsî münasebette bulunmaktan beraberce nehyetmek olur. Bu sorunun açıklanması hususunda söylenilmesi mümkün olanların tamamı bundan ibarettir.

"Nikâh Cinsî Münasebet Değil, Yapılan Akiddir" İzahı

Hanefîlerin bu görüşüne şu şekillerde cevap verilebilir:

1- Biz, nikâh kelimesinin, cinsî münasebette bulunmak anlamına geldiğini kabul etmiyoruz. Hanefilerin, bu konuda tutunmuş oldukları bütün deliller şu şeylerle çelişmektedir:

a) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Nikâh benim sünnetimdir" İbn Mace, Nikah, 1 (1/592). buyurmuştur. Şüphe yok ki, cinsî münasebette bulunmak, cinsî münasebette bulunmak itibariyle, O'nun bir sünneti değildir. Aksi halde, zina yoluyla cinsî münasebette bulunmanın da Hazret-i Peygamberin bir sünneti olması gerekirdi. Nikâhın bir sünnet olduğu, cinsî münasebette bulunmanın ise bir sünnet olmadığı sabit olunca, nikâhın cinsî münasebette bulunmaktan ibaret olmadığı sabit olmuş olur. Hazret-i Peyamber'in, "Evleniniz, çoğahnız.." Keşfu'l-Hafâ, 1/318. emrine temessük etmek de böyledir. Eğer, cinsî münasebette bulunmak "nikâh" lafzıyla isimlendirilmiş olsaydı, bu mutlak manada cinsî münasebette bulunmak hususunda bir müsaade olmuş olurdu. Cenâb-ı Hakk'ın, "İçinizden bekârları evlendirin" (Nur, 32) ve "Sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan nikâh edin" (Nisa, 3) ifadeleriyle ihticâc etmek de böyledir.

"Deliller arasında bir çelişki meydana geldiğinde, tercih bizimledir" denilemez. Zira biz, cinsî münasebette bulunmanın hakîkî manada "nikâh" lafzıyla adlandırılmış olduğunu söylemiş olsaydık, o zaman delillerimize mecazın da girmiş olması gerekirdi. Mecaz ile tahsis etmek arasında her ne zaman bir tearuz meydana gelirse, tahsîsi tercih ve iltizâm etmek evlâ olur.

Çünkü biz şöyle diyoruz: "Nikâh lâfzının akid manasında kullanılabileceği görüşüne siz de yardımcı oluyorsunuz. Zira şayet biz, "nikâh lâfzı cinsî münasebette bulunmak manasında hakikat ifâde eder" dersek, o zaman zikretmiş olduğumuz âyetlerde tahsisin bulunması gerekir. Yine, içinde nikâh lâfzının geçmiş olduğu âyetlerde bu lâfzın akid manasında mecazî olarak kullanılmış olduğuna hükmetmek gerekir. Ama, bu âyetlerdeki nikâh lafzının cinsî münasebette bulunmak manasına geldiğini söylersek, o zaman tahsis etmiş olmamız gerekmez. Binâenaleyh, sizin hükmünüz, hem mecazın hem de tahsisin aynı anda bulunmasını; bizim hükmümüz ise sadece mecazı gerektirir. Bundan dolayı bizim görüşümüz daha evlâdır.

b) Nikâh lâfzının cinsî münasebette bulunmak manasında hakikat olmadığına delâlet eden delillerden birisi de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Ben nikâhtan dünyaya geldim, zinadan doğmadım" şeklindeki sözüdür. Böylece Hazret-i Peygamber, kendisinin zinadan değil de, nikâhtan dünyaya geldiğini beyân etmiştir. Bu ise, zinanın bir nikâh olmadığını; aksine onun sadece cinsi münasebette bulunmak olmasını gerektirir. Bu ise, cinsî münasebette bulunmanın bir nikah olmamasını iktizâ eder.

c) Bir kimse zinadan olan çocuklar hakkında, Onlar nikâh yoluyla meydana gelen çocuklar değillerdir" diye yemin etse, yemininde "hânis" olmaz (yemini doğru olmuş olurdu). Eğer cinsi münasebette bulunmak bir nikâh olmuş olsaydı, o zaman o kimsenin yemini yerinde olmuş olmazdı. İşte bu da, cinsî münasebette bulunmanın hakikî mânada olmak üzere "nikâh" lafzıyla isimlendirilmeyeceğine apaçık bir delildir.

2- Biz, cinsî münasebette bulunmanın "nikâh" lafzıyla adlandırılmış olduğunu kabul ediyoruz. Ama ne var ki, nikâh akdi yapmak da bu lâfızla adlandırılmıştır. O zaman daha niçin âyeti, sizin ileri sürmüş olduğunuz şeylere hamletmek, bizimkilere hamletmekten daha evlâ oluyor?

Kerhî'nin zikretmiş olduğu şeye gelince, bu son derece zayıf ve yetersizdir. Bunu iki şekilde izah edebiliriz:

Birinci şekil: Cinsî münasebette bulunmak, nikâh akdi yapmanın bir neticesi (müsebbebi)dir. Müsebbebin isminin, mecazî olarak sebep yerinde kullanılması uygun ve güzel olduğu gibi; sebebin isminin de, mecazî olarak, müsebbebe verilmesi yerinde ve güzeldir. Nikâh lâfzının, cinsî münasebette bulunmanın bir ismi; sonra da bu ismin, cinsî münasebette bulunmanın sebebi olduğu için, nikâh akdi yapmaya ıtlak edilmiş olduğunun söylenmesi muhtemel olduğu gibi, aynı şekilde nikâh lafzının, nikâh akdi yapmanın bir ismi, sonra da bu ismin, -cinsî münasebette bulunmak nikâh akdinin bir neticesi olduğu için- cinsî münasebette bulunmaya ıtlak edilmiş olduğunun söylenmesi de muhtemeldir. O halde daha niçin, onlardan biri diğerinden evlâ olsun? (Böyle bir evleviyyetten bahsedilecekse), bizim zikretmiş olduğumuz ihtimal daha evlâdır. Zira sebebin müsebbebi gerektirmesi; müsebbebin muayyen sebebini istilzam etmesinden daha evlâdır. Çünkü bir hakikatin meydana gelebilmesi için, birçok sebebin bulunması imkânsız değildir. Meselâ bu, "mülk" lâfzı gibidir.. Zira bu mülkiyyet alışveriş, hibe, vasiyyet ve veraset yoluyla meydana gelmiş olabilir. Bir mülâzemetin bulunmasının, mecazın meydana gelebilmesinin şartı olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Böylece "nikâh" lâfzının, nikâh akdi yapmada hakikat; "cinsî münasebette bulunmak" manasında mecaz olduğuna hükmetmenin, aksini söylemekten daha evlâ olduğu ortaya çıkmış olur.

İkinci şekil: "Nikâh" lâfzı, şayet cinsî münasebette bulunmada hakikat; nikâh akdi yapmada mecaz olsaydı, -ki usûlü fıkıhta, bir lâfzın aynı anda hem hakîki hem de mecazî mânada kul lanı lamıyacağı hükmü yer almıştır- bu durumda âyetin, nikâh akdi yapma hükmüne delâlet etmemesi gerekir. Bunu her ne kadar Kerhî benimseyip ileri sürmüşse de, ancak ne var ki bu. kat'î delil ile bertaraf edilmiştir. Bu böyledir, çünkü müfessirler, bu âyetin nüzul sebebinin, cahiliyyedekilerin babalarının hanımlarıyla evlenmeleri olduğu hususunda icmâ etmişlerdir. Müslümanlar da, bu âyetin nüzul sebebinin bu âyetin hükmüne dahil olması gerektiği hususunda icmâ etmişler; daha doğrusu, bu sebeb-i nüzul dışındaki durumların bu âyetin hükmü altına girip girmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Sebeb-i nüzulün bu âyetin hükmüne dahil olmasına gelince, bu, ümmet arasında üzerinde icmâ edilen bir husustur. Müfessirlerin tcmâıyla, bu âyetin nüzul sebebinin, cima değil de akd-i nikâh olduğu; müslümanların icmâıyla da mutlaka sebeb-i nüzulün murad edilmesi gerektiği sabit olunca, böylece icmâ yoluyla, bu âyette nikâh akdinden nehyin murad edilmiş olduğu sabit olmuş olur. Buna göre Kerhî'nin görüşü bu kat'îdelilin zıddına ve hilâfına varid olmuş olur ki, bundan dolayı da kesin olarak bozuk olup, merdûddur.

Onların, "Biz nikâh lâfzını, her iki manasına da hamlederiz" şeklinde zikrettikleri hususa gelince, biz diyoruz ki: Bu da yanlış ve temelsizdir. Biz, fıkıh usûlünde bunun niçin yanlış olduğunu beyân etmiştik.

Üçüncü şekil: Bu konuda zikredilmiş görüşlerin en güzeli olmakla beraber o da zayıftır. Çünkü, cima esnasında söz konusu olan birleşme, bedenlerin birleşmesinden ve birbirine yapışmasından ibarettir. Nikâh akdinde meydana gelen birleşme ise, böyle değildir. Zira nikâh akdinde söz konusu olan îcâb ve kabul, kalıcı olmayan sözlerdirler. Binâenaleyh birleşme, karşılaşma ve birbirine yapışma mânaları bu sesler hakkında imkânsız olur. Hal böyle olunca da, cima ile akîd arasında bir mâna ortaklığı bulunmamaktadır ki, nikâh lâfzı onda hakikat ifâde eder denilsin. Bu bâtıl olunca geriye ancak "nikâh lâfzı, cima ile akîd arasında müşterektir; yine nikâh lâfzı, onlardan birinde hakikat ifâde etmektedir, diğerinde de mecaz..." denilmesi kalır ki, o zaman da söz daha önce zikredilmiş olan iki veçhe intikâl etmiş olur. İşte bu konuda söylenebilecek özet söz bundan ibarettir.

3- "Nikâh" kelimesinin "cima" manasına geldiğini kabul ettik.. Müfessirler lâfzının akıllı olmayan varlıklar hakkında hakikat ifâde ettiği hususunda icmâ ettikleri halde, siz niçin Cenâb-ı Hakk'ın ifâdesinden muradın, "nikahlanan" olduğunu söylediniz? Şayet bundan burada murad, "nikahlanan" (kadın) olmuş olsaydı, mecaz gerekirdi. Bu ise, aslın hilâfınadır. Daha doğrusu Arapça konuşanlar, ism-i mevsûlünün, kendisinden sonra gelen cümle ile birlikte, bir masdar takdirinde olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre âyetin takdiri, şeklinde olur. Buna göre bu ifâdeden murad, "Babalarınızın nikahı gibi bir nikâh yapmayınız. Çünkü atalarınızın nikahları velisiz ve şahidsiz, muvakkat (zamanla sınırlı) ve zorlama yoluyla idi" şeklinde bir nehiy olmuş olur. Binaenaleyh Hak teâlâ, bu âyet ile onları bu şekilde nikâh yapmaktan nehyetmiş oldu. Bu görüş, âyetin tefsiri sadedinde Muhammed İbn Cerîr et-Taberî'den nakledilmiştir.

4- Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğundan muradın, "Nikahlanan (kadın)" olduğunu kabul ettik. Buna göre kelâmın takdiri, şeklinde olur. Fakat, "babalarınızın nikahladığı kimseler" ifâdesi, başına "küllü" (bütün) ve "ba'zı" lâfızlarının gelmesi sahih olması ve binâenaleyh "sizler, babalarınızın nikahladığı kimselerin bütününü nikahlamayın" ve "Sizler, babalarınızın nikahladığı kimselerin bir kısmını (bazısını) nikahlamayın" denilebilmesinin sahih ve uygun olmasının da delâlet ettiği gibi, umûm ifâde etmesi bakımından sarih ve net değildir. Şayet bu umûmî hüküm ifâde etme bakımından sarih olsaydı, bunun başına "küllü" (bütün, hepsi) kelimesinin getirilmesi bir tekrar, bazı (bir kısmı) kelimesinin getirilmesi de bir noksanlık olurdu. Bunun böyle olmadığı ise malumdur. Böylece Hak teâlâ'nın, "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin" buyruğunun, umûmî bir hüküm ifâde etmediği sabit olmuş olur. Bu umûmî bir hüküm ifâde etmeyince, tartışma mevzuumuzu da ilgilendirmez.

"Bu, umûmî bir hüküm ifâde etmiyor ise, onu kısımlardan birisine hamletmek, diğer kısımlara hamletmekten daha evlâ olmaz. Çünkü o zaman bu ifâde, birşey anlaşılmayan mücmel bir söz olmuş olur. Aslolan ise, bunun böyle olmamasıdır" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Bunun umûmî bir hüküm ifâde etmemesi halinde, bir kısma hamledifmesinin diğer kısımlara hamledilmesinden daha evla olmayacağını kabul etmiyoruz. Bu böyledir. Zira müfessirler, bu âyetin sebeb-i nüzulünün, babaların hanımları ile evlenme olduğu hususunda icmâ etmişlerdir. Bundan dolayı âyetin hükmünü, bu kısma hamletmek daha evlâ olmuştur. Bu değerlendirmeye göre, âyetin mücmel olması ve tartışma mevzuu olan meseleyi ilgilendirmesi gerekmez.

5- Kabul edelim ki bu nehiy, tartışma mevzuu olan meseleyi içine alıyor. Fakat siz niçin "Bu âyet, haram oluşu ifâde ediyor" dediniz? Nehyin kısımlarından pek çoğu haramlığı değil aksine tenzîhi (mekruhu, sakındırmayı) ifâde etmiyor mu! O halde siz niçin, "muhakkak ki durum böyle değildir" dediniz? Bu konuda söylenecek son söz şudur: Bu, aslın hilâfına olan bir durumdur. Fakat bir delil, kendisine delâlet ettiği zaman, ona başvurmak gerekir. Biz inşaallah bu nikahın ne manaya geldiğinin delillerini zikredeceğiz.

6- Farzet ki sizin zikrettiğiniz şeyler, bu nikahın fesadına (bozukluğuna) delalet etsin. Fakat burada bu nikahın doğruluğuna da delâlet eden deliller bulunmaktadır. Bunlar da birkaç tanedir:

Birinci delil: Bu nikâh, akdolunmuştur (kıyılmıştır), binaenaleyh sahih olması gerekir. Bunun akdolunmuş bir nikah oluşunun açıklaması, onun, Ebu Hanife (r.h)'ye göre, bu âyetle nehyolunmuş olmasıdır. Onun mezhebine göre, birşeyden nehyetmek, haddizatında o şeyin mün'akid (akdolunmuş, önceden geçerli) olduğuna delâlet eder. Fâsid alış-veriş ve Kurban bayramının ifk günü tutulan oruç meselesinde, Ebu Hanife'nin mezhebinin benimsediği esas görüş budur. Binâenaleyh bu iki mukaddimenin toplamından, bu nikah'ın Ebu Hanife'nin benimsediği bu kaideye göre, mün'akid olması gerekir. Bu durumda böyle bir nikahın mün'akid olduğunu söylemek sabit olunca, onun sahih olduğunu da söylemek gerekmektedir. Çünkü bu iki durum arasında bir fark olduğunu söyleyen kimse yoktur. İşte bu açıklama, bu nikâhın sıhhati konusunda, onlara ilzam (kendi delilini onlara karşı kullanma) yoluyla yöneltilmiş güzel bir izahtır.

İkinci delil: Hak teâlâ'nın, "İman etmedikçe müşrik kadınları nikahlamayınız..." (Bakara, 221) âyetinin ifâde ettiği umûmî hüküm, müşrik kadınları nikahlamaktan nehyetmekte ve nehyi bir gayeye (bir zamana) kadar uzatmaktadır ki bu da o kadınların iman etmeleridir. Bir gayeye (müddete) kadar uzatılan hüküm, o gaye tahakkuk ettiği zaman sona erer. Bu sebeple onları nikahlamayı men eden hükmün, onlar iman edince sona ermesi gerekir. Bu yasaklama sona erince, onları nikahlamanın caiz olacağı hükmü ortaya çıkar. İşte bu da, mutlak manada o kadınları nikahlamanın caiz olmasını gerektirir. Şüphe yok ki bu umumîliğe, babanın zina yoluyla cinsî münasebette bulunduğu kadınlar ile diğer kadınlar dahildir. Bu konuda söylenecek son söz şudur:

Âyetin bu umûmî hükmünün bazı kısımlarına bir tahsis (sınırlama) girmiş olup tahsise maruz kalmayan sahada bu genel hüküm geçerli olmakta devam eder. Biz, aynı şekilde nikahla ilgili şu umûmî hükümlerin hepsi ile istidlal ederiz:

"İçinizden bekarları evlendirin" (Nur, 32), ve "Sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan nikâh edin" (Nisa, 3) âyetleri gibi.

Aynı şekilde "Onların dışındakiler ise size helâl kılındı' (Nisa. 24) âyetine de tutunuruz.

Bir kimse şöyle diyemez: "Bu âyetteki "Onların dışındakiler" ifâdesindeki zamir, (ism-i mevsul, yani ilgi zamiri), daha önce anılan kadınlara râcîdir. "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlar.." da, daha önce zikredilmiş olanlar cümlesindendir." Bu böyledir. Çünkü zamirin, daha önce zikredilenlerden kendisine en yakın olana râcî olması gerekir. Burada zamire en yakın olan da "Analarınız, kızlarınız... size haram edildi" (Nisa, 23) ifadesidir. Binâenaleyh "Onların dışındakiler ise size helâl kılındı" (Nisa, 24) buyruğu bununla alakalıdır ve buna "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlar.." dahil değildir. Biz, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Size, dinî hayatını beğendiğiniz kimseler gelirse, onu evlendiriniz" Tirmizi, Nikah, 3 (3/394); İbn Mâce, Nikah, 46 (1/633). ve "Kızlarınızı, kütüvleri (denkleri) ile evlendiriniz" Keşfu'l-Hafâ. 1/442; Câmiü's-Sağir. 2/28. hadislerinin ifâde ettikleri umûmî hükümlere de delîl olarak tutunuyoruz.

Bütün bu umûmî ifâdeler, tartışma konusu olan meseleyi içine alırlar.

Bil ki biz, "Usûl-ü'l-Fıkth"ta delillerin çokluğu sebebi ile tercih yapmanın caiz olduğunu beyân etmiştik. Durum böyle olunca diyoruz ki: Onların görüşüne uygun olarak "nikâh kelimesinin "cima" manasında hakîkat, nikah akdi manasında mecaz olmasının kabul edilmesi halinde, şayet âyeti "akid" anlamına hamledersek, tek bir mecaza başvurmuş oluruz. Âyeti nikahın haramlığı manasına hamletmemiz halinde de, bu birçok tahisi yapmış olmamız gerekir. Böy'ece tarafımızdan yapılan tercih, bu husustaki delillerin çokluğu sebebi ile olmuş olur.

Üçüncü delil, bu mesele hakkındaki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu meşhur hadisidir. "Haram, helâli haram kılmaz' İbn Mâce, Nikah, 63 (1/649). Bu konuda (muhaliflerimizce) söylenebilecek son söz şudur: "Bir damla içki, bir bardak suya düşse, o zaman haram (içki) helâl olan o suyu haram kılmış olur. Yahut evli bir kadın (kocasının nikâhı altında olmayan) öteki kadınlarla karışıp da ayırdedilemezse, bu durumda da onların haramlığı, onu da haram hale getirir." Ancak biz şunu diyoruz: Bazı durumlarda bu (umumî) hükme tahsisin girmiş olması, onunla istidlal edilmesine mâni değildir.

Dördüncü delil, kıyas yoluyla şöyle dememizdir: Nikahın caiz oluşunu gerektiren illet mevcuttur. İcmâ'ya konu olan şey ile tartışmaya konu olan şey arasındaki fark açıktır. Binaenaleyh nikahın caiz olduğunu söylemek gerekir. Nikahın caiz olmasını gerektiren şey, bu kadının nikâhını üzerinde ittifak edilen şartlar bulunduğu zaman, diğer kadınların nikahına kıyas etmektir. Diğer kadınların evlenmelerinde faydalar varsa, bu kadının evlenmesinde de vardır. Aradaki fark ise şudur: Şeriat, nikah sebebiyle meydana gelmiş olan bağı devam ettirmek amacı ile bu haramlığı (yani babanın karısının oğula haram olduğuna) hükmetmiştir. Malumdur ki zina böyle bir mahremiyet meydana getirmeye lâyık değildir.

Birinci makamın açıklaması: Bir kimse bir kadın ile evlense, eğer o gelinin yanına kayın pederi veya üvey oğlu, kocanın yanına da kayınvalidesi ve karısından taraf üvey kızı girmezse bu durumda kadın, evde hapsedilmiş bir insan durumunda olur ve karı ile koca evlilikteki birçok menfaattan istifâde edemezler. Eğer biz bu girişe izin verir de onun haramlığına hükmetmez isek, bazan olur ki onların gözü birbirlerine kayar da, aralarında bir meyil ve istek meydana gelebilir. Şayet koca kayınvalidesi veya üvey kızı ile evlenirse, karısı ile annesi veya karısı ile kızı arasında şiddetli bir nefret meydana gelir. Çünkü akrabalardan gelecek olan eziyyet, tesir bakımından daha kuvvetli, elem ve acılar bakımından daha şiddetlidir. Aralarında şiddetli bir nefretin hasıl olması sebebi ile de talak ve ayrılık meydana gelir. Fakat kayınvalide ve üvey kızla evlenme yasaklanırsa, mahremiyet hükmü verilirse, bütün arzu ve ümitler kesilir, şehvet zabt-u rabt altına alınmış olur. Böylece de bu zararlar meydana gelmez. Binâenaleyh karı ile koca arasındaki nikah, böylesi bozukluklardan uzak ve salim olmuş olur. Bu anlattıklarımız ile, şeriatın bu mahremiyete hükmetmesindeki maksadın, karı-koca arasında meydana gelen bağı sağlamlaştırmaya çalışmak olduğu ortaya çıkar. Şeriatın bunun haramlığına hükmetmesindeki maksad, bu bağı devam ettirmek olup, nikah sırasında meydana gelen bu münasebetin devamının matlub olduğu da malum olunca, şeriatın, bu mahremiyetin mevcudiyetine hükmetmesinin de münasib ve yerinde olduğu anlaşılır. Buna karşılık zina sırasında meydana gelen alaka ve bağın devamı arzulanmaz. Bundan dolayı da şeriatin, bu durumda böyle bir mahremiyeti kabul etmesi münasip olmamıştır.

Bu, iki durum arasındaki farkı son derece münasip ve makbul bir şekilde gösteren bir izahtır. Bu izah şekli, mesele hakkında İmam Muhammed İbn Hasan ile yaptığı münazara sırasında İmam Şafiî (r.h)'nin söylediği şu sözden (mülhemdir): "Bir cima var ki, sen onunla medholunursun. Bir cima da var ki, onun sebebi ile recm olunursun. Bu ikisi nasıl birbirine benzeyebilir?" Biz mesele hakkında şimdilik bu kadar sözle yetinelim.

Bil ki meseleyi böyle derinlemesine ele almamızın sebebi şudur: Ebu Bekir er-Razî (el Cessas), bu meseleyi eserlerinde uzun uzun sözkonusu yapmıştır. Fakat işi bu kadar uzatması, ancak dolaşık cümleler ve bozuk açıklamalarla sözü uzatması ile olmuştur. Sonra, iş İmam Şafiî hakkında konuşmaya gelince, edebte kusur etmiş, haddi aşmış, düşüncesizliğe dalmış, delillerini ortaya koyamamış ve hüccetlerini gösterememiştir. Üstelik kendi görüşünü destekleyecek hiçbir fayda ve hasımlarına hiçbir zarar veremeyecek olan saçma sapan sözlerle dolu birçok eserini yazdıktan sonra, kendi mezhebinde olanların ilimlerinin çok, onlara muhalefet edenlerin ilimlerinin ise az olduğunu ileri sürmek gibi şiddetli bir tenkid ve büyük bir böbürlenme ortaya koymuştur. Ener o ilim ehli olsaydı, kendi gürüşunü desteklemeye çalışmak için sarfettiği sözlerden dolayı pişman olup haline ağlar ve marifet ehlinden (bilenlerden), delilleri öğrenirdi. Her kim bizim ve onun kitabına bakar da insaflı davranırsa, şunu anlar ki: Biz ondan bir boncuk aldık, sonra bu boncuğu iyice netleştirip berrak hale koyarak bir inci haline getirdik. Sonra ona usûl kaidelerine dayanan ve fıkhın kurallarına uygun olan güzel cevaplar verdik. Biz, Allahü teâlâ'dan hüsn-ü hatime (güzel son) ve tevfiki ile yardımının devamını niyaz ederiz.

Üvey Anneleriyle Daha Önce Nikahlanmış Olanlar Nikahlarını Bozmazlar

Müfessirter, ayetteki "Ancak daha önce geçenler müstesna.. ' istisnası hakkında birkaç izah şekli zikretmişlerdir: 1- En güzel izah şekli, "Hallül-Akd" kitabının müellifi es-Seyyîd'in şu izahıdır: "Bu, mana yoluyla yapılmış bir istisnadır. Çünkü "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce geçenler müstesna.." âyeti, tahrîm âyetinden (Nisa, 23) 'den önce nazil olmuştur. Binâenaleyh daha önce olanlar affolunmuştur."

2-Keşşaf sahibi şöyle demiştir: Buradaki istisna, şâirin Onların, kılıçlarının... olmasından başka bir ayıpları yoktur" sözündeki "kılıçlarının., olmasından başka..." kısmının istisna edilişine benzer. Yani, "Daha önce geçenleri nikahlamanız mümkün olursa onları nikahlayınız. Çünkü size, ondan başkası helât olmaz" demektir. Bu mana mümkün değildir. Çünkü âyetten maksad, bu tür nikahı haram kılıp, onun mübahlığına götürecek bütün yolları kapama hususunda bir te'kîd ve mübalağadır. Nitekim, (bir şeyin imkansızlığını göstermek için)"Zift, beyaz oluncaya kadar" "Deve, iğne deliğinden geçinceye kadar.." gibi tabirler kullanılır.

3- Bu, bir istisnâ-i munkatî'dır. Çünkü maziyi muzâriden müstesna kılmak caiz değildir. Buna göre mana şöyle olur: "Fakat daha önce geçen yok mu, muhakkak ki Allah onu atfetmiştir."

4- Bu âyetteki (......) kelimesi, "sonra" manasınadır. Bu Cenâb-ı Hakk'ın (Duhan, 56) âyetinde olduğu gibidir. Bu, "Onlar âhirette, birinci ölümden sonra (başka) ölüm tatmayacaklardır" manasındadır.

5- Âlimlerden biri şöyle demiştir: Bunun manası, "Ancak daha önce geçenler müstesna. Çünkü siz bunu sürdürüyorsunuz" şeklindedir. Bunlar şöyle demişlerdir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu durumda olanları nikahlan üzere tutmuş, daha sonra onlardan boşanmalarını emretmiştir. Hazret-i Peygamber bunu, onları bu kötü adetten tedricen kurtarmak için yapmıştır. Bunun yanlış olduğu da söylendi. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu durumdaki hiç kimseyi, câhiliyye döneminden kalmış olsa bile, babasının hanımı ile nikahlı bırakmamıştır. Berâ (radıyallahü anh)'nın rivayet ettiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebu Bürde (radıyallahü anh)'yi, babasının hanımı ile evlenmiş bir adamı öldürüp malını alması için yollamıştı.

Dördüncü Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesindeki zamir neye râcidir? Bu hususta şu iki izah yapılmıştır:

a) Bu, nehyedilmeden önceki nikâh mefhumuna râcidir. Allahü Teâlâ, onlara haram kılmış olduğu bu şeyin, onların gönüllerinde çirkin kabul edilip, onlarca da bu işin gazabı gerektirecek bir şey olduğunu bildirmiştir. Araplar, bir kimsenin, babasının hanımından olan çocuğuna (gazaba uğramış) diyorlardı. Bu böyledir, zira babanın hanımı, anneye benzer. Anneleri nikahlamak ise, Araplarca en çirkin fiillerdendir. Binâenaleyh bu nikah, böyle olan bir şeye benzeyince, Araplarca da çirkin görülen bir husus olmuştur. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, bu nikâhın devamlı olarak çirkin ve de daima gazab sebebi olduğunu beyân etmiştir.

b) Bu zamir, nehyedildikten sonra yapılmış olan nikâh mefhumuna râcidir. Böylece Allahü Teâlâ bu nikâhın, İslâmî dönemde bir hayasızlık ve Allah'ın hışmına bir sebep olduğunu beyân buyurmuştur. Hak teâlâ, bu işin kendi hükmünde ve ilminde böyle vasfedilmiş olduğunu beyân etmek için de buyurmuştur.

Beşinci Mesele

Allahü teâlâ bu nikâh hadisesini şu üç şeyle tavsif ederek nitelemiştir:

a) Bu, bir hayasızlıktır. Cenâb-ı Hak bu nikâhı bir "hayasızlık" diye vasfetmiştir, zira biz babanın hanımının anne demek olduğunu beyân etmiştik. Binâenaleyh, onunla cima yapmak en büyük hayasızlık olmuş olur.

b) Bunun, Allah'ın hışmına bir sebep olmasıdır. Bu ise, sahibinin irtikâb etmiş olduğu çirkin bir fiil sebebiyle meydana gelen bir ilgisizliğe ve aldırışsızlığa mukabil yapılan bir buğzdan ibarettir. Kul hakkındaki bu buğzun Allah'tan olması, o kulun son derece rezîl rüsvay edildiğine, hüsrana uğratıldığına delâlet eder.

c) Hak teâlâ'nın, "Ve, ne kötü bir yoldur!" ifadesidir. Leys, şöyle demektedir: fiili, lâzım bir fiil olup, faili ise, gizli zamirdir. (......) kelimesi ise, failin bir tefsiri ve temyizi olmak üzere mansubtur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Onlar ne güzel arkadaştırlar!" (Nisa, 69) buyurmuştur.

Bil ki "kubh" (çirkinlik)un mertebeleri üçtür:

1- Aklen kabîh olan,

2- Şer'an kabîh olan,

3- Örf cihetiyle kabîh olan..

Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın "Şüphe yok ki o, bir hayasızlıktır" buyruğu, bu nikâh türünün aklen kabîh, O'nun "(Allah'ın) hışmına (birsebep)" ifâdesi, bunun şer'an kabîh ve Onun "Ne kötü bir yoldur!" buyruğu da bunun örf ve adetçe kabîh olduğuna işarettir. Bir şey hakkında her ne zaman bütün bu nitelikler bir araya gelirse, muhakkak ki o şey kabîhliğin son haddine varmış demektir. Allah en iyi bilendir.

Kadınlarla İlgili Altıncı Hüküm

22 ﴿