25"Sizden kim hür ve müslümân kadınları nikâhta alacak bir bolluğa güç yetiremezse, o halde sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'min cariyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı çok iyi bilendir. Kiminiz kiminizden (hasıl olmuşsunuz)dur. O halde fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere- onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın. Ücretlerini de güzellikle onlara verin. Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikâb ettiler mi, o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir. Cariyeleri almak hususundaki) bu (müsaade) içinizden sıkmaya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir. Sabretmeniz İset sizin için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla bağışlayıcıdır, çok merhametlidir". Bil ki Cenâb-ı Hak, kimlerin nikâhının helâl olup, kimlerin nikahının helâl olmadığını beyân buyurunca, bu nikâhın kimler hakkında ne zaman ve ne şekilde helâl olacağını da beyan ederek, "Sizden kim hür ve müslümân kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetiremezse..." buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Kisaî, bu âyette geçen lâfızlarını, sâd harfinin kesresiyle şeklinde; diğer imamlar ise, sâdın fethasıyla (......) şeklinde okumuşlardır. Fetha okuyanlara göre manası, "kocalı kadınlar"; kesre okuyanlara göre manası, "iffetli ve hür kadınlar" demektir. Allah en iyi bilendir. "Tavl" Kelimesinin Manası Tavl kelimesi, fadl "fazlalık, bolluk, zenginlik, nimet, iyilik" anlamlarına gelir. İyilikte bulunmak, faziletli olmak anlamlarına gelen (......) kelimesi de böyledir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Zi't-tâvl "fazl sahibi.. " (Mü'min, 3) buyurmuştur. Yine bir şeyi elde etti manasında, denilir. Bu tıpkı, "Falancanın eli açıktır" denilmesi gibidir. Tavl kelimesinin aslı, kısanın aksi olan tûl kelimesinden gelmektedir. Zira bir şey uzun oldu mu, tıpkı kısa olması halinde kendisinde bir kusur ve noksanlığın bulunması gibi, onda bir mükemmellik ve fazlalık bulunduğunu gösterir. Aynı şekilde zenginlik de tavi diye adlandırılmıştır, çünkü zenginlik sebebiyle insan, tıpkı uzun böyle olan kimsenin, kısa boylu olanın alamıyacağı şeyleri alması gibi, fakirin elde edemiyeceği şeyleri elde edebilmektedir. Sen bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Âyette geçen tavl kelimesinin manası "kudret"tir. Bu kelimenin mansûb olması ise, (......) kelimesinin mef'ûlü olması sebebiyledir. kelimesi de "kudret"in, kelimesinin mef'ûlü olduğu için, mahallen mansûbtur. İmdi şayet, "İstitâet, kudret demektir. Âyette geçen tavl kelimesi de kudret manasınadır. Buna göre âyetin takdiri, "Sizden kim hür ve müslüman kadınları nikahlama kudretine kadir olamazsa..." şeklinde olur. O halde kudretin tekrâr edilmesinin mânası ve faydası nedir?" denilirse, biz deriz ki: Durum senin söylediğin gibidir. Ancak ne var ki evlâ olan, manânın "Sizden kim, hür ve müslüman kadınlarla evlenmeye tam manasıyla güç yetiremezse.." şeklinde (mefûl-i mutlak durumunda) olmasıdır İşte bu izaha göre, söz konusu olan müşkil zail olmuş olur. Lügatle ilgili açıklamalar işte bundan ibarettir. Âyet Hakkında Yapılan Tefsirler Müfessirlerin yapmış olduğu izahlar şunlardır: a) "Kim hür kadınlarla evlenmesine imkân veren bir mal varlığına ve zenginliğine muktedir olmazsa, bir cariye ile evlensin." b) Âyetteki "nikah" sözü, "cinsî münasebette bulunma" manasına tefsir edilir Buna göre mana, "sizden kim, hür kadınlarla cinsi münasebette bulunmaya mân bakımdan kadir değilse, bir cariye ile evlensin" şeklinde olur. Mananın böyle olmas halinde, nikahı altında hür kadın bulunmayan herkesin, cariye ile evlenmesi caizdir Bu açıklama, Ebu Hanife'nin mezhebine uygundur. Çünkü onun mezhebine göre nikahı altında hür kadın bulunan kimsenin, ister hür kadınla evlenmeye muktedir olsur ister olmasın, câriye ile evlenmesi caiz değildir. c) Bunun manası, hür kadınla yetinmektir. Bu durumda erkeğin, ister nikahı artında hür kadın bulunsun, isterse bulunmasın, cariye ile evlenebilir. Bütün bu izahlar yapılabilir. Zira, âyette geçen "istita'a" (güç yetirme) bütün bu izahlara muhtemildir. Üçüncü Mesele Âyetteki "Sizden kim muhsenâti nikahla alacak bir bolluğa güç yetiştiremezse..." buyruğunda geçen "muhsenat" lâfzından murad, hür kadınlardır. Bunun böyle olduğuna, Allahü Teâlâ'nın "muhsenat" ile evlenmek imkansız olduğunda, câriye ile evlen ilebileceğini bildirmesi de delâlet eder. Binâenaleyh buradaki "muhsenat" lâfzı ile kastedilenin, cariyenin zıddı gibi olanlar olması gerekir. Bu kelimeyi sâd harfinin fethası ile "muhsenat" şeklinde okuyanlara göre, hür kadınların muhsenat olarak adlandırılmalarının sebebi, onların, hür olmaları sayesinde cariyelerin teşebbüs edecekleri hallerden korunmuş olmalarıdır. Çünkü zahir olan odur ki cariyeler dışarıya çokça çıkar, şuraya buraya girip çıkar, önemsenmez, değer verilmez. Hür kadın ise, bütün bu noksanlardan korunmuştur. Fakat kelimeyi sâd harfinin kesresi ile "muhsinât" şeklinde okuyanlara göre mana şöyledir: Onlar, kendilerini hür olmaları sebebi ile koruyanlardır. İmam Şafi'nin Tefsirine Göre Cariye İle Evlenmenin Şartları Şafiî (r.h)'nin görüşü şudur: Allahü teâlâ, cariyelerle evlenme hususunda üç şart belirtmiştir. Bunlardan ikisi evlenen erkek, üçüncüsü ise evlenilen kadın hakkındadır. Evlenende bulunması gereken şartlardan birincisi, onun hür kadınla evlenebileceği mehri bulamamasıdır ki bu, Hak teâlâ'nın, "Sizden kim hür ve müslüman kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetiremezse..." âyetiyle beyan ettiği husustur. Bir bolluğa güç yetirememenin manası ise, hür kadını nikahlayabileceği bir malın (mehrin) olmamasıdır. İmdi şayet, "Bir kimse cariye ile evlenebiliyorsa, fakir bir hür kadınla da evlenebilir. Binaenaleyh aradaki fark nereden geliyor?" denilirse, biz deriz ki: Cariyeler hakkındaki örf, onlar efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için, mehir ve nafakalarının az olması şeklindedir. Binaenaleyh aradaki fark zahirdir. Evlenende bulunması gereken şartlardan ikincisi, bu âyetin sonlarına doğru gelen, "(Cariyeleri alma hususundaki) bu (müsâade), içinizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir" ifadesidir. Bu, "Bekârlık canına tak eden kimse içindir" manasınadır. Evlenilecek kadında bulunması gereken üçüncü şart ise, bu cariyenin kâfir değil mü'min olmasıdır. Zira cariye kâfir olduğu zaman şu iki bakımdan yani kölelik ve küfür bakımından eksik olmuş olur. Şüphe yok ki doğacak çocuk, hür olma veya köle olma bakımından annesine tâbidir. Bu durumda çocuk, bir köle olarak kâfir annesinin mülküne bağlanmış olur ve böylece o çocukta hem köle hem de kâfirin mülkü olma gibi iki noksanlık bulunmuş olur. İşte bu üç şart, câriye ile evlenilebilmede Şafii'ce itibâr edilen şartlardır. İmam Ebû Hanife'ye Göre Cariye İle Evlenmenin Şartları Ebu Hanife (r.h)'ye gelince, o şöyle der: "Nikahı altında hür kadın bulunan kimsenin, cariye ile evlenmesi caiz değildir. Fakat nikahı altında bir hür kadın bulunmayan kimsenin, hür kadınla evlenmeye ister gücü olsun ister olmasın, cariye ile evlenmesi caizdir." Şafiî, görüşüne bu âyeti delil getirmiştir. Bunu şu iki şekilde izah edebiliriz: a) Allahü teâlâ, önce hür kadınlarla evlenmeye mali gücün bulunmaması şartını zikretmiş, peşisıra cariye ile evlenilebileceği hükmünü getirmiştir. Bu vasıf (şart), bu hükme uygundur. Çünkü insan, bazan cima etmeye muhtaçtır. Hür kadının geçiminin ve mehrinin çok olması yüzünden, insan hür kadınla (nikahlanıp) cima edemediği zaman, cariye ile evlenmesine müsaade edilmesi gerekir. Bu sabit olunca biz deriz ki: Hüküm, kendisine münasip bir vasfın (şartın) peşisıra zikredildiğinde, bu durum, o hükmün o vasfa bağlı olduğuna delâlet eder. Bu sabit olunca da biz deriz ki: Şayet cariye ile evlenme, hür kadının mehrine sahip olma veya olmama durumlarında caiz olsaydı, mehre güç yetirememenin kesinlikle bu hüküm üzerinde bir tesiri olmaması gerekirdi. Fakat biz, âyetin delâlet ettiği şeyin, bu hükümde bir tesiri olduğunu beyân etmiştik. Binaenaleyh insanın, hür kadınla evlenebilecek mali kudretinin bulunması halinde, cariye ile evlenemeyeceği sabit olur. b) Biz, bu âyetle mefhum-u muhalifi yoluyla şu şekilde de istidlal edebiliriz: Bir şeyin özellikle zikredilmesi, hükmün, onun dışında kalanlardan nefyedildiğine delâlet eder. Bunun delili şudur: Bir kimse, "şu ölü yahudi, hiçbirşey göremez" dediğinde, bu söze herkes güler ve "Yahudi olmasa da görmez. O halde, bunu "ölü yahudi" diye kayıtlamanın ne manası var" der. Bundan dolayı, örfü bilen kimselerin, bu sözü kabîh görüp, kabîhliği (manasızlığı) bu illete bağladıklarını görünce, dili iyi bilenlerin, bir hükmü bir sıfatla kayıtlamanın, o hükmün kayıtlanan (şart koşulan) şey dışında bulunmamasını gerektireceğinde ittifak ettiklerini anlamış oluruz. Ebu Bekr er-Râzî el-Cessâs şöyle demektedir: "Bu durumun, mübahlığa tahsis edilmesi, o şeyin dışında kalanların yasak olduğunu göstermez. Bu, Cenâb-ı Allah'ın, "Evladlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin" (isrâ, 31) âyetinde ifade edilen husus gibidir. Bu âyette, bu korkunun zail olması durumunda, evladların öldürülebileceğine bir delâlet yoktur. Yine bu, "Bibâyı (faizi), Öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin" (Al-i imran, 130) âyetinde ifâde edilen hususa benzer. Bu âyette, "kat kat olmaması halinde" faizin yenebileceğini gösteren birşey yoktur." er-Razî el-Cessâs'a şöyle cevap verilir: "Lâfzın zahirî manası bunu gerektirmektedir. Ancak delil-i munfasıla (başka bir delile) dayanılarak, bu âyetlerin zahirî manalarına göre amel edilmemiştir. Bu tıpkı, sana göre emrin zahirinin vücûb (farziyyet) ifâde edip, delil-i munfasıldan ötürü, pek çok yerde emrin zahirine göre amel edilmemesi gibidir. Âyete delil olarak tutunma hususunda güzel bir soru da, söylediğimiz şu sözdür: Âyette geçen "nikah"tan maksadın, "cinsî münasebette bulunma" manası olması niçin caiz olmasın? Binaenaleyh âyetin manası, "sizden kim hür kadınlarla cinsî münasebette bulunmaya (mali bakımdan) muktedir olamazsa..." şeklinde olur. Buna göre de, nikahı altında hür bir kadın olmayan kimselerin, cariyelerle evlenmeleri caiz olur. Böyle olması halinde de, âyet Ebu Hanife lehine bir hüccet olur. Bu suale şöyle cevap verilir: "Müfessirlerin çoğu, âyetteki "tavlen" (bolluk-güç) kelimesini, "zenginlik" diye tefsir etmişlerdir. Zengin olmamanın ise, cinsî münasebete kadir olmamada değil, nikah akdi yapamamada tesiri vardır." Ebu Bekir er-Râzî, görüşünün doğruluğuna umumî manadaki şu gibi âyetlerle istidlal etmiştir: "Hak teâlâ, "Sizin için helâl olan kadınlardan... nikah edin" (Nisa, 3). "İçinizden bekârları evlendirin.."Nur.32); "Onlardan başkası size helal kılmdı" (Nisa, 24) ve "Kendilerine sizden evvel kitab verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar da (size helâldir)" (Maide. 5) buyurmuştur. Bu son âyet, ehl-i kitaptan olan cariyeleri de içine alır. Bunda geçen "muhsenât"tan maksad, iffetli kadınlardır." Cessâs'ın bu görüşüne şöyle cevap verilir: "Bizim delil getirdiğimiz âyet "hâss"tır. Hâs olan âyet, âmm (genel) manalı olan âyete tercih edilir. Bir de bu âyet, nikahı altında hür kadın bulunanlara hastır. Bu tahsîs daraltma, çocuğu kölelikten korumak için yapılmıştır ki bu husus münakaşa konusunda da söz konusudur. Beşinci Mesele Hak teâlâ'nın, "Sizden kim hür ve müslüman kadınları nikâhla alacak bir bolluğa güç yetiştiremezse..." buyruğunun zahiri, iman etmenin hür kadınlar hakkında muteber olmasını gerektirir. Buna göre bir kimse, ehl-i kitaptan hür bir kadınla evlenmeye kadir olup, ama müslüman hür bir kadınla evlenmeye malî yönden muktedir olamazsa, bu kimsenin cariye ile evlenmesi caiz olur. Alimlerin ekserisinin görüşü, hür kadınlar hakkında îman mefhumunun zikredilmesi mendûb ve müstehâb olan bir husustur. Çünkü, rızkın ve geçim vasıtalarının azlığı ve çokluğu hususunda, ehl-i kitaptan olan hür kadınla, mü'min hür kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Ehl-i Kitap Kadınla Evlenmenin Hükmü Bazı alimler şöyle demektedirler: Ehl-i kitaptan olan kadınlarla evlenmek, kesinlikle caiz değildir. Onlar bu âyetlerle istidlal ederek şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ, müslüman hür kadınla evlenmek inkânsız hale geldiğinde, bu kimsenin müslüman bir cariyeyle evlenebilmesinin taayyün ettiğini beyân buyurmuştur. Eğer kitabî olan hür kadınla evlenmek caiz olsaydı, o zaman hür müslüman kadınla evlenilemediğinde, müslüman cariye ile evlenmek taayyün etmemiş olurdu. Bu ise, âyetin delâletini ortadan kaldırmaktadır. Sonra bu görüşte olanlar, âyetin bu delâletini, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin" (Bakara. 221) buyruğu ile de te'kîd etmişlerdir. Biz de bu âyeti (Bakara, 221) tefsir ederken, pekçok delile dayanarak ehl-i kitabın kadınlarının müşrik olduğunu beyân etmiştik. Âyet, Zaruret Olmadıkça Cariye İle Evlenmeden Sakındırır Âyet-i kerime, cariyelerle evlenmekten sakınmaya ve zaruret olmadıkça, böyle bir nikâh yapmanın caiz olmayacağına delâlet etmektedir. Bunun sebebi şunlardır: a) Çocuk, kölelik ve hürlük bakımından anneye tâbidir. Binâenaleyh anne köle olunca, çocuk da köle olarak ona bağlanmış olur. Bu ise hem o insana, hem de çocuğuna bir nakısa getirir. b) Cariye, dışarıya çıkmayı, ötede beride gezmeyi ve erkeklerle içli-dışlı olmayı kimi kez adet edinmiştir. Böylece de, son derece utanmaz ve arsız olur. Çoğu kez günaha dalmayı, azmayı adet edinir. Bütün bunlar ise, kocalar hakkında bir zarardır. c) Cariye üzerinde efendinin hakkı, kocanın hakkından daha büyüktür. Bu gibi zevceler, hür kadının sırf kocasına ait olması gibi, kocalarına ait olamazlar. Çoğu kez kocası kendisine ciddî olarak ihtiyaç hisseder, ama buna bir imkân bulamaz. Çünkü karısının efendisi, köle olması hasebiyle onu engelleyerek mani olur. d) Efendi, o cariyeyi bazan başkasından satın alır. Binaenaleyh, "cariyenin satılması onun talakıdır" görüşünü savunanlara göre, bu câriye, ister kocası istesin isterse istemesin, boş olmuş olur. Bu görüşte olmayanlara göre de, ikinci efendisi onunla ve çocuğuyla yolculuğa çıkabilir. Bu ise, (kocaya) zarar veren en büyük şeylerdendir. e) Cariyenin mehri, efendisinin mülküdür. Binaenaleyh o cariye, hür kadının aksine, ne kocasına mehrini bağışlayabilir, ne de o mehrinden tamamiyle vazgeçebilir. İşte bu sebeplerden dolayı Cenâb-ı Hak, bir ruhsat olması durumu müstesna, cariyelerle evlenmeye müsaade etmemiştir. Allah en iyisini bilendir. Cenâb-ı Hakk'ın, "O halde sağ ellerinizin mâlik olduğu mümin cariyelerinizden (alsın..)" buyruğuyla ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Hak teâlâ'nın, "O halde sağ ellerinizin mâlik olduğu..." tabiri şu demektir: "Yani o kimse, sağ ellerinin mâlik olduğu cariyeyle evlensin.." İbn Abbas, "Cenâb-ı Hakk bu tabirle, kişinin kızkardeşinin cariyesini kastetmiştir. Çünkü bir kimsenin kendi cariyesiyle evlenmesi caiz değildir" demiştir. İkinci Mesele (......) kelimesi, (......) kelimesinin çoğulu olup; memlûke "mülk edinilmiş cariyeler" demektir. Köle için de, (......) kelimesi kullanılır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de, "Sizden hiç biriniz, benim kölem, kulam demesin; ama, benim yiğidim, gencecik kızım desin" Buhârî, Itk, 71. dediği rivayet edilmiştir. Yine, yeni yetişen cariyeye çocuğa da ismi verilir. Cariye de, ister genç olsun isterse ihtiyar olsun, diye isimlendirilir. Çünkü cariye de, büyüklere gösterilen saygı gibi bir saygı görmeme hususunda, genç gibidir. Evlenecek Cariyenin Müslüman Olmasının Şart Olup Olmadığı Hak teâlâ'nın, "mü'min cariyelerinizden (alsın)" tabiri cariye ile evlenmenin, onun mü'min bir kadın olmasıyla kayıtlandığına delâlet eder. Binaenaleyh, koca ister hür ister köle olsun, onun kitabî bir cariye ile evlenmesi caiz olmaz. Bu Mücâhid, Saîd, Hasan cfl-Basrî, İmam-ı Mâlik ve İmâm-ı Şafiî'nin görüşüdür. Ebu Hanife ise, kitabî bir cariye ile evlenmenin caiz olduğunu söylemiştir. Şafiî (r.h)'nin delili şudur: Hak teâlâ'nın, "mü'min cariyelerinizden (alsın)" ifadesi, cariye ile evlenebilmenin onun mü'min olmasıyla kayıtlanmış olduğunu gösterir. Bu da, hür kadınla malî yönden evlenebilme meselesinde zikretmiş olduğumuz o iki sebepten dolayı, mü'min olmayan cariyelerle evlenilemiyeceğini gösterir. Hem yine Cenâb-ı Hak, "Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin" (Bakara, 221) buyurmuştur. Ebu Hanife (r.h)'nin delili ise, nass ve kıyas iledir. Nasstan deliline gelince bu, hür kadınla, malî yönden evlenilebilmesi hususunda, tutunduğumuzu söylediğimiz umumî ifâdelerdir ki, bunların en kuvvetlisi, Hak teâlâ'nın, "Kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi..." (Maide. 5) âyetidir. Kıyastan delili ise şudur: Biz, hür olan ehl-i kitap kadınları ile nikâhlanmanın mubah olduğu hususunda ittifak ettik. Kitabî olan cariyeler de mubahtır. Binaenaleyh, bir kimse kitabî olan cariyelerle evlenirse, bunun caiz olması gerekir. Ebu Hanife'nin genel ifâdelere tutunmasına şu şekilde cevap veririz: Bizim delillerimiz hâstır. Binaenaleyh, hâs (özel) olan deliller 'âmm olan ifâdelerden önce gelir, tercih edilir. Kıyastan deliline de şu şekilde cevap veririz: Şafiî şöyle der: Bir kimse kitabî hür kadınla evlenirse, bu durumda tek bir noksanlık meydana gelir. Ama, kitabî cariyeyle evlenirse, bu durumda da köle olma ve küfür gibi iki çeşit noksanlık meydana gelmiş olur. Böylece bu iki durum arasındaki fark ortaya çıkmış olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah sizin imanınızı çok iyi bilendir" buyurmuştur. Zeccâc bunun manasının, "(ey insanlar) iman hususunda-zâhire göre amel edin. Zira, sizler işlerin zahîrleri ile mükellefsiniz. Sırları ve hakikatları bilmeyi, Allah üstlenmiştir" şeklinde olduğunu söylemiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Kiminiz kiminizden (hasıl olmuşsunuzdur)" buyurmuştur. Bu hususta da şu iki izah yapılmıştır: a) Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Binaenaleyh, zaruret esnasında cariyelerle evlenmeye karşı olan taassub ve kibiriniz, size mani olmasın. b) İman konusunda hepiniz müştereksiniz. İman, faziletlerin en büyüğüdür. En büyük fazilette ortaklık tahakkuk edince, bunun dışında kalan farklılıklara iltifat edilmez. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "Mü'min erkekler de, mü'min kadınlar da birbirinin velileridir" (Tevbe. 71) ve "Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olamnızdır" (Hucurat. 13) âyetleridir. Zeccâc, bu ikinci şıkkın daha münasip olduğunu söylemiştir. Çünkü mü'min kadınlar daha önce zikredilmişti. Veya, "İslâm şerefiyle şereflenmek, diğer sıfatlardan daha üstündür." Bu, Şafiî (r.h)'nin "iman, cariyelerle evlenebilmenin şartıdır" sözünü kuvvetlendirir. Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın bu kelimeleri zikretmesinin hikmeti şudur: Araplar, kendi soy soplarıyla iftihar ediyorlardı. Böylece Cenâb-ı Hak bu kefimeleri zikrederek, kendisinin bu şeylere bakmadığını ve kıymet vermediğini bildirmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de, "Üç şey vardır ki, bunlar câhiliyye tutumundandırlar: İnsanların nesebleri hakkında ta nda bulunup ileri geri konuşmak; soy sop ile iftihar etmek ve yağmurun yağmasını yıldızlara bağlamak.. İnsanlar bu üç şeyi, İslâmiyet döneminde de terketmemişlerdir" Buhârî, Menâkıbû'l-Ensâr, 27; Müsned, 2/362. dediği rivayet edilmiştir. Câhiliyyedekiler, İbnu'l-Hecîn'İ ta'n ediyorlardı. Böylece Cenâb-ı Hak, onları câhiliyye huyundan men etmek için böyle buyurmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu nikahın nasıl olacağını buyurarak, "O halde, onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın" demiştir. Bu hususta iki mesele vardır: Birinci Mesele Âlimler, efendisinin izni olmadan cariye ile evlenmenin gecorsiz olacağı hususunda ittifak etmişlerdir: Bu hükmün böyle olduğuna hem Kur'ân-ı Kerim, hem de kıyas delâlet etmektedir. Kur'ân'dan olan delil işte bu âyettir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, "O halde, onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın" buyruğu, nikâh vacip olmasa darn müsaadenin, nikâhın caiz olmasının bir şartı olmasını iktiza etmektedir. Bu, tıpkı Hazret-i Peygamber'in "Her kim selem yaparsa, bunu malûm bir ölçek, malum bir tartı ile malum bir zamana kadar yapsın" İbn Mâce, Ticârat, 59 (2/765). ifadesi gibidir. Selem yapmak vacip değildir. Ancak ne var ki, bir kimse selem akdi yapmak isterse, bu şartları tastamam yerine getirmesi gerekir. Nikah da, her ne kadar vacip değilse de, bir kimse cariye ile evlenmek istediğinde, onunla ancak efendisinin müsaadesiyle evlenmesi gerekir. Kıyastan delil ise şudur: Câriye, efendisinin mülküdür. Cariye evlendikten sonra, onun daha önce sağlamış olduğu menfaatlerin pek çoğunu, artık efendisine temin edemez. Binaenaleyh bu evliliğin, ancak efendisinin izniyle olması gerekir. Bil ki, Kur'ân'ın ifâdesi cariyelere hastır. Kölelere gelince, onlar hakkında bu hüküm hadis ile sabittir. Cabir'den rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Efendisinin izni olmadan evlenen köle zinakardır” Ebü Davûd, Nikâh. 16 (2/228); Tîrmizî, Nikâh, 21 (3/419); İbn Mâce, Nikâh, 43 (1/630). buyurmuştur. Evlenmede Velinin İzninin Şart Olup Olmaması Şafiî (r.h), "Buluğa ermiş akıllı bir kadının nikâhı, velîsinin izni olmaksızın sahîh olmaz" derken, Ebu Hanife (r.h) "Bu, sahih olur" der. Şafiî bu âyetle istidlal etmiştir ki, buistidlalin izahı şudur: Hak teâlâ'nın, buyruğundaki zamirleri, cariyelere aittir. Cariye, kölelik vasfıyla tavsif edilmiş bir kişidir. Kölelik vasfı, (şartlara bağlı olarak) zail olan bir sıfattır. Halbuki, zail olan sıfatlarla tavsif edilmiş olan zâta işaret etmek, o sıfatlara işaret etmeyi kapsamaz. Baksana bir kimse, "şu genç ile konuşmayacağım.." diye yemin etse de, o genç ihtiyarlasa, sonra da onunla konuşsa, o kimse yeminini bozmuş olur. Binaenaleyh, yok olup giden arızî bir sıfatla tavsif edilmiş bir zâta işaret etmenin, o arızî sıfatlar zail olduktan sonra da devam ettiği sabit olmuş olur. Bu sabit olunca biz deriz ki, Hak teâlâ'nın, "O halde onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın" ifâdesi, cariyelere bir işarettir., Binaenaleyh bu işaretin, kölelik vasfının onlardan zail olup, hürriyetlerini kazanmaları durumunda da devam etmesi gerekir. Durum böyle olunca, biz deriz ki: Misâlimizdeki akıl-baliğ hür kadının nikâhının caiz olması, velîsinin iznine dayanır. Bu, bu misâlde sabit olunca, bu hükmün, bunlar arasında herhangi bir farkın bulunduğunu söyleyenin bulunmayacağı zaruretine binâen, diğer durumlarda da sabit olması gerekir. Ebu Bekr er Razî, bu âyetle, bu meselede Şafiî'nin görüşünün fasid olduğuna istidlal ederek şöyle demektedir: Şafiî'nin mezhebine göre, nikâh akdinde kadının söz hakkı yoktur. Buna göre de, kadının, cariyesini evlendirmesi caiz değildir, Bilakis, onun mezhebine göre bu kadının cariyesini evlendirme hususunda başkasını vekîl tayin etmesi gerekir. Halbuki bu âyet, bu görüşü iptal etmektedir. Çünkü bu âyetin zahiri, efendisinin izninin bulunmasıyla yetinilebileceğine delâlet etmektedir. Binaenaleyh kim "bu kâfi değildir" derse, âyetin zahirini terketmiş olur. Cessâs'ın bu görüşüne, şu bakımlardan cevap veririz: a) Âyette geçen "izin" ifâdesinden maksat, rızadır. Bize göre, efendinin rızâsının mutlaka alınması gerekir. Ama bunun yeterli olduğu hususunda âyette herhangi bir delil yoktur. b) Âyette geçen ehlihinne, yani "onların sahipleri" tabiri, onları evlendirmeye kadir olan kimselerden ibarettir. Bu da, eğer o cariyenin efendisi (sahibi) erkek ise, mevlâdır (yani adamın kendisidir); veyahut da o cariyenin efendisi kadın ise, kadın olan efendinin tayin ettiği velidir. c) Farzet ki "ehl" kelimesi "mevlâ"dan ibarettir. Ancak ne var ki, bu ifâde hem erkekleri hem de dişileri içine alan umumî bir ifâdedir. Kadının kendi kendini evlendiremiyeceğine delâlet eden deliller ise hâstır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kendi kendini evlendiren kadın, (âhirdir) zinakârdır" demiştir. Böylece bu hadis ile, kadının, kendi kendini evlendirme hususunda bir söz hakkının olmadığı ortaya çıkmış olur. Binaenaleyh, arada herhangi bir farkın bulunduğunu söyleyen birisinin olmaması sebebiyle, kadının, cariyesini evlendirme hususunda da bir söz hakkının bulunmaması gerekir. Allah en iyi bilendir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Ücretlerini de, Örfe göre onlara verin" buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır: Cariyenin Mehirleri Âyetin tefsiri hakkında şu iki görüş ileri sürülmüştür: a) Âyette geçen "ücretler" sözünden murad, onların mehirleridir. Bu izaha göre âyet, onlarla evlenildiğinde, mehir ister belirtilsin isterse belirtilmesin, mehrin vacip olduğuna delâlet eder. Çünkü Cenâb-ı Hak, mehri vacip kılma hususunda, onu belirleyenle belirlemeyen arasında bir fark gözetmemiştir. Cenâb-ı Hakk'ın "mehr-i misl"i murad ettiğine, O'nun "örfe göre" tabiri de delâlet etmektedir. Bu husus içtihada, keza örfteki ve gelenekteki zann-ı galibe dayandırılan şeyler hakkında mutlak bir ifâdedir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Onların maruf bir şekilde yiyeceği, giyeceği; çocuk kendisinin olan (babaya) aittir" (Bakara, 233) tabiri gibidir. b) Kâdî şöyle demektedir: "Onların ücretleri" tabirinden murad, onların nafakalarıdır." Bu sözü söyleyen, bunun birincisinden daha münasip olduğunu, çünkü mehrin belirlenmiş bir şey olduğunu, bu konuda marufun (örfün) şart koşulmasının bir manasının bulunmadığını söyleyerek şöyle devam etmiştir: Cenâb-ı Hak sanki, onun câriye olmasının, tıpkı hür kadın hakkında olduğu gibi, örfe göre mevlâsı ile cariye ayrıldığında, onun nafakasının vacip olması ve o nafakanın yeterli olmasında bir zararı olmayacağını beyân buyurmuştur. Sonra, Kâdî sözüne devamla şunu da belirtmiştir: "Lâfız, her ne kadar bizim zikrettiğimiz şeye muhtemel ise de, müfessirlerin ekserisi bu (ücretleri) tabirini, "onların mehirleri"; örfe göre tabirini de "istendiği zaman geciktirmeksizin ve tam olarak, güzel bir şekilde mehirlerini cariyelere verme, ulaştırma" manasına hamletmişlerdir. İkinci Mesele Ebu Bekr er-Razî (el-Cessâs), Ahkâmu'l-Kur'ân'ında, bazı Mâliki âlimlerinin evlenmede mehri alma hakkının cariyeye ait olup, cariyeyi ücret mukabilinde başkasının işinde çalıştırma durumunda, bu ücrete cariyenin değil de efendisinin hak sahibi olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Bunlar, mehir hususunda bu âyetle istidlal etmişlerdir ki, o da "ücretlerini onlara verin" buyruğudur. Cumhûr-u ulemaya gelince bunlar, cariyenin mehrinin efendisine ait olduğu hususunda, hem nass hem de kıyasla istidlalde bulunmuşlardır. Nassdan delil, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah şöyle bir mesel irâd etti: "Hiçbir şeye gücü yetmeyen memlûk bir kul..." (Nahl, 75) tabiridir ki, bu ifâde "memlûkün" bir şeye mâlik olmasını kesintikle nefyetmektedir. Kıyastan delil ise şudur: Mehir, fercten temin edilen menfaatlerin karşılığı olarak vacip kılınmıştır. Bu menfaatler, efendinin mülküdür. Nikah kaydıyla o cariyeyi kocasına helâl kılan, efendisidir. Binâenaleyh, kocanın istifade edeceği o menfaatların bedeline hak kazanan, efendinin bizzat kendisi olması gerekir. Mâlikîlerin bu âyetle istidlal etmelerine şu şekilde cevap verebiliriz: a) Âyette geçen "ücretleri" lâfzını, "nafakaları" manasına alırsak, soru tamamiyle ortadan kalkar. b) Allahü teâlâ, onlardan istifâdenin karşılığı olduğu için, mehri onlara nisbet ederek, "onların mehirteri" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlara., verin" emrinde, mehrin onların mülkü olmasını gerektiren herhangi bir açıklama yoktur. Ancak ne var ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Köle ve kölenin elindeki her şey, onan efendisinindir" Sünenu'l-Beyhakî, 5/327 buyurmuştur. Böylece, onların mehri de efendilerinin mülkü olmuş olur. Allah en iyi bilendir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere..." buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır: Fahişe ve Metresle Yaşamak Haramdır İbn Abbas, âyette geçen lâfzının, "iffetli kadınlar" olarak manasına geldiğini söylemiştir ki bu, Hak teâlâ- nın, "O halde onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın" sözünden hâldir. Binaenaleyh, bu ifâdenin zahiri, zinâkar cariyelerin nikahının haram olmasını gerektirir. Âlimler, zinakâr cariyelerin nikahının caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir ki, biz bu hususu, "Zina eden erkek; zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz.."(Nur, 3) âyetini tefsir ederken açıklayacağız. Ekseri âlimler, bu nikahın caiz olacağı kanaatindedirler. Buna göre bu âyet, mendûb ve müstehab olma anlamına hamledilmiş olur. Hak teâlâ'nın, (......) buyruğunun manası. "zina etmeyenler.." anlamındadır. Cenâb-ı Hakk'ın, (......) buyruğundaki (......) kelimesi, tıpkı (......) 'nun, (yaşıt, aynı yaşta) kelimesinin çoğulu olması gibi, (......) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ise, seninle bir ve beraber olan kimse anlamına gelmektedir. Böyle bir kimse ise, gizli ve aşikâr her durumda, seninle beraber olandır. Müfessirlerin ekserisi ise, "müsafih - zinakâr" olan kadının, kendisim istediği erkeğe kiralayan; dost edinen kadının ise, muayyen birisini dost edinen kadın olduğunu söylemişlerdir. Câhiliyyedekiler, bu iki kısım arasında bir fark görüyor, dostu olan kadınlara, zinakâr hükmünü vermiyorlardı. İkisi arasında gözetilen bu fark. onlarca muteber addolununca, muhakkak ki Cenâb-ı Hak bu iki kısımdan her birin ayrı ayrı zikretmiş, böylece ikisinin de haram olduğunu nass ile belirtmiştir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki: "Rabbim ancak hayasızlıkları, , onların açığını da gizlisini de... haram etmiştir" (Araf, 33) âyetidir. İkinci Mesele Kâdî şöyle demektedir: "Bu âyet, cariyelerin nikâhı hususunda iman mefhumunu şart koşmayan kimselerin istidlal ettiği delillerden birisidir. Çünkü bu şart olmuş olsaydı, onların namuskâr, iffetli olmaları da şart olurdu. Halbuki bu, bir şart değildir." Kadî'nin bu görüşüne şöyle cevap verilir: Bu ifâde, ifâdesine değil de, Cenâb-ı Hakk'ın ifâdesine matuftur, onunla ilgilidir. Şüphesiz ki bütün bunlar vacibtir. Böylece biz şu hususta vacibin bulunmamasından, kendinden önceki şeylerde de vacibin olmamasının gerekmediğini anlamış oluruz. Allah en iyi bilendir. Cariyenin Cezası, Hürlerin Yarısı Nisbelindedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtîkâb ettiler mi, o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir)" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Hamza, Kisaî ve Asımın ravisi Ebu Bekr elifin fethasıyla diğer kıraat imamları ise, elifin dammesiyle (......) şeklinde okumuşlardır. Meftuh okuyanlara göre bu kelimenin manası, "Onlar müslüman olurlarsa..." şeklindedir. Hazret-i Ömer, İbn Mesûd, Şa'bî ve en-Nehaî ve Süddî de böyle demişlerdir. Damme ile okuyanlara göreyse bu kelimenin manası, "onlar kocaları vesilesiyle korunduklarında.." şeklindedir. İbn Abbas, Saîd İbn Cübeyr, Hasan el-Basrî ve Mücahid de böyle söylemektedir. Âlimlerden birinci açıklamayı tenkid edip de şöyle diyenler vardır: Allahü teâlâ, "mümin cariyelerinizden..." tabirinde, cariyeleri iman ile vasfetmiştir. Önce "mü'min cariyeleriniz.." denilip de, daha sonra da, "onlar iman ettiklerinde onların halleri şöyle şöyledir..." denilmiş olması uzak bir ihtimaldir. Buna şu şekilde cevap vermek mümkündür: Allahü teâlâ şu iki hükmü zikretmiştir: a) Cariyelerle evlenilmesi halinde, Cenâb-ı Hak bu hususta onlar hakkında, "mü'min cariyelerinizden..." tabiriyle, imana itibar etmiştir. b) Cenâb-ı Hak, o cariyelerin fuhş yapmaları halinde, onlara terettüb eden hükmü belirtmiş ve onların iman etmeleri halini de yine bu hükümde zikretmiştir ki bu da, (fetha okuyanlara göre) "iman ettiklerinde..." ifadesidir. İkinci Mesele Âyette büyük bir müşkil vardır. O da şudur: Hak teâlâ'nın "O vakit, üzerlerine, muhsenât üzerindeki cezanın yarısı (düşer)" buyruğundaki "muhsenât" lâfzı ile kastedilen ya evli hür kadınlardır, ya da bekâr hür kadınlardır. Bu kadınlara "muhsenât" denilmesinin sebebi, hür oluşlarıdır. Bu lâfızla birincilerin murad edilmiş olması müşkildir. Çünkü evli ve hür kadınlar zina ettiği zaman, recmolunmaları gerekir. Binaenaleyh bu durum, cariyelerin zina etmeleri halinde cezalarının recmin yarısı olmasını gerektirir. Bunun bâtıl olacağı herkesin malumudur. İkincilerin yani hür ve bekar kadınların murad edilmiş olmasına gelince, onların cezasının yarısı elli değnektir. Bu kadar ceza, ister evli olsun ister evli olmasın zina eden cariyeler hakkında zaten vacibtir. Binaenaleyh bu hüküm, cariyelerden sadece zinanın sadır olmasına bağlanmış olur. Halbuki âyetin zahiri bu cezanın, muhsan (evli) olma ve zina etmiş olma şartına bağlı olmasını gerektirir. Çünkü, 'Onlar evlendikten (muhsan olduktan) sonra bir fuhuş İrtikab ederlerse..." âyeti, bir şartın bulunmasından sonra ikinci bir şartın daha bulunmasını ifade eder. Binaenaleyh bu da, hükmün bu iki şarta açıkça bağlanmış olmasını gerektirir. İşte âyetteki büyük müşkil budur. Buna şöyle cevap verilir: Biz "muhsenât" ile ikincilerin kastedilmiş olmasını tercih ediyoruz. Çünkü âyetteki, "Onlar evlendikten (muhsan olduktan) sonra..." sözünden murad, cariyelerin zina ettiklerinde cezalarının elli değnek olabilmesi için, bu muhsan oluşun şart kılınması değildir. Aksine bunun manası, "evli iken yapılması halinde zinanın cezası sertleşir. Mesela şu câriye, evli iken zina ederse bunun cezası elli değnektir, daha fazla değildir. Eğer o, evlenmeden önce zina yaparsa, bu ceza (elli değnek) onun için daha uygundur" şeklindedir. Bu mana, âyetten anlaşılan şeyin yerini tutar. Zira, kölelikten ötürü bu cezanın hafifletilmesi gerektiği için, cezanın artırılmasına sebep olan şey mevcut olduğunda, bu kadar cezanın o şiddetlendirme sebebi bulunmadığı zaman olması daha uygun olur. Allah en iyi bilendir. Haricilerin Recm Cezasının İnkarlarına Cevap Haricîler, recmin olmadığı hususunda ittifak etmiş ve bu âyetle şu şekilde istidlal etmişlerdir: "Allahü teâlâ cariyelere hür ve evli kadınlar için söz konusu olan zina cezasının yarısını gerekli (vacip) kılmıştır. Binaenaleyh şayet hür ve evli kadınlara recm cezası gerekseydi, cariyelere vacip olan ceza recmin yarısı olurdu ki bu bâtıldır. Böylece evli ve hür kadınlara gereken zina cezasının sadece celde (değnek) olduğu sabit olur." Hâricilerin bu görüşüne cevabımız, bir önceki meselede verdiğimiz cevabın aynısıdır. Bu hususta geniş açıklama, Nür sûresinde "Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun" (Nur.2)âyetinin tefsirinde zikredilecektir. Dördüncü Mesele Bil ki fakîhler, bu âyeti, her nekadar kendisinde bu ceza vacip olmayan işler mevcud ise de, had cezası dışında, kölenin hükmünün hür insanın hükmünden noksan olduğu hususunda bir temel kabul etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. Anet (Meşakkat) Kelimesinin Manası Sonra Cenâb-ı Hak, "(Cariyeleri alma hususundaki) bu (müsaade), içinizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir" buyurmuştur. Âlimler, bu ifâdenin cariyelerle evlenme hususunda olduğunda ihtilaf etmemişlerdir. Buna göre Allahü teâlâ sanki, "sağ ellerinizin sahip olduğu mü'min kızlar (cariyeler) ile evlenme işi, sizden zinaya düşmekten korkanlar içindir" demiştir. Âyette geçen, "Anet" kelimesi, çok şiddetli ve büyük bir zarar demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, yetimlerle karışıp kaynaşmaya ruhsat verdiği âyette, "Allah (yetimlerin) salâhına çalışanlarla, fesad ve fenalık yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi muhakkak zahmete (zarara) sokardı" (Bakara. 220) yani "işi zorlaştırır, böylece de yemeğinizi yetimlerin yemeğinden ayırmanızı vacip kılardı ve size bundan dolayı büyük zararlar dokunurdu" buyurmuştur. Yine Cenâb-ı Allah, "(O kâfirler) size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Gerçekten onların kin ve buğzlan ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur" (Al-i imran, 118) yani, "onlar sizin çetin bir zarara düşmenizi arzularlar" buyurmuştur. Müfessirlerin bu hususta şu iki görüşleri vardır: 1- Çok şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, çoğu kez insanı zinaya sevkeder. Böylece insan, dünyada zina cezasına, âhirette de büyük bir azaba müstehak olur ki işte "anet" budur. 2- Bu şiddetli şehvet hissi ve cinsî münasebette bulunma arzusu, insanı bazan şiddetli hastalıklara götürür. Meselâ, kadınlarda bu duygu, rahmin boğulup daralmasına, erkeklerde de kasık ve sırt ağrılarına sebebiyet verir. Alimlerin çoğu, 'anet kelimesine birinci manay vermişlerdir. Çünkü Kur'ân'ın beyanına bu daha uygundur. Sonra Cenâb-ı Hak, "Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır" buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır: Birinci Mesele Bundan murad şudur: Cariyelerle evlenmek, şu üç şartın, yani hür kadınlarla evlenmeye gücü olmama, ileri derecede şehevî arzunun bulunması ve cariyenin mü'min olmasışartlarının bulunmasına bağlıdır. Cariyelerle evlenilmesi halinde meydana gelebilecek zararlardan ötürü, bunlarla evlenilmemesi daha evlâdır. İkinci Mesele Ebu Hanife (r.h)'nin mezhebine göre, nikahla meşgul olup (evlenmek), nafile namazlarla meşgul olmaktan efdaldir. Eğer Hanefilerin mezhebi, "İster hür kadınla evlenme olsun, ister cariye ile evlenme olsun, mutlak evlenme ile meşgul olmak nafile namazla meşgul olmaktan daha efdaldir" şeklinde olsaydı, bu âyet onların görüşlerinin batılhğı hakkında sarih bir nass olurdu. Eğer onlar, "Biz cariye ile evlenmeyi nafile namazla meşgul olmaya tercih etmiyoruz" derlerse, bu istidlalleri düşer. Fakat bu tafsilâtı (ayrıntı), onların hiç bir kitabında görmedim. Allah en iyi bilendir. Sonra Hak teâlâ âyeti "Allah gafur ve rahimdir" ifadesiyle bitirmiştir. Bu ifâde, Cenâb-ı Allah'ın "evlâ olan cariyelerle evlenilmemesidir" hükmünü te'kid gibidir. Yani, her nekadar önceki sözden bir yasak oluş manası çıkıyorsa da, Allahü teâlâ, sizin bu tür evliliğe ihtiyacınızdan dolayı bunu mubah kılmıştır. Binaenaleyh bu mubah kılış, Allah'ın rahmeti ve mağfireti babındandır. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 25 ﴿