23"Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız (la evlenmeniz) size haram edildi. Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz, (onlarla evlenmenizde) size bir günah yoktur. Yine, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın kanlarıyla (evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (aynı şekilde haram edildi). Ancak, daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir". Nikâh Kıyılması Haram Olan Ondört Sınıf İnsan Bil ki Allahü Teâlâ ondört sınıf kadının haram olduğunu, bu âyet-i kerimeyle beyân etmiştir: Bunlardan yedisi neseb cihetinden haram olup şunlardır: Anneler, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşin kızları ve kız kardeşin kızları.. Diğer yedisi ise, neseb cihetinden değildir. Bunlar süt anneler, süt kız kardeşler, karıların anaları, zifafa girmiş oldukları karılarının başka kocadan olan kızları, oğulların ve babaların hanımları -Ancak ne var ki, oğulların hanımlarının haram oluşu burada, babaların hanımlarının haram oluşu bir önceki âyette zikredilmiştir- ve iki kız kardeşi aynı anda nikâhı altında bulundurmak.. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Kerhî, bu âyetin mücmel olduğu kanaatine vararak şöyle demektedir: "Bu âyette, haram kılma işi annelere, kızlara.. nisbet edilmiştir. Hararnlığın zâtlara nisbet edilmesisızdır. Bunun ancak fiillere nisbet edilmesi mümkündür.Bu fiil ise, zikredilmemiştir. Binâenaleyh bu haramlığın anneler, kızlar., hakkında düşünülemeyen bazı fiillere nisbet edilmesi, bazılarına nisbet edilmemesinden evlâ değildir. Binâenaleyh âyet işte bu bakımdan mücmeldir." Kerhî'nin bu görüşüne şu iki bakımdan cevap verebiliriz: a) Hak teâlâ'nın "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin" (Nisa.22 ifâdesinin daha önce zikredilmiş olması, O'nun "Size analarınız... haram kilindi (Nisa. 23) ifâdesinden kastedilenin, onların nikâhlarının haram kılınmış olduğuna delâlet eder. b) Bundan muradın, onları nikahlamanın haram olduğu, Hazret-i Muhammed'in getirmiş olduğu dinden zarurî olarak bilinen bir husustur. Bu hususta temel kaide şudur: Haramlık ve helâllik, zâtlara nisbet edildiklerinde bundan örfte onlardan matlub olan fiillerin haramtığı kastedilir. Buna göre meselâ. "Size leş ve kan haram kılındı.." (Maide, 3) denildiğinde herkes bundan muradın onları yemenin haram kılınmış olduğunu anlar. Yine, "Analarına, kızlarınız., size haram kılındı" denildiğinde de, herkes bundan murad onlarla evlenmenin haram olduğudur. (Zira örfe göre o hayvanların etlerini yemek, kadınları ise nikahlamak fiilleri sözkonusudur.) Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Müslüman bir kimsenin kanı, ancak üç sebepten biri için helâl olur" Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme. 25, 26 (3/1302). buyurunca, herkes bundan müslüman bir kimsenin kanım akıtmanın haram olduğunu anlar. Bu şeyler zarurî olarak bilinen birer husus olunca. bu hususta birtakım şüpheler izhâr etmek, bedihî olan şeyleri ta'n etme yerine geçer ve böylece bu sofistliğe benzer bir hâl olur. Bu sebeple de son derece yanlış ve bozuk bir durum ortaya çıkar. Allah en iyi bilendir. Evet, bana göre bu hususta daha başka bazı yönlerden de işi ele almak gerekir 1- Hak teâlâ'nın, buyruğu faili zikredilmeyen (meçhul) bir fiildir. Binâenaleyh burada, bu nikâhı haram kılanın Allah olduğu hususunda açık bir izah bulunmamaktadır. Bu belli olmayınca, âyet başka bir şey ifâde etmez. Bu, ancak icmâ ile bilinebilir. Binâenaleyh bu âyet tek başına herhangi bir hüküm ifâde etmeyip, bununla beraber bunun böyle olduğu hususunda icmâ edilmiş olması gerekir. 2- Hak teâlâ'nın "Size... haram kılındı" buyruğu, bu haramlığın ebedi olduğu hususunda bir nass değildir. Zira, âyette bahsedilen bu miktar haramlığın, hem ebedî haramlığa hem d.e geçici olarak haramlığa taksim edilmesi mümkündür. Buna göre, Cenâb-ı Hak sanki bazan, "Anneleriniz, kızlarınız... size sadece falan vakte kadar haram kılınmıştır"; bazan da "Anneleriniz, kızlarınız., size ebedî olarak haram kılınmıştır" demiş olur. Âyette zikredilen miktar haramlık bu İki kısma taksim edilmeye elverişli olunca, bu miktar bu haramlığın ebedî olduğu hususunda bir nass olmaz. Binâenaleyh, ebedî haram kılınış, âyetin zahirinden değil, aksine ayrı bir delilden elde edilmiş ve anlaşılmış olur. 3-Hak teâlâ'nın, "Analarınız... size haram edildi" buyruğu şifahî bir hitaptır. Binâenaleyh bu, orada bulunan kimselere tahsis edilmiş olur. Böylece bu haram kılınışın herkes hakkında olması, ancak ayrı bir delilden anlaşılabilir. 4- Cenâb-ı Hakk'ın, bu haram kılınışın, geçmiş zamanda olduğunu haber veren bir ifâdedir. Binâenaleyh bu ifâdenin zahiri, şimdiki ve gelecek zamanlan içine almaz. Bu da, ancak ayrı bir delil ile bilinebilir. 5- Hak teâlâ'nın, buyruğunun zahiri, Cenâb-ı Hakk'ın, herkese bütün anne ve kızları haram kılmış olmasını gerektirir. Halbuki, bunun böyle olmadığı malumdur. Bilâkis bundan maksad, Allahü teâlâ'nın "cem'i cem' ile mukabele etmesi"dir. Binâenaleyh bu da, ferdin ferd ile mukabele edilmesini gerektirir. İşte bu da Allahü teâlâ'nın, herkese kendi annesiyle kendi kızını haram kılmış olmasını iktizâ eder. Bu açıklamada da, âyetin zahirinden bir nevi ayrılma söz konusudur. 6- Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğunun zahiri, bu haramlıktan önce bir helâlliğin bulunmasını gerektirir. Çünkü, eğer bu devamlı olarak haram diye vasfedilmiş olsaydı, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın "haram kılındı" ifâdesi, zâten haram olan bir şeyi haram kılmış olurdu. Böylece bu, mevcut olan bir şeyi icâd etme olurdu ki, bu da imkânsızdır..Binâenaleyh, Hak teâlâ'nın "haram kılındı" ifâdesinden maksadın, bu haramlığı yeniden haram kılma olmadığı kesinleşmiş olur; böylece zikredilmiş olan müşkil ortaya çıkmaz.. Bilakis bu ifâdeden maksat, bu haram kılmanın meydana geldiğini bildirmektir. İşte bütün bu yaptığımız izahlar ile, âyetin zahirinin tek başına, gayenin elde edilmesi hususunda yeterli olmadığı ortaya çıkmış olur. Allah en iyisini bilendir. Ana ve Kızla Evlenmenin Mahzuru Bil ki, annelerin ve kızların haram oluşu, Hazret-i Adem devrinden bu zamana kadar var olan bir şeydir. İlâhi dinlerin hiçbirinde, bunlarla evlenmenin helâl olduğu hükmü bulunmamaktadır. Sadece, Mecusîlerin peygamberi olan Zerdüşt, bunların nikâhının helâl olduğuna hükmetmiştir. Ancak ne var ki müslümanların ekserisi, onun yalancı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Kız kardeşlerle evlenmeye gelince; bunun Hazret-i Adem zamanında mubah olduğu nakledilmiştir. Allahü teâlâ, zaruret sebebiyle bu evliliği mubah kılmıştı. Bazı âlimlerin bunu kabul etmeyerek şöyle dediklerini de biliyorum: "Allahü teâlâ, Hazret-i Adem'in oğulları evlensinler diye cennetten huriler gönderiyordu." Bu görüş akıldan uzaktır. Çünkü Hazret-i Adem'in oğullarının hanımları ile kızlarının kocaları cennetliklerden olursa, bu durumda bu nesil sadece Hazret-i Adem'in çocuklarının nesli olmaz. Halbuki bu, icmâ ile bâtıldır. Âlimler, bu haram otusun sebebini şu şekilde açıklamışlardır: Cinsî münasebette bulunmak kadını zelil kılıp, onu hakîr bur duruma düşürmektir. Çünkü insan, bunu söylemekten bile haya öder. Bu işi ancak, hiç kimsenin bulunmadığı uygun yerlerde yapar. Sövmenin pekçok çeşidi de ancak, bu fiili ifâde eden kelimelerin söylenmesiyle olur. Durum böyle olunca, annelerin bundan korunması gerekir. Çünkü annenin çocuğuna olan lütuf ve in'âmı, in'âm ve ihsan çeşitlerinin en büyüğüdür. Binâenaleyh annenin, bu tür bir zelil kılmadan korunmuş ve mâsun olması gerekir. Kız da, insanın bir parçası ve kısmı mesabesindedir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Fatıma, benden bir parçadır" Buhâri, Fezâllü's-Sahâbe, 12, 16; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 93, 94 (4/1902-1903). buyurmuştur. Binaenaleyh, onun da böyle bir zelîl kılmadan korunmuş olması gerekir. Çünkü, insanın kendi kızıyla cinsî münasebette bulunması da onu zelîl, hor-hakîr kılması yerine geçer. Geriye kalanlar hakkındaki hüküm de böyledir. Allah en iyi bilendir. Biz şimdi konunun tafsilatına geçiyor ve şöyle diyoruz: Haram Kılınanların Nevileri 1- Anneler Haram kılınanların birinci nev'i annelerdir. Bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Vahidî (r.h) şöyle demektedir: (anneler) kelimesi, (......) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ise aslında (......) şeklindedir. Bu şekilde müfredinde bulunan hâ harfi düşürülmüştür. Nitekim şair: "Annem Handef, babam da İlyas'tır" demiştir. Bu kelime bazan, hâ harfi olmaksızın şeklinde cem' edilir. Bu kelime genel olarak, insanların dışındaki canlılar hakkında kullanılır. Nitekim (çoban) Ra'î şöyle demiştir: ve Muharrik kabilelerinin en asil dişi develeri, o yavruların analarıdır." (Veya, "O yavruların anaları, Münzir ve Muharrik kabilelerinin en asil dişi develeridir); onları dötleyen erkek develer ise, erkek ve damızlık develerin en kuvvetli olanlarıdır." İkinci Mesele İster kadın ister erkek vasıtalarla, gerek baban gerek anan tarafından -bir veya daha fazla batınla- doğurmak suretiyle nesebinin ulaştığı her kadın senin annendir. Sonra burada incelenecek bir husus bulunmaktadır ki, o da şudur: Ümm lâfzı, muhakkak ki aslî anneyi ifâde etme bakımından hakikattir. Ama bu kelime, nineleri ifâde etme hususunda ya hakikat olur veya mecaz olur. Eğer bu lâfız, aslî anneler ile nineler hakkında hakikat olursa, bu durumda bu lâfız, ya ilk vaz'olunduğu anda her ikisine mutabık olan bir lâfız olmuş olur veya müşterek olur. Eğer bu lâfız her ikisine de uygun bir lâfız olursa, -ki ben bununla ümm lâfzının, aslî anne ile diğer nineler arasında müşterek olan bir nokta mukabilinde vaz' edilmiş olduğunu kastediyorum, bu takdirde Cenâb-ı Hakk'ın, "Analarınız.. size haram kılındı" buyruğu, aslî anne ile, bütün ninelerin haram kılınması hususunda bir nass olur. Ama, ümm lâfzı aslî anne ile nineler hakkında müşterek olursa bu, iki şey arasında müşterek olan lâfzın, o ikisi hakkında aynı anda kullanılıp kullanılamıyacağı meselesine dayanır. Buna göre, bunu uygun gören kimse, burada bu lâfzı her iki manaya da hamleder. Bu durumda da, ninelerin nikâhının haram kılınışı nassa, âyete dayanmış olur. Bunun caiz olmadığını söyleyenlerin ise, bunu izah hususunda şu iki izah şekli bulunmaktadır: a) Şüphe yok ki ümm lafzıyla burada, aslî anneler kastedilmiştir. Binaenaleyh, aslî annelerin nikâhının haram oluşu, işte bu vecihten, bu âyetten anlaşılmış olur. Ama ninelerin nikâhının haram oluşu ise, bu husus bu âyetten anlaşılmayıp, aksine icmâ'dan elde edilmiştir. b) Allahü teâlâ bu âyeti, her seferinde bir başka manayı kastederek, iki defa irad etmiştir. Ama biz ümm lâfzının aslî anneyi ifâde etmede hakikat, nineleri ifâde etmede ise mecaz olduğunu söylersek, bu durumda tek bir lafzın aynı anda hem hakiki hem de mecazi manada kullanılamıyacağı sabit olur. O zaman da ümm lâfzının, aslî anne ile nineleri ifâdede hakikat olması halinde zikretmiş olduğumuz o iki izah şekli tekrar ortaya çıkar. Üçüncü Mesele Şafiî (r.h) şöyle demiştir: "Bir kimse annesiyle evlenip, onunla cinsî münasebette bulunduğunda, bu kimseye zina cezası tatbik edilir." Ebu Hanife (r.h) ise, "Gerekmez.." demiştir. Şafiî'nin delili şudur: "Burada bir nikâhın bulunup bulunmaması aynıdır.Binaenaleyh, bu cinsî münasebet sırf zina olur. Böylece de bu kimseye Hak teâlâ'nın "Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun" (Nur, 2) âyetinden dolayı zina cezasının uygulanması gerekir. Biz, bu nikâhın olmasının veya olmamasının bir farkı olmadığını söyledik. Zira Allahü teâlâ, "Analarınız., size harar kılındı" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın bu âyetten maksadının, anneler ile nikâhın haram kılınmış olduğu, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği dinden zarurî olarak anlaşılan bir husustur. Bu sabit olunca biz deriz ki: Mevcut olan, ancak "îcab" ve "kabul" sîgalandır. Binâenaleyh eğer bu nikah akdi meydana gelmiş olursa, bu durumda bunun ya hakîkaten meydana gelmiş olduğu veya şeriatın hükmüne göre meydana gelmiş olduğu söylenebilir. Birincisi batıldır. Çünkü "îcab" ve "kabul sığaları, birer sözdürler. Söz ise, devam etmeyen bir arazdır. Kabul ancak icabtar sonra bulunur. Halbuki mevcut (bulunan) ile ma'dûm (olmayan) arasında bir akdir bulunması imkansızdır. İkincisi de batıldır. Çünkü şeriat, bu âyette bu akdin kesir olarak bâtıl olduğunu beyân etmiştir. Bu akdin, şeriata göre kesin olarak bâtıl olması ile birlikte, daha nasıl bunun şer'ân meydana geldiğini söylemek mümkün olur? İşte böylece bu akdin bulunup bulunmamasının farksız olduğu sabit olmuş olur. Bu sabit olunca, diğer teferruat ve açıklamalar, geçen şekilde olur. 2- Kızlar Haram kılınanların ikinci nevi kızlardır. Bu hususta da iki mesele vardır: Kişinin Kızı İle Evlenmesinin Haramlığı Erkekler veya kadınlar yoluyla, bir veya birkaç derece. doğum sebebi ile nesebi sana ulaşan her dişi senin kızındır. Oğulun kızı, kızın kızı, hakîkî olarak mı, mecazî olarak mı onun kızı sayılır? Bu husustaki söz, anneler için söylediğimiz sözün aynısıdır. İkinci Mesele Şafiî (r.h) zina yoluyla doğan kız çocuğun, zina eden erkeğe haram olmayacağını söylerken, İmam Ebu Hanife, bunun haram olduğunu söylemiştir. Şafiî'nin delili şudur: Bu kız, onun kızı sayılmaz. Binâenaleyh bunun haram kılınmaması gerekir. Biz, şu sebeplerden ötürü bu kızın, onun kızı sayılamayacağına hükmettik: a) Ebu Hanife, bu kızın ya hakîkî manada onun kızı olduğunu söylemiş olması gerekir ki bu, o kızın o erkeğin menisinden (tohumundan) meydana gelmiş olmasıdır. veyahut da şeriatın bu nesebin sabit olduğuna hükmetmesine dayandırarak bunu söylemiş olması gerekir. Birincisi, Ebû Hanife'nin mezhebine göre hem "tarc" cihetinden, hem de "aks" cihetinden bâtıldır. Tard cihetinden bâtıl oluşu şöyledir; Bir kimse, bakire bir câriye satın alıp onunla münasebette bulunup, onu evinde tutarken, câriye bir çocuk doğursa, bu çocuğun o adamın menisinden olmuş olacağı malumdur. Fakat Ebu Hanife der ki: "Bu çocuğun nesebi ondan sabit olmaz, meğer ki kendisi onu ilhak edip nesebine katsın." Eğer sebep, o çocuğun adamın menisinden meydana gelmiş olması ise, bu sebep nesebin sabit olması hususunda o adamın "Bu, bendendir" deyip dememesine dayanmaz. Bunun "aks" yönünden bâtıl oluşu ise şöyledir: "Doğudan bir adam, batıdan bir kadınla evlenseler ve bir çocuk olsa, bu durumda Ebu Hanife, o çocuğun o adamın suyundan yaratılmış olmadığını kesin bildiği halde, çocuğun o adamın nesebinden olduğunu kabul eder. Böylece Ebu Hanife'nin görüşüne göre, bir çocuğun bir adamın menisinden yaratılmış olmasının, nesebin tesbitine bir sebep kılınmasının hem "tard", hem de "aks" yönünden bâtıl olduğu sabit olur. Fakat biz nesebin, ancak şeriatın hükmüne göre sabit olacağını söylersek, bu durumda bütün müslümanlar, zinadan doğan çocuğun bir nesebi olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Eğer bu çocuk, zina eden kimseye nisbet edilir (onun nesebinden sayılır) ise, kâdı'nın bu nisbet edişe mâni olması gerekir, Böylece o çocuğun nesebinin, zina eden erkeğe ne hakîkî manada ne de şer'î hükme binâen nisbet edilmesinin mümkün olmadığı sabit olmuş olur. b)Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Çocuk, (doğduğu) yatağa aittir. Zina edenin ise hiçbir hakkı yoktur, (Neseb iddia edemez) " Müslim, Rıdâ, 36 (2/1080). hadis-i şerifi delil getirilir. Binâenaleyh "Çocuk (doğduğu) yatağa aittir" ifâdesi, nesebin çocuğun doğduğu yatağa hasredilmesini gerektirir. c) Eğer o veled-i zina, onun kızı sayılsaydı miras alırdı. Çünkü Hak teâlâ, "Erkeğe, iki dişinin payı miktarı vardır" (Nisa, 11) buyurmuştur. Ayrıca "icbar hakkı" doğardı. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kızlarınızı denkleriyîe evlendiriniz" Keşfu'l-Hafâ, 1/442; Câmius-Sağir. 2/28. buyurmuştur. Yine bu adam üzerine, o kızın nafakası ve büyütülmesi vacip olurdu. Yine o kız ile başbaşa kalabilmesi gerekirdi. Bunlardan hiç biri söz konusu olmadığına göre biz bunun, o adamın kızı sayılmayacağını anlamış oluruz. Bunun, o adamın kızı olmadığı sabit olunca, onun o kızla evlenmesinin helâl olması gerekir. Çünkü onunla evlenememesi, ya onun kendi kızı sayılması, veyahut de zinanın hurmet-i müsaharayı (evlilikten doğan haramlığı) gerektirmiş olması sebebiyledir. Bu hasr (sınırlama), icmâ ile sabittir. Onun, o adamın kızı sayılması, zikrettiğimiz yönlerden dolayı bâtıldır. Zina sebebiyle meydana gelen hurmet-i musâhara da bâtıldır, nitekim bunun izahı daha önce geçmişti. Binâenaleyh o kızın, zina eden o adama haram olmaması sabit olmuş olur. Allah en iyi bilendir. 3- Kız Kardeşler Kız Kardeşle Evlenmenin Haramlığı Haram kılınanların üçüncü nev'i de, kız kardeşlerdir. Buna, ana-baba bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler ve ana bir kız kardeşler girmektedir. 4-5- Halalar ve Teyzeler Haram kılınanların dördüncü ve beşinci nev'ileri ise, halalar ve teyzelerdir. Vahidi (r.h) şöyle demiştir: "Senin nesebinin, kendisine varıp dayandığı her erkeğin kız kardeşi senin halandır. Bazan hala, anne cihetinden de olur ki bu, annenin babasın -kız kardeşidir. Senin nesebinin doğum yoluyla kendisine vardığı her dişinin kız kardeşi de senin teyzendir. Bazan teyze, baba cihetinden de olur ki bu, babanın annesinin kız kardeşidir. 6-7- Yeğenler Yeğenlerle Evlenmenin Haramlığı Haram kılınanların altıncı ve yedinci nev'ileri, erkek kardeş ile kız kardeşin kızlarıdır (yeğenlerdir). Erkek ve kız kardeşlerin kızları ile ilgili hüküm, insanın kendi sulbünden gelen (öz) kızları hakkındaki hüküm gibidir. İşte bu yedi kısım, neseb ve rahimler bakımından, âyetle haram kılınmışlardır Müfessirler şöyle derler: "Allah'ın, neseb ve rahim (sülb) bakımından nikahını haram kıldığı her kadının haramlığı ebedî olup, hiçbir şekilde helâl olmaz. Nikahları helal olup da, sonra ârizî bir sebeple haram olan kadınlar, âyetin devamında zikredilenlerdir 8-9- Süt Ana ve Süt Kız Kardeş Süt Emmeden Dolayı Olan Mahremiyet Haram kılınanların sekizinci ve dokuzuncu nevileri, Hak teâlâ'nın "Sizi emziren (süt) analarınız ve süt kız kardeşleriniz..." âyeti ile ifâde ettikleridir. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Vahidî (r.h) şöyle demiştir: "Cenâb-ı Hak, süt analarını da. nikahları haram olduğu için "analar" diye adlandırmıştır Nitekim O, yine aynı haramlıktan dolayı, "(Peygamberin) hanımları da, mü'minlerin analarıdır" (Ahzab. 6) âyetinde, ezvâc-ı tâhiratı "mü'minlerin anneleri" diye tavsif etmiştir." İkinci Mesele Allahü teâlâ, bu âyette süt analarının ve süt kız kardeşlerinin nikah lan masının haram olduğunu açıkça belirtmiştir. Fakat bu haramlık sırf bunlara has değildir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Neseb bakımından haram olanlar, süt cihetinden de haram olurlar" Buhârî, Nikâh. 20, 27; Müslim, Radâ', 1, 2 (271068). buyurmuştur. Biz bu âyetlerin delaletiyle durumun böyle olduğunu biliyoruz. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak emzireni anne, emeni de kız kardeş diye adlandırmıştır. Böylece Cenâb-ı Hak bununla, kendisinin süt emmeyi de "neseb" yerine koyduğuna dikkat çekmiştir. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak, neseb sebebiyle yedi kimsenin nikahlanmasını haram kılmıştır. Bunlardan ikisi, doğum sebebiyle haram kılınanlardır ki anneler ile kızlardır. Bunlardan beşi de kardeşlik münasebetiyle haram kılınanlardır ki kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşin kızları ve kız kardeşin kızlarıdır. Sonra Cenâb-ı Hak, süt emzirmenin durumunu izaha başlayınca, geri kalanlara dikkat çekmek için, bu iki kısımdan tek bir şekil zikretmiştir. Böylece, doğum sebebiyle meydana gelen akrabalıktan anneleri (süt anneleri); kardeşlik yoluyla meydana gelen akrabalık kısmından da kardeşleri (süt kız kardeşleri) zikretmiş oldu. Böylece de O, şu iki kısımdan iki misali zikrederek, süt emmenin durumunun "neseb"deki durum gibi olduğuna tenbihte bulunmuştur. Daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cenâb-ı Hakk'ın bu beyânını, "Neseb bakımından haram olanlar, süt cihetinden de haram olurlar" Buhâri, Nikah, 20, 27; Müslim, Radâ', 1, 2 (2/1068). sözüyle te'kîd etmiştir. İşte böylece hadisin sarîh ifâdesinin, âyetin mefhumuna mutabık ve uygun olduğu anlaşılır ki, bu da çok ince bir açıklamadır. Süt Emme Sebebiyle Haram Olanlar "İnsanın süt anası, onu emziren kadındır. Aynı şekilde bu süt emzirene, ister neseb cihetinden olsun, ister süt emme cihetinden olsun, "anne" olarak nisbet edilen her kadın da yine o insanın süt anası sayılır." Babanın durumu da anne gibidir. Sen, annenin ve babanın durumunu anladığın zaman, aynı yolla kızla ilgili durumu da anlarsın. Süt kız kardeşlere gelince, bunlar üç çeşittir: Birincisi, ana-baba bir süt kız kardeşindir. Bu, senin babanın nikahında iken, ister seninle birlikte, isterse senden önce veya sonraki kardeşinle emzirmiş olsun, annenin emzirmiş olduğu yabancı küçük çocuktur. İkincisi, baba bir süt kızkardeşindir. Bu da, senin babanın nikahında iken, babanın (annen olmayan) hanımının emzirmiş olduğu kız kardeştir. Üçüncüsü, ana bir kız kardeşindir. Bu ise, başka bir adamın nikahında iken, annenin emzirmiş olduğu kız kardeştir. Bunu iyice kavradığında, süt teyzelerini, süt halalarını, süt kızkardeşinin kızlarını ve süt kardeşlerinin kızlarını tanıman kolaylaşır. Dördüncü Mesele Şafiî (r.h) şöyle demektedir: "Süt (Redâ'a) sebebi ile nikahin haramlığı, emmenin beş defa olması şadına bağlıdır. Ebu Hanife (r.h) ise, bu haramlığın meydana gelmesi için tek bir emmenin yeterli olduğunu söylemiştir. Bu mesele, Bakara sûresinde (233. âyette) geçmişti. Ebu Bekr er-Râzî el-Cessâs, bu âyeti delil getirerek şöyle demektedir: "Allahü teâlâ, süt anneliği ve süt kızkardeşliğini, emme (redâ'a) işine bağlamıştır. Bu fiil meydana geldiğinde, süt ile ilgili hükmün terettüb etmesi gerekir." Cessâs, daha sonra, Hak teâlâ'nın "Sizi emziren (süt) analarınız., "buyruğu, "sizeveren vesizi giydiren, analarınız" sözü gibidir. İşte bu, süt annelik ve süt kızkardeşlik sıfatının, süt emme fiilinden önce olmasını gerektirir. Aksine Cenâb-ı Hak, şayet "sizi emziren kadınlar sizin annelerinizdir" buyurmuş olsaydı senin maksadın hasıl olmuş olurdu?" diyerek kendi kendine sorar ve yine kendisi şöyle cevap verir: "Redâ'a (süt emzirme), o kadına "annelik" ismini kazandıran şeydir. Binaenaleyh bu isim, süt emmenin bulunmasına dayanınca, hüküm de ona dayanır. "Sizi giydiren, analarınızdır" sözü ise böyle değildir. Çünkü "annelik" ismi, giydirme ile elde edilemez." Cessâs sözüne devamla, "Âyetten bunun anlaşıldığına, rivayet edilen şu husus da delâlet eder: "Bir adam İbn Ömer (radıyallahü anh)'e gelerek, İbn Zübeyr bir defa ve iki defa emmenin bir mahzuru olmadığını söyledi", der. Bunun üzerine İbn Ömer (radıyallahü anh), "Allah'ın hükmü, İbn Zübeyr'ın hükmünden daha hayırlıdır. Çünkü Allah, "Süt kız kardeşleriniz.." buyurmuştur" demiştir. İbn Ömer, "âyetin zahirinden az bir emme ile de bu haramlığın meydana geleceğini anlamıştır" demiştir. Bil ki bu cevap son derece bozuktur. Onun, "Annelik ismi, süt emme (emzirme)'den dolayı meydana gelmiştir" görüşüne gelince, biz deriz ki: Münakaşa konusu zaten budur. Çünkü bana göre. süt annesi olma işi, ancak beş kere emme ile gerçekleşir. Sana göre ise bu, sırf emme ile olur. Sen, bu kaideni isbat için bu âyete tutundun. Sen bu âyeti, o kaidene delil olarak getirdiğinde, delili medlul (delâlet ettiği şeyle) isbat etmiş olursun ki bu devr-i fasittir ve geçersizdir. İbn Ömer'in, sırf bir emme ile süt haramlığının meydana geleceğini âyetten anlamış olması, İbn Zübeyr'in anladığı mana ile çelişir. Halbuki bunların ikisi de fakîh sahabelerden ve Arapçayı iyi bilenlerdendir. O halde daha nasıl, onlardan birisinin anlayışı delil kabul ediliyor, diğerininki ise hasmının görüşüne delil kabul edilmiyor. Kalbleri kör eden şu taassub olmasaydı, bu cevabın zayıflığı kapalı kalmazdı. Sonra Cessâs, mezhebini isbat için, hadislere ve kıyasa da tutunmuştur. Ahkamu'l-Kur'ân (Kur'ân'ın Hükümleri) konusunda konuşan kimselerin, ancak âyetten çıkardığı şeyleri zikretmesi gerekir. Bunun dışındaki delillerin yeri ise ancak fıkıh kitaplarıdır. 10- Kayınvalideler Kayınvalidelerle Evlenmenin Haramlığı Haram kılınanların onuncu nev'î, “Karılarınızın anaları... 'âyeti ile ifâde edilenlerdir. Bu âyetle ilgili iki mesele vardır: Birinci Mesele Bu ifâdeye, benzerini neseb anneliği hususunda zikrettiğimiz gibi, hanımların öz anneleri ile birlikte, annesi ve babası cihetinden olan bütün büyük anneleri (nineleri) de girer. İkinci Mesele Sahabe ve Tabiînden ekserisinin görüşü şudur: "Bir kadıla evlenen bir kimseye, evlendiği kadınla ister zifafa girsin ister girmesin, o kadının annesi haram olur." Sahabeden bir topluluk da şunu belirtmiştir: Üvey kızın annesi, üvey kız ile cinsî münasebette bulunulduğunda o kimseye nasıl haram oluyorsa, kızıyla cinsî münasebette bulunulduğunda o kızın annesi de o kimseye haram olur. Bu Hazret-i Ali, Zeyd, İbn Ömer, İbnu'z-Zübeyr ve Câbir'in görüşü olup, İbn Abbas'tan rivayet edilen görüşlerin de en açık ve belirgin olanıdır. Bunların delilleri şudur: Allahü teâlâ önce iki hüküm zikretmiştir ki bu, O'nun "kankınnızm anaları ve himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız.. " ifâdeleridir. Daha sonra bir şart ileri sürmüştür ki, o da O'nun, "Kendileriyle (zifafa)girdiğiniz karınızdan olup.." ifadesidir. Binaenaleyh bu şartın her iki hükümde de muteber bir şart olması gerekir. Birincilerin delili ise şudur: Cenâb-ı Hakk'ın, "Kanlarınızın anaları" sözü, başlı başına müstakil bir cümledir. Bu şartın onunla ilgili olduğuna bir delil yoktur. Binâenaleyh bu hükmün, umumîliği üzerine bırakılması gerekir. Biz, şu sebeplerden dolayı bu şartın onunla ilgili olmadığını söyledik: a) Şartın, mutlaka kendinden önce geçen bir şeye talîk edilmesi, bağlanması gerekir. Binâenaleyh bu şartı iki cümlenin birisine bağlayıp talîk ettik mi, onu diğer cümleye de talîk etmeye gerek kalmaz. Binâenaleyh, o şartı diğer cümleye talîk etmek, delil bulunmaksızın zahiri terketmek olur ki, bu caiz değildir. b) Bu cümlenin umumîliği malumdur, Şartın onunla ilgili olması ise, ihtimâl dahilindedir. Zira, şartın sadece son cümleye tahsis edilmiş olması caiz olduğu gibi, aynı şekilde her iki cümleye birden ait olması da caizdir. Bu şartın iki cümleye birden ait olduğuna hükmetmek şüpheli bir tahsis ediciden dolayı, umumî olan bir ifâdenin zahirini terketmek olur ki, bu da caiz değildir. c) Bu şartın ilk cümleye ait olması halinde, ya o cümleye hasredilmiş olur veyahut da hem ona, hem de ikinci cümleye talîk edilmiş olur. Birinci ihtimal geçersizdir, çünkü bu takdirde mutlak olarak üvey kızların haram olduğuna hükmetmek gerekir ki, bu ise icmâ ile bâtıldır. İkinci ihtimal de geçersizdir, çünkü bu takdirde de âyetin nazmı. "Hanımlarınızın, yani kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızın anneleri..." şeklinde olur. Bu durumda sözündeki harf-i cerriyle beyâniyye manası murad edilmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Ve, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz kanlarınızdan olup da himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız.." buyurmuş olur ki, bu durumda buradaki harf-i cem, "ibtidâ-ı gaye" için olmuş olur. Bu tıpkı, "Hazret-i Peygamber'in kızları. Hatice'dendir" denilmesi gibi olur. İşte bu durumda da müşterek bir İâfzı her iki manasında kullanmak gerekir ki, bu da caiz değildir. Buna şu şekilde cevap vermek mümkündür: "Âyetteki edatı, ittisal (birleşme) ifâde eder. Bu Cenâb-ı Hakk'ın, tıpkı "Münafik erkekler de, münafık kadınlar da birbirinin parçasıdırlar" (Tevbe, 67) buyruğu gibidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Benim oyun ve eğlence ile hiçbir ilgim yoktur. Oyun ve eğlencenin de benimle hiçbir ilgisi yoktur" Nihâye fî Garibi'l-Hadis, 2/109. buyurmuştur. Mutlak mânada ittisal ise, hem kadınlarda, hem de üvey kızlarda bulunmaktadır. d) Amr İbn Şuayb'ın, babasından, onun da dedesinden, dedesinin de Hazret-i Peygamber'den rivayet ettiğine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Bir adam bir kadınla evlendiğinde, o adamın, evlendiği karttım annesini, kızıyla zifafa girsin ya da girmesin, nikahlaması helâl olmaz. Ama bir adam bir kadının annesiyle evlenir de, onunla zifafa girmeden onu boşarsa, bu adam tsterse kadının kızıyla evlenebilir. Benzeri bir hadis: Tirmizî, Nikah, 26 (3/425-426). Muhammed İbn Cerîr et-Taberî, bu hadisin sıhhatine ta'n etmiştir. Abdullah İbn Mesüd Kûfe'de iken, kendisine dokunmadan önce kızını boşadığı zaman bu kimsenin, o kızın annesiyle evlenebileceğine dair fetva veriyordu. Derken, Medine'ye gitti ve Medine'deki ulemânın, kendisinin vermiş olduğu fetvanın aksi olan bir fetva üzerinde ittifak etmiş olduklarını gördü. Küfeye dönünce, evine girmeden, daha önce hakkında fetva vermiş olduğu adama gitti, kapısını çalarak ona, o kadını boşamasını söyledi. Katâde, Said İbnul-Müseyyeb'ten Zeyd İbn Sabitin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, cinsî temastan önce hanımını boşar ve onun annesiyle evlenmek isterse, bu durumda bakılır: Eğer o adam hanımını cinsî temastan önce boşamışsa, o kadının annesiyle evlenir. Eğer o kadın ölmüşse, annesiyle evlenemez. Bil ki Zeyd ibn Sabit, haram olma hususunda ölümle boşama arasında fark görmüştür. Çünkü duhûlden önce boşamaya, duhûle dair şer'î hükümlerden hiçbiri taalluk etmez. Baksana, böylesi kadına iddet bile gerekmez. Ölüm ise, iddetin vacip olması meselesinde duhûl hükmünde olunca, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak bu ölümü, haram kılmanın bir sebebi kabul etmiştir. 11-Üvey Kızlar Himayenizdeki Üvey Kızlarınızın Haremliği Haram kılınanların onbirinci nevisi, Cenâb-ı Hakk'ın şu ifadesidir: "Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız(la evlenmeniz) size haram edildi. Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analanyla) zifafa girmemişseniz, (onlarla evlenmenizde) size bir günah yoktur" (Nisa, 23). Bu ifâde hakkında birkaç mesele vardır: Rebaib Kelimesinin İzahı (......) kelimesi, (......) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ise, bir kimsenin hanımının başkasından olan kızı anlamına gelip, kelime manası "terbiye edilmiş" demektir. Çünkü bu kızı terbiye eden o adamdır. Meselâ, "Falancayı terbiye ettim-onu terbiye ediyorum" tabiri ile tabiri aynı manadadır, (......) kelimesi de, (himaye, koruma) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime iki şekilde kullanılmaktadır: İbnus-Sikkît bu kelimenin, fetha ve kesre ile olmak üzere, ve "Bir kimsenin himâyesi" şeklinde kullanıldığını söylemektedir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, tabirinden maksat, "Sizin terbiye ve himayenizde olan" demektir. Birisi bir kimsenin terbiye ve himayesinde olduğu zaman, "Falanca, falancanın terbiye ve himâyesindedir" denilir. Burada söz konusu olan istiarenin sebebi şudur: Bir çocuğu terbiye eden kimse, onu kucağına oturtur. Böylece bu kucağına oturma işi, bir bakıma onu terbiye etmeden ibaret olmuş olur. Nitekim Arapça'da, "Falanca, falancanın terbiye ve himâyesindendir" denilmektedir. Buradaki (......) kelimesinin aslı, "bağır, yan" anlamına gelmiş olan (......) kelimesine dayanmaktadır. Ebu Ubeyde, tabirinin anlamının, "evlerinizde.." şeklinde olduğunu söylemiştir. Evde Bulunmayan Üvey Kızla Evlenmenin Hükmü Malik İbn Evs İbn el-Hidsân, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üvey kız kocanın himayesinde olmaz, başka bir beldede bulunur, sonra bu koca da, annesiyle cinsî temasta bulunduktan sonra ayrıhrsa. o adamın o üvey kızla evlenmesi caiz olur." Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin bu görüşüne şu şekilde delil getirdiği nakledilmiştir: "Cenâb-ı Hak, "Himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız..." buyurmuş, o kızın onun "rabîbe" (üvey kızı) olmasını, onun himayesinde olması şartına bağlamıştır. Binâenaleyh, mevzûbahs bu kız onun himaye ve terbiyesinde olmadığına göre, şart tahakkuk etmemiştir. Bu sebeple haramlılığın söz konusu olmaması gerekir." Bu, güzel bir istidlal şeklidir. Diğer âlimlere gelince, onlar da şöyle demektedirler: "Bir kimse bir kadınla cinsî münasebette bulunduğu zaman, ister o erkeğin himayesinde olsun isterse olmasın, o kadının kızı o erkeğe haram olur. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın "Eğer onlarla (üvey kızların analanyla) zifafa girmemişseniz, (onlarla evlenmenizde) size bir günah yoktur" buyruğudur. O, bu ifâdede, günahın olmamasını, sadece duhûlün bulunmaması şartına bağlamıştır. Bu da, günahın olabilmesini gerektiren şeyin, sadece duhûl olduğu sonucunu verir. Birinci görüşün deliline şöyle cevap verilir: "Genel ve daha gâlib olan durum şudur: Bir adamın hanımının, başka kocadan olan kızı, genellikle o adamın himayesinde olur. İşte âyetteki ifâde de, bu şekilde umûmî bir mana ifâde etmektedir. Yoksa, âyetteki "himayelerinizde bulunan" kaydı, bu haramlığın meydana gelebilmesinin şartı değildir. Hurmet-i Musahere Ebu Bekr er-Razî el-Cessâs, zinanın "hurmet-i müsâhere"yi gerektirdiğini isbât etmek için, Cenâb-ı Hakk'ın "Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız..." buyruğuyla istidlalde bulunarak şöyle demektedir: "Duhûl bihâ, -"O kadınla cinsî münasebette bulunmak"- mutlak anlamda cimâ'ya verilen bir addır. Bu cinsî münasebette bulunmanın nikâh yoluyla ya da zina vasıtasıyla olması farketmez. Böylece bu, annesi ile yapılan zinanın, bu zinayı yapana kızının nikahının haram olmasını gerektirdiğine delâlet etmiş olur. Bu istidlal son derece zayıftır. Zira bu âyet, şu iki delilden ötürü, nikahlı olan hanımlar hakkındadır: 1- Bu âyet, sadece adamın kendisiyle henüz cinsî temasta bulunmadığı hanımı hakkındadır. Halbuki onun zina ettiği kadın böyle değildir. Binaenaleyh, adamın zina ettiği kadının, âyetin hükmüne girmesi imkânsızdır. Birinci cümlemizi şu iki şekilde izah edebiliriz: a) Hak teâlâ'nın "Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz kanlarınızdan..." buyruğu, onun adamın hanımlarından sayılmasının, kendisi ile cinsî münasebette bulunmasından önce olmasını gerektirir. b) Allahü teâlâ, onların hanımlarını, "kendileri ile zifafa girilmiş" ve "girilmemiş" diye ikiye ayırmıştır. Bunun delili, "Eğer onlarla zifafa girmemişseniz" âyetidir. Onların hanımları, bu iki kısma taksim edilince, kadının onun hanımlarından biri olmasının, onunla cinsî temasta bulunması ile alakalı olmadığını anlarız. Zina edilen kadının böyle olmamasının izahı ise şöyledir: İster kendisi ile zifafa girilmiş ister girilmemiş olsun kadın, nikah sebebi ile o adamın hanımlarından olmuş olur. Zinada ise, kendisi ile cinsî temasta bulunmadan önce o kadının, o erkeğin hanımlarından (kadınlarından) olmasını gerektiren herhangi birşey mevcut değildir. Binaenaleyh adamın zina ettiği kadının, âyetin hükmüne dâhil olmadığı ortaya çıkmaktadır. 2- Bir insan, "Falancanın kadınlarına..." diye vasiyyette bulunsa, o falancanın zina ettiği kadın, vasiyyete dâhil olmaz. Yine birisi, "Falancanın kadınları üzerine..." diye yemin etse, bu zâniye kadın sebebi ile ne yeminini sürdürmüş ne de yeminini bozmuş olur. Böylece bu istidlalin zaytf olduğu ortaya çıkmış olur. 12- Gelinler Gelinlerle Evlenmenin Haramlığt Haram kılınanlarınonikinci nev'i, Hak teâlâ'nın, "Yine kendi sulbünüzden olan oğullarınızın kanlarıyla..." âyeti ile ifâde ettiği kimselerdir. Bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Şafiî (r.h), bir kimsenin oğlunun câriyesiyle evlenmesinin caiz olmayacağını söylerken, Ebu Hanife (r.h) bunun caiz olduğunu belirtmiştir. Şafiî bu hususta şöyle istidlal eder: "Oğulun cariyesi karısı sayılır. Oğulun karısı ise babaya haramdır." Birinci mukaddimeyi, "halîle" kelimesinin manasını izah ederek ortaya koyuyor ve şöyle diyoruz: "Halîle", fa'île veznindedir. Bu sebeple kelime ya ism-i fail ya da ism-i mef'ul manasındadır. Mef'ul manasına oluşunun şu iki izahı yapılır: a) Bu kelime, "mubah" manasına lâfzından alınmıştır. Buna göre "harfle", helal kılınmış, mubah manasınadır. Cariyenin böyle olduğunda şüphe yoktur. Binâenaleyh cariyenin, oğulun nafilesi sayılması gerekir. b) Bu kelime, "hulul" lâfzından alınmıştır. Buna göre "halîfe", bir şeyin hulul etme (girme) mahalli manasına gelir. Şüphe yok ki câriye de, sahibinin kendisine hulul ettiği yerdir. Binâenaleyh câriye, o oğulun halîlesi olmuş olur. Bu kelimeyi ism-i fail manasına aldığımızda da şu iki izah yapılabilir: a) Her birinin diğerine aşırı ilgisinden dolayı, sanki bunlar (karı ile koca) bir elbiseye, bir çarşafa ve bir yere hulul etmişlerdir. Şüphe yok ki, câriye de böyledir. b) Karı ile kocadan herbiri, aralarındaki muhabbet ve ülfetin şiddetinden ötürü, adetâ diğerinin kalbine ve ruhuna hulul etmiş(girmiş)lerdir. Böylece bu zikrettiklerimizin tamamı ile, oğulun cariyesinin, onun nafilelerinden sayılması ortaya çıkar. İkinci mukaddimeye gelince bu da, oğulun hanımının, "Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın kanlan..." âyetinden dolayı, babaya haram olmasıdır. "Dilciler, "Bir kimsenin "halîlesi", onun hanımıdır" diyorlar" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki, şu açık iştikaklara dair söylediğimiz dört izah ile, "halile" lâfzının cariyeyi de içine aldığnı beyân ettik. Sizin naklettiğiniz söze iltifat olunmaz. Hem nasıl iltifat olunsun ki bu olumsuz bir şehâdettir. Zira biz, "halile" lâfzının, adamın hanımını içine aldığını kabul ediyoruz. Fakat bunu, hem zevceyi hem de cariyeyi içine alan bir lafız kabul ediyoruz. Buna göre, "Bu ifâde cariyeye şamil değildir" diyenlerin görüşü, menfiliğe bir şehâdettir ki buna iltifat olunmaz. Evladın Sulbden Olup Evlatlık Kurumunun Bulunmayışı Hak teâlâ'nın "Kendi sulbünüzden olan" ifâdesi, evlat edinmeyi dışta bırakmak için getirilmiştir. İslâm'ın ilk yıllarında, evlatlık, oğul mesabesinde idi. Bir kimseye, kendi sulbünden olmadığı müddetçe, evlatlığının hanımı haram olmaz. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş el-Esedî'yi nikahlamıştır. Bu da, Abudulmuttalib'in kızı Ümeyye'nin kızıdır. Zeyneb, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in halasının kızı idi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyneb'i Zeyd İbn Harise (radıyallahü anh)'nin karısı olup onun onu boşamasından sonra nikahlayınca, müşrikler, "O, oğlunun karısı ile evlendi" demişlerdir. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Evlatlıklarınızı da (öz) ogullarınız (gibi) tanımadı" (Ahzab. 4) âyetini indirdi ve "Tâ ki oğulluklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini (atmada), mü'minler üzerine günah olmasın" (Ahzab, 37) buyurdu. Üçüncü Mesele Hak teâlâ'nın, "Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın kanları..." ifâdesinin zahiri, süt oğullarının hanımlarını içine almaz. Fakat Cenâb-ı Hak, haram kılınanların sayıldığı âyetlerin sonunda, "Onların dışındakiler size helâl kılındı" (Nisa, 24) buyurunca, bu iki ifâdenin zahirinden, süt oğullarının hanımları ile evlenmenin helâl olduğu çıkar. Fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Neseb yönünden haram olanlar, süt emme (rada'a) yoluyla da haram olurlar" buyurmuştur. Binaenaleyh bu hadis, süt oğulların hanımları ile de evlenmenin haram olduğunu ifâde etmektedir. Zira, "Onların dışındakiler size helâl kılındı" (Nisa, 24) âyeti hem süt emme, hem de emmeme halini içine alır. Bundan dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Neseb yönünden haram olanlar, süt emme (rada'a) yoluyla da haram olurlar" ifâdesi, âyetten daha husûsî bir ifadedir. Böylece âlimler, âyetin umûmî manasını haber-i vâhid ile tahsis etmiş (sınırlandırmış)lardır. Allah en iyi bilendir. Dördüncü Mesele Âlimler, babanın hanımı ile evlenmenin haramlığı sırf nikah akdi ile olduğu gibi, oğulun hanımı ile evlenmenin de sırf nikah akdi ile olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Bu böyledir, zira âyetin umûmî ifâdesi, ister kendileriyle zifafa girilmiş olsun, ister olmasın, oğulun hanımlarını içine alır. Fakat "İbni Abbas'a, "Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları.." âyeti hakkında "Allahü teâlâ, bu hükmün, oğulun, kendisi ile cinsî münasebette bulunduğu hanımlarına has olup olmadığını beyân buyurmamıştır" diye sorulduğunda, o şöyle demiştir: Allah'ın müphem bıraktığı şeyi siz de müphem bırakın" şeklindeki rivayete gelince, İbn Abbas'ın söylediği müphemlikten maksadı, âyetin mücmel ve müteşabih olması değildir. Aksine bu müphemlikten maksadı, ebediyyen haram oluşu göstermesidir. Görmüyor musun ki İbn Abbas, neseb cihetinden haram olan yedi kısım kadın hakkında da, "Onlar da müphemlerdendir. Yani, "nikahları ebediyyen haram olan kadınlardandır" demiştir. İşte burada da böyledir. Allah en iyi bilendir. Torunlarla Evlenmenin Haramlığı Âlimler, bu âyetin, torunun hanımının da dedeye haram olmasını gerektirdiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu da, toruna "O, dedenin sulbündendir" deneceğine delâlet eder. Bunda da, torunun doğum yoluyla dedeye nisbet edilmiş olduğuna bir delâlet vardır. 13- İki Kız Kardeşi Bir Nikah Altında Bulundurma İki Kız Kardeşle Aynı Anda Evli Bulunma Haram kılınanlardan onüçüncü nev'i, Hak teâlâ'nın, "Ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (aynı şekilde haram edildi). Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir" âyeti ile ifâde ettiğidir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Âyetteki, "İki kız kardeşi birlikte almanız' cümlesi ref' mahallindedir. Çünkü âyetin takdiri, "Size analarınız, kızlarınız... ve iki kız kardeşi birlikte almanız haram kılındı" şeklindedir. İki kız kardeşi birlikte almak, şu üç şekilde olabilir: a) Her ikisini birden nikahlamak. b) Cariye olarak, her ikisine birden sahip olmak. c) Birisine nikahlı olarak, diğerine cariye olarak sahip olmak. İkinci Mesele İki kız kardeşi aynı anda nikahlı olarak almak ise şu iki şekilde olabilir: 1- İkisine aynı anda nikah kıymak. Bu durumda hüküm şöyle olabilir: Ya cem' (ikisini birlikte) tutma, veya ta'yin (birini belirleme), yahut muhayyerlik (birini seçmece serbest olma), yahut da bu nikahlan iptal... Cem' bu âyetin hükmüne göre bâtıld -Âlimler de böyle demişlerdir. Fakat bu, Ebu Hanife'nin prensibine göre bir müşkül arzeder. Çünkü hürmet (haram oluş), Ebu Hanife'nin görüşüne göre nikahın iptalim gerektirmez. Baksana, Ebu Hanife'ye göre, üç talakı bir defada vermek haramdr. Fakat yapılırsa geçerlidir. Bir dirhemi, iki dirheme satmayı nehyetmek, böyle bi alışverişin geçerli olmasına manî değildir. Bütün fâsid alışverişlerde hüküm aynıdır. Böylece nehy (yasaklama ve haram kılma) sebebi ile, bir şeyin fesadına istidlal etmenin, Ebu Hanife'ye göre doğru olmayacağı sabit olur. İmdi şayet Hanefiler, "Aynı şey sizin için de söylenebilir. Zira hayız esnasındaki boşama ve cima yapılabilen temizlik esnasında boşama yasak kılınmıştır. Fakat böyle bir boşama olursa geçerli olur" derlerse, deriz ki: Bu iki misal arasında, çok ince bir fark vardır. Biz onu, "Hilafiyyât" adlı kitabımızda zikrettik. Öğrenmek isteyen oraya baksın. Binâenaleyh cem'in (iki kız kardeşi aynı anda nikahlı bulundurmanın) bâtıl olduğu ortaya çıkmıştır. "Ta'yîn" de bâtıldır. Çünkü tercih eden olmadan, tercih (müreccihsiz tercih) bâtıldır. Muhayyerlik de böyledir, zira tahyire hükmetmek, nikâh akdinin bulunmasını ve tayîn edecek zamana kadar onun bekâsını gerektirir. Biz bunun bâtıl olduğunu daha önce izah etmiştik. Geriye iki akdin de birlikte fasit olduğuna hükmetmek kalır. 2- Bir kimsenin, onlardan biriyle daha önce, diğeriyle de daha sonra evlenmesi halidir. Bu durumda, ikincisinin nikâhının bâtıl olduğuna hükmedilir. Zira "def etmek (ikinci evliliğe mâni olmak), ref etmekten (yani birinci kız kardeşin nikâhını ibtal etmekten) daha kolaydır." Cariye edinmek veya birisini nikahlayıp diğerini satın almak suretiyle iki kız kardeşin arasını cem etmeye gelince, bu hususta sahabe ihtilâf etmiştir. Buna göre Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer, İbn Mesûd, Zeyd İbn Sabit ve İbn Ömer, aralarını cem etmenin caiz olmayacağını söylerlerken, diğerleri ise bunu caiz görmüşlerdir. Birinci görüştekiler, kendi görüşlerine şu şekilde delil getirmişlerdir: Âyetin zahiri, iki kız kardeşin mutlak manada cem edilememesini gerektirir. Binâenaleyh, bu ikisinin arasını cem etmenin bütün durumlarda haram olması gerekir. Hazret-i Osman'ın ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bunu, bir âyet helâl, bir âyet de haram kabul etmiştir. Helâl kılmak daha evlâdır. Helâlliği gerektiren âyet, Hak teâlâ'nın, "Sağ ellerinizin mâlik olduğu kadınlar (cariyeler) müstesna, diğer bütün kocalı kadınlar (da size haram kilindi) (Nisa, 24) ve "Zevcelerine, yahut sağ ellerinin mâlik olduğu (cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesna.." (Muminun.6) âyetleridir. Biz buna iki yönden cevap veririz: 1- Bu âyetler, iki kız kardeşi nikahta birleştirmenin haram olduğuna da delâlet etmektedir. Çünkü müslümanlar, cimânın helâl olması durumunda dahi, iki kız kardeşi aynı anda nikahlamanın caiz olmadığında icmâ etmişlerdir. Bu sebeple biz diyoruz ki, "Şayet iki kız kardeşi, cariye olarak cem'etmek caiz olsaydı, Hak teâlâ'nın, "Onlar (öyle müminlerdir ki), ırzlarını koruyanlardır. Zevcelerine, yahut sağ ellerinin mâlik olduğu (cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesna.."(Müminun, 5-6)âyetinden ötürü, cima hususunda da aralarını cem'etmek caiz olurdu. Fakat mülk edinilmeleri hususunda iki kız kardeşi cem'etmek caiz değildir. Böylece bu âyet-i kerimenin, iki kız kardeşi câriye olarak birlikte almanın haram olduğuna delâlet edişinin, bunun caiz oluşuna delâlet edişinden daha uygun olduğu ortaya çıkmış olur. 2- Biz, bu âyetin cem'e delâlet ettiğini kabul etsek bile, tercihin bunun haram sayılması tarafında olacağını söylüyoruz. Bunun böyle olduğuna şunlar da delâlet etmektedir: a) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Haram ile helal bir arada bulunduklarında, mutlaka haram helâla ağır basar" Keşfu'l-Hafâ. 2/181. buyurmuştur. b) İhtiyattı olanın, bu işi yapmamak olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh bunu yapmamak gerekir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene geç" Buhârî, Buyu'. 3; Tirmizi. Kıyamet. 60 (4/668). buyurmuştur. c) Aslında kadınların ırzları haramlık üzere bina edilmiştir. Bunun delili şudur: Nikah akdinin şartlarına uygun olup olmadığında emareler denk olduğunda, akdin bulunmadığına (haramlığa) hükmetmek gerekir. Bir de nikah, büyük menfaatleri ihtiva eder. Eğer bu nikah zelil kılma ve zarar verme cihetlerinden büsbütün uzak olsaydı, o zaman bu nikahın anneler hakkında da meşru olması gerekirdi. Zira onlara menfaat ulaştırmak, "Ana ve babaya iyi muamele edin" (İsra, 23) âyetinden dolayı, menduptur. Bu haram olduğuna göre, biz bu nikahın zarar verme ve zelil kılmayı da ihtiva ettiğini anlamış oluyoruz. Durum böyle olunca da nikahta aslolan, haramlık olur. Helallik ise, arızî (sonradan olan) sebeplerle sabit olmuştur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, tercihin haramlık tarafında olduğu ortaya çıkar. Bu, bu konuda Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin görüşünün izahıdır. Fakat biz fukaha arasında meşhur olan görüşü ele aldığımızda -ki bu, iki kız kardeşe cariye olarak birlikte sahip olmak caizdir görüşüdür;- bu durumda insan bunlardan birisi ile cinsî münasebette bulunduğunda, diğeri haram olur. Bu haramlık, birincisinin satma, bağışlama, azad etme, mükatebe kılma veya başkası ile evlendirme gibi bir sebeple mülkiyeti zail oluncaya kadar devam eder. Üçüncü Mesele İmam Şafiî (r.h) şöyle demektedir: "Bâ'in talak ile (üç talakla) boşanan kızkardeşin iddeti bitmeden, diğer kız caiz olmayacağını söylemiştir. Şafiî'nin delili şudur: "Bu durumda cem' söz konusu olmadığına göre, buna bir engelin bulunmaması gerekir. Biz, bu durumda cem' yapılmış olmayacağını söyledik. Çünkü boşanan kadının, kendisi ile cinsi münasebette bulunmak caiz olmayacağı ve cinsi münasebette bulunulması halinde o kimseye zina haddinin uygulanacağı delili ile, nikahı yoktur. Biz "cem' olmadığına göre, herhangibir engelin bulunmaması gerekir" dedik, zira Cenâb-ı Hak, haram kılınan kadınları saydıktan sonra, "Onların dışındakiler size helâl kılındı" (Nisa. 24) buyurmuştur. İki kızkardeşin arasını cem' etme durumu müstesna, bütün bu engellerin bulunmadığında herhangibir şüphe yoktur. Binaenaleyh delil ile cem'in olmadığı sabit olunca, bu nikahın caiz olduğunu söylemek gerekir. İmdi şayet, "İddetin vacip olması ve nafakanın gerekmesi gibi hususların da delâleti ile, bazı yönlerden nikah devam etmektedir" denilir ise, biz deriz ki: "Nikahın tek bir hakikati vardır. Bu tek hakîkat da onun aynı anda hem mevcut olmasına, hem de yok olmasına engeldir. Şayet bu hakikat ikiye bölünebilse ve birisi mevcut, birisi gayr-ı mevcut olabilseydi, o zaman bu doğru olurdu. Fakat bu tek hakikat, bölünmeyi kabul etmeyince, böyle bir görüş fasit olmuş olur. İddetin vacip olması ve nafakanın gerekmesi meselesine gelince bil ki, eğer nikah olmuş olsaydı, o kadın hapsedilebilir (tutulabilirdi). Bu da onu nikahtan dolayı engellemeye erkeğin hakkı olduğu neticesini vermez. Çünkü ikinci mukaddimenin, kendisini istisna etmek netice vermez. Buna göre nikah zail olduktan sonra, hapsetme hakkını başka bir yolla isbat etmek, bir nebze makul bir harekettir. Ama nikahın olmadığına hükmedilmesi halinde, nikahın devam ettiğine hükmetmek, aklın kabul edemeyeceği şeylerdendir. Şer'î hükümleri, akla uygun olarak çıkarmak, onları aklın bedaheti ile bâtıl olduğu bilinen şeylere hamletmekten daha evladır. Dördüncü Mesele Şafiî (r.h), "nikahında iki kız kardeş bulunan bir kafir, müslüman olduğunda, bunlardan dilediğini tercih edip, diğerini bırakır" der. Ebu Hanife (r.h) ise şöyle demektedir: "Eğer bu kimse, o iki kız kardeş ile aynı anda evlenmiş ise, o adamla o kız kardeşlerin arası ayrılır (nikahları iptal edilir). Eğer onlardan biri ile daha önce, diğeri ile ise daha sonra evlenmiş ise, birincisini tercih eder, ikincisinden ayrılır." Ebu Bekir er-Râzi, Ebu Hanife'nin bu görüşüne, Hak teâlâ'nın "İki kız kardeşi birlikte almanız da (aynı şekilde haram kılınmıştır)" ifâdesini delil getirerek şöyle der: "Bu umûmî olan bir hitaptır. Binaenaleyh hem mü'mini, hem de kâfiri içine alır. Bunun kâfiri içine aldığı sabit olunca nikâhın fasit olması gerekir. Çünkü nehy, fesada delâlet etmektedir." Buna göre Ebu Bekr er-Râzî'ye şöyle denebilir: "Sen bu istidlalini, kâfirlerin, şeriatın fürûu ile muhatab oldukları esâsı ile, nehyin fesada delâlet ettiği esasına dayadın. Halbuki Ebu Hanife bu iki esastan hiçbirine kail değildir. İmdi eğer Ebu Bekr er-Razî, "Bu sizin görüşünüze göre de doğrudur; binaenaleyh, böyle bir istidlal size de gerekir" derse, biz deriz ki: "Bizim, "kâfirler şeriatın fürûuna muhatabtırlar" sözümüzle, onların dünya hükümleri hususunda sorumlu olduklarını kabul etmiyoruz. Çünkü bir kimse, devamlı kâfir olduğu müddetçe, onu İslâm'ın fürûu ile mükellef tutmak mümkün olmaz. Ama müslüman olunca, ondan geçmişe dair ne kadar İslamî ahkâm varsa, hepsi icmâ ile sakıt olur. Bizim bu sözden maksadımız, âhiret ile ilgili hükümlerdir. Kâfir bir kimse İslâm'a girmediği için ceza göreceği gibi, İslâm'ın fürûunu yapmaması sebebiyle de ceza görür. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki; biz, kâfir velîsiz ve şahidsiz evlense veya bir kadınla cebren evlense, müslüman olduktan sonra o nikâhın o kişi hakkında devam ettiğine dair icmâ ettik. Böylece, şeriatın fürûu ile muhatab olmanın, dünyevî hükümler bakımından, kâfir hakkında herhangi bir tesirinin bulunmadığı ortaya çıkmış ve sabit olmuş olur. Şafiî'nin delili şudur: Feyrûz ed-Deylemî, sekiz kadınla evliyken müslüman oldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Dördünü tercih et, diğerlerini bırak" Ebu Davud. Talak, 25 (2/272) (Benzeri bir hadis). buyurarak, Feyruz'u o kadınlar hakkında muhayyer bıraktı. Bu ise, sizin zikretmiş olduğunuz tertîbe aykırı değildir. Allah en iyisini bilendir. Beşinci Mesele Hak teâlâ'nın, "Ancak, daha önce geçen geçmiştir" buyruğu hakkında meşhur olan bir müşkilât bulunmaktadır. Bu da âyetin takdirinin "Size anneleriniz, ve şu, şu., ve şu, (şu anda) haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir" şeklinde olmasıdır. Bu ise, mazi olan bir ifâdenin, gelecek zamana ait bir ifâdeden istisna edilmesini gerektirir ki, bu caiz değildir. Bu müşkilâtın cevabı, Cenâb-ı Hakk'ın. 'Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak, daha önce geçen geçmiştir" (Nisa, 22) ifâdesi hakkında zikredilmiş olan açıklamalarla verilmişti. Manası ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir delaletiyle, "Daha önce geçmiş olanlar bağışlanmıştır" şeklindedir. Haram kılınanların beşinci nev'i, Cenâb-ı Hakk'ın: |
﴾ 23 ﴿