26

"Allah size, açıkça bildirmek, sizi sizden evvelkilerin yollarına hidayet etmek ve sizin tevbelerihizi kabul etmek ister. Allah alîm ve hakimdir".

Bu âyetle ilgili meseleler bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "Size, açıkça bildirmek..." buyruğundaki lam hakkında şu iki açıklama yapılmıştır:

a) Alimler, (istedim) ve (emrettim) fiilleriyle beraber kullanıldığında, bu lamın bazan" " yerine geçebileceğini ve meselâ, "Gitmeni istedim" "Gitmeni irâde ettim, istedim" "Sana, kalkmanı emrettim" ve "Sana, kalkmanı, (dikilmeni) emrettim" denildiğini; Cenâb-ı Hakk'ın da, "Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar" (Tevbe, 32) buyurduğunu; bunun da, anlamında olduğunu ve "...ve biz (kendimizi) kainatın Rabb'ine teslim etmemizle emrolunmuşuzdur" (En'âm, 71) şeklinde buyurduğunu söylemişlerdir.

b) Âyette, bir hazf bulunduğunu söylememizdir. Buna göre takdir, "Allahü teâlâ, size dininizi ve şeriatınızı iyice beyân edip açıklamak için bu âyetleri indirmek ister, murad eder" şeklindedir. Alimlerin misâl olarak getirmiş oldukları diğer âyetlerde de hüküm aynıdır. Meselâ buna göre, (Tevbe, 32)âyetinin takdiri, "Allah'ın nurunu söndürmek için, hileler yapmak ve inatlaşmak isterler, irâde ederler..." (Enam, 71) âyetinin takdiri ise, "ve biz, (kendimizi) alemlerin Rabb'ine teslim etmemiz için, emrolunduğumuzla emrolunmuşuzdur..." şeklindedir.

İkinci Mesele

Bazı müfessirler, Cenâb-ı Hakk'ın "Allah size, açıkça bildirmek, sizi sizden evvelkilerin yollarına hidâyet etmek...ister" âyetinde geçen iki ifâdenin manasının da aynı şey olduğunu; tekrarın, te'kîd için yapıldığını söylemişlerdir ki, bu zayıftır. Gerçek olan, Hak teâlâ'nın, "size, açıkça bildirmek..." ifâdesinden şunun kastedilmiş olmasıdır: Allahü teâlâ bize bu tekliflerin) beyân etmiş ve o tekliflerde helâli haramdan; güzeli çirkinden ayırmıştır.

"Eski Ümmetlerin Yollarına Götürmek" Ne Demektir?

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Sizi sizden evvelkilerin yollarına hidayet etmek... "buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili olarak da şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Bu, Allahü teâlâ'nın önceki âyetlerde bize haram ve helâl olduğunu beyân ettiği bütün kadınlarla ilgili hükmün, bütün şeriat ve dinlerde aynı olduğuna bir delildir.

b) Allahü teâlâ'nın maksadı bu değildir. Aksine O'nun muradı, "Evvelkilere beyân buyurduğu gibi sizi, faydanıza olan şeyleri size açıklama hususunda sizi sizden öncekilerin yollarına iletmektir..." şeklindedir. Çünkü şeriatlar ve mükellefiyetler aslında farklı iseler de, maslahat ve menfaat konusunda müttefiktirler.

Bu tabirle ilgili bir üçüncü görüş de şudur: Bunun manası, "Batıldan kaçınıp hakka ittiba edesiniz diye Cenâb-ı Hak sizi, sizden önceki hak ehlinden olan kimselerin yoluna iletir..." şeklindedir.

Kulda Tövbe Etmeyi Kim Yaratır?

Sonra Cenâb-ı Hak, "ve sizin tevbelerinizi kabul etmek..." buyurmuştur. Kâdî şöyle demektedir: Bunun manası şudur: Allahü Teâlâ bizden, bizzat tâat olan şeyleri isteyerek, şüphesiz onları iyice beyân edip, bütün şüpheleri onlardan giderdiği gibi, aynı şekilde bizim kusur ve eksikliklerimiz olduğu için, tevbelerimizi kabul etmeyi istemiştir. Çünkü mükellef, bazan itaat edip böylece sevaba hak kazanır; bazan da günah işler, böylece de günah ve isyanları tevbe ile telâfi etmeye ihtiyaç duyar.

Bil ki bu âyette müşkillik arzeden bir husus vardır ki o da şudur: Hak gerçek, ya ehl-i sünnetin dediği gibi "kulun fiilini Allah yaratmıştır" şeklinde olur veya Mu'tezile'nin dediği gibi, "kulun fiilini Allah yaratmamıştır" şeklinde olur. Âyet, her iki görüşe göre de bir müşkillik arzeder. Birinci görüşe göre müşkillik arzetmesi şöyledir: Bu görüşe göre, Allah'ın irade ettiği her şey tahakkuk eder, meydana gelir. Binaenaleyh Cenâb-ı Hak bizim tövbelerimizi kabul etmek istedimi, bunun hepimiz için gerçekleşmesi gerekir. Halbuki bunun böyle olmadığ malumdur. İkinci görüşe göre de müşkillik arzetmesi şöyledir: Allahü teâlâ, bizim kendi ihtiyacımız ve fiilimizle tevbe etmemizi dilemektedir. Halbuki O'nun, "vesizin tevbelerinizi kabul etmek.." sözünün zahiri, tevbe fiilini bizde yaratanın Allahü teâlâ olduğunu ve bu tevbemizin işte böylece meydana geldiğini ihsas ettirmektedir. Binaenaleyh bu âyet her iki görüşe göre de bir müşkillik arzetmektedir.

Bu müşkilliğe şu şekilde cevap verebiliriz: Allahü teâlâ'nın, "ve sizin tevbelerinizi kabul etmek..." buyruğu tevbeyi bizde yaratanın Allahü Teâlâ olduğu hususunda açık bir ifâdedir. Akıl da bunu teyit etmektedir. Çünkü tevbe, geçmişte yapılmış olan bir fiile duyulan nedametten, gelecekte aynı fiili bir daha yapmama şeklindeki azm ve karardan ibarettir. Pişmanlık ve azmetmek iradî şeylerdendir. İradî olan şeylerin ise yeniden irâde edilmesi mümkün değildir. Aksi halde teselsül gerekir. O halde irâdenin, insanın kendi fiili olması mümkün değildir. Böylece bu pişmanlık ve azmetme işinin, ancak Allah'ın yaratmasıyla tahakkuk edebileceklerini anlarız. Bu sebeple bu aklî delil de, Kur'ân'ın zahirinin ihsas ettiği şeyin doğru olduğuna delâlet etmektedir ki, bu ihsas edilen şey, bizim tevbelerimizi kabul edenin Allahü teâlâ olduğudur.

O'nun, "Eğer Allah bizim tevbelerimizi kabul ederse, bu tevbe zâten tahakkuk eder..." şeklindeki sözüne mukabil biz deriz ki: Cenâb-ı Hakk'ın, "ve sizin tevbelerinizi kabul etmek.." sözü, ümmete bir hitaptır. Allahü Teâlâ, önceki âyetlerde zikredilen annelerin, kızların nikah edilmesi ve yasaklanan diğer şeyler hakkında ümmetin tevbesini kabul etmiştir. Böylece bu tevbe, onlar için hasıl olmuş, meydana gelmiştir. Yaptığımız bu izah ile söz konusu olan müşkil bertaraf edilmiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuş olup bunun manası "Allah sizin durumlarınızı iyice bilen, sizin hakkınızda yaptığı bütün işlerde hikmet sahibi olan ve size hükümler verendir.." demektir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak:

Şehvet ve Hırslarına Uyanlar Müslümanları Saptırmak İsterler

26 ﴿