30

Bu sûrede zikredilen mükellefiyetlerin Sekizinci nev'i de, Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetidir: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Sizden karşılıklı bir rızâdan (doğan) bir ticâret olması müstesna.. Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki, Allah size çok merhamet edicidir. Kim haddi aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa, biz onu ateşe sokacağız. Bu da, Allah'a göre pek kolaydır".

Bu âyetlerin daha önceki âyetlerle münasebeti hakkında şu iki izah yapılabilir;

a) Allahü teâlâ, evlenme sebebiyle nefisler hakkında nasıl tasarrufta bulunulacağını beyan edince, bundan sonra mallar hakkında nasıl tasarrufta bulunulacağını zikretmiştir.

b) Kâdî şöyle demektedir: Allahü teâlâ mallar ile evlenmeyi talep etmeden bahsederek, mehir ve nafakaların tastamam verilmesini emredince, bundan sonra da, mallarda nasıl tasarruf edileceğini beyan buyurarak, "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin" buyurmuştur. Bu âyet hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Mal kazanmaktan en büyük maksat onları yemek olduğu için, her ne kadar batıl bir şekilde meydana gelen diğer tasarruflar da haram kılınmış ise de, Allahü teâlâ burada özellikle yemeden bahsetmiştir. Bunun bir benzeri de Hak teâlâ'nın, "Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, sırf ateş yerler" (Nisa, 10) âyetidir.

İkinci Mesele

Alimler, "bâtıl" kelimesinin tefsiri konusunda şu iki açıklamayı yapmışlardır:

a) Bu, ribâ, gasb, hırsızlık, hainlik, yalancı şahitlik, yalan yere yemin ederek mal elde etmek ve hak olan şeyi inkâr etmek gibi şeriatta helâl olmayan her şeye verilmiş olan bir isimdir. Bana göre âyeti bu manaya hamletmek, onun mücmel olmasını iktizâ eder. Çünkü bu durumda âyetin takdiri, "Aranızda bulundurduğunuz malları meşru olmayan bir yolla yemeyiniz" şeklinde olur. Burada meşru olan yollar genişçe izah edilmediği için, muhakkak ki âyet mücmel olmuş olur.

b) İbn Abbas ve Hasan el-Basrı (radıyallahü anh)'den rivayet edilen şu husustur: "Bâtıl, bir kimsenin malından karşılıksız olarak alınan her şeydir." Bu izaha göreyse âyet mücmel olmaz. Ancak ne var ki bazı âlimler şöyle diyerek âyetin mensûh olduğunu söylemişlerdir: "Bu âyet nazil olunca, insanlar başkasının yanında herhangi bir şey yemekten kaçındılar, böyle bir şey onlara zor geldi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu âyeti, Nur süresindeki, "Kendi evlerinizden ... yemenizde size bir günah yoktur" (Nur, 61) âyetiyle neshetmiştir.

Öte yandan âyetin zahiri, "bâtıl" kelimesini zikrettiğimiz şekilde açıkladığımızda, sadaka ve hibeleri de haram kılmış olur.

Bunun bir nesh değil, sadece bir tahsis olduğu da söylenebilir. İşte bu sebepten dolayı Şa'bî, Alkame'den; o da İbn Mesûd'dan rivayet ettiğine göre İbn Mesûd, "Bu âyet muhkem olup neshedilmemiştir. Kıyamete kadar da nesholunmayacaktır" demiştir.

Üçüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, "Birbirinizin matlarını haram sebeplerle yemeyin" buyruğunun muhtevasına, hem başkasının malını, hem de kendi malını bâtıl yolla yemehin hükmü girmektedir. Çünkü O'nun, "mallarınızı.." tabirine bu iki kısım da dahil olmaktadır. Bu tabir Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Kendilerinizi öldürmeyin" hitabı gibidir. Bu ifâde de, hem başkasını hem de insanın kendisini bâtıl ve haksız bir yere öldürmeyi yasaklamış olduğunu gösterir. Kişinin kendi malını bâtıl bir yolla yemesi, o malını Allah'a isyan etmenin söz konusu olduğu yerlerde yemesi, bitirmesidir. Başkasının malını bâtıl ve haksız bir yolla yemesini ise, daha önce zikretmiştik..

Ticaret Gibi Karşılıklı Rıza Olmaksızın Mallarınızı Yemeyin

Sonra Cenâb-ı Hak "Sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret olması müstesna.. buyurmuştur. Bu ifâde hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Asım, Hamza ve Kisâî, nasb ile olmak üzere diğer kıraat imamları ise ref ile olmak üzere, (......) şeklinde okumuşlardır. Bu kelimeyi mansûb okuyanlar, nakıs kabul ederek böyle okumuşlardır. Buna göre âyetin takdiri, şeklinde olur. Merfû okuyanlar ise, fiilini tam kabul ederek okumuşlardır ki, bu durumda kelamın takdiri şeklinde olur. Vahidî, tercihe şayan olanın ref olduğunu söylemiştir. Zira mansûb okuyanlar, (......) kelimesine râci bir zamir takdir ederek, bu kelamın takdirinin, şeklinde olduğunu söylerler. Halbuki, "ızmâr kable'z-zikr" (mercii zikredilmeyen bir zamir takdir etmek) her ne kadar caiz ise de, kuvvetli bir kullanış değildir.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın buradaki ifâdesi hakkında şu iki izah yapılmıştır:

a) Bu, istisnâ-i munkatı'dır. Çünkü "Sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) ticaret" mefhûmu, "malı bâtıl bir yolla yeme" cinsinden bir şey değildir. Buna göre buradaki edatı, "fakat..." manasındadır. Buna göre mana, "Lâkin o malı, karşılıklı bir rızâdan doğan ticâret ile yemek helâldir" şeklindedir.

b) Bazı alimler, buradaki istisnanın istisnâ-i muttasıl olduğunu ve bir şey takdir ederek, bu ifâdenin takdirinin şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Ribâ vesaire gibi karşılıklı rızânız dahi bulunsa, aranızda mallarınızı bâtıl yollarla yemeyiniz. Ancak bunun, karşılıklı bir rızaya dayanan bir ticaret olması hali müstesna..."

Bil ki, ticaretten elde edilen mallar nasıl helâl ise, hibe, vasiyyet, veraset, sadaka, mehir ve cinayetlerin "erş"lerini (uzuvların diyeti) almak gibi yollarla elde edilen mallar da helâl olur. Zira ticaretin dışında, mülk edinmenin pekçok sebebi vardır.

Buna göre şayet, "buradaki istisna, istisnâ-i munkatı'dir" dersek, ortada herhangi bir müşkitat kalmaz. Çünkü Allahü Teâlâ bu âyette mülk edinmenin tek bir sebebini zikretmiş, ne menfî ne de müsbet olarak diğer sebepleri zikretmemiştir.

Ama buradaki istisnanın istisnâ-i muttasıl olduğunu söylersek, bu, ticaretin dışında kalan kazanç yollarının helâllik ifade etmeyeceği hususunda bir hüküm olmuş olur. Böyle olması halinde de mutlaka ya nesh, ya da tahsis bulunması gerekir.

Üçüncü Mesele

Şafiî (r.h), "Muamelât hususundaki nehyler "butlana" (o muamelenin bâtıl olduğuna) delâlet eder" derken, Ebû Hanife (r.h) ise "buna delâlet etmez" demektedir. Şafiî, kendi görüşünün doğruluğuna şunları delil getirmiştir:

a) Bütün mallar, Allah'ın mülküdür. Binaenaleyh O, kullarının bazısına, bazı tasarruflarda bulunma müsaadesi verdiğinde, bu müsaade tıpkı şunun gibi olur: Bir kimse, bazı tasarruflarda bulunmak üzere birisini vekil tayin etse, sonra bu vekil, müvekkilinin sözünün aksine tasarruflarda bulunsa, bunlar icma ile geçersiz sayılır. Mecazî manada mâlik olan bir kimsenin sözünün aksine yapılan tasarruflar geçersiz sayıldığına göre, hakîki manada mâlik olan Cenâb-ı Hakk'ın sözünün aksine yapılan tasarrufların haydi haydi geçersiz sayılması gerekir.

b) Bu fasit tasarruflar, yasaklanan ve haram kılınan şeylerin varlık âlemine girmelerini ya gerektirmiş olurlar ya da olmazlar. Eğer gerektirirlerse, o zaman fâsıt tasarruflara kıyas ile bu tasarrufların bâtıl olduğuna hükmetmek gerekir. Burada cihet-i câmi'a (müşterek nokta), nehyin menşe'inin varlık âlemine girmemesi hususunda sa'yu gayret göstermektir. Eğer ikinci ihtimal söz konusu olursa, geçerli ve sahih tasarruflara kıyas ile onun sıhhatine hükmetmek gerekir. Buradaki cihet-i câmi'a ise, bu tasarrufun, ifsaddan hâlî bir tasarruf olmasıdır. Binâenaleyh her iki durumda da, tasarrufun tahakkuk etmiş olmasının gerektiği sabit olur. Sahîh olmayan ve bâtıl olmayan bir tasarrufun olduğunu söylemek imkansızdır,

c) "Bir dirhemi iki dirheme satmayın" hadisi, "Hür insanı köle karşılığında satmayın (değiştirmeyin)" hadisi gibidir. Bu lâfzî bir nehiy olmakla beraber şeriatı neshettiği gibi, birincisi de böyledir. Bu, şeriatı nesh olunca, bir hüküm ifâde etmiş olması bâtıl olur. Allah en iyi bilendir.

Alışverişte Görme Muhayyerliği ve Meclis Muhayyerliği

Ebu Hanife (r.h) şöyle demiştir: "Sırf bedele dayalı akitlerde, meclis muhayyerliği sabit değildir." Şafiî (r.h) ise, bunun sabit olduğunu söyler. Ebu Hanife görüşüne nasslarla delil getirmiştir:

a) Delillerden biri, bu âyettir. Zira Hak teâlâ'nın, "Sizden karşılıklı bir rızâdan (doğan) bir ticaret olması müstesna..." buyruğunun zahirî manası, karşılıklı rıza bulunması halinde, bu ticaretin helâl olduğunu gösterir; isterse o (ticaretin yapıldığı) meclisten (yerden) ayrılma olsun, isterse olmasın..

b) Hak teâlâ'nın, "Ahidleri(nizi) yerine getiriniz" (Maide, 1) âyeti... Cenâb-ı Hak bu emri ile her ahid yapana, yaptığı ahde bağlı kalmayı gerekli kılmıştır.

c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Gönül ması olmadan, müslüman bir kişinin malı (diğerine) helal olmaz" Keşfu'l-Hafâ, 2/371. demiştir. Bey' (alış-veriş) akdi yapılmak sureti ile ticarette gönül rızası temin edilmiştir. Binaenaleyh ticarette helalliğin bulunması gerekir.

d) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kim bir yiyecek satın alırsa, onu eline almadan (teslim almadan) satmasın" Buhârî, Büyü, 54; Müslim, Büyü, 29 (111/1159) buyurmuş ve o yiyeceğin ancak teslim alındıktan sonra satılabileceğini bildirmiştir.

e) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ortada ölçek bulunmadığı müddetçe, yiyeceklerin alınıp satılmasını yasakladığı, ortada bir ölçek bulunduğu zaman onların alınıp satılmasını mubah kıldığı ve bunun için o meclisten (alınıp-satılma yapılan o yerden) ayrılmayı şart koşmadığı rivayet edilmiştir." İbn Mâce, Ticaret, 37 (2/750)

f) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Bir çocuk, babasının hakkını ancak, onu köle olarak bulur, onu satın alır ve azâd ederse ödemiş olur" buyurmuştur. Alimler, çocuk babasını köle olarak satın alır almaz, o babanın hürriyetine kavuşmuş olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Bu da malik oluşun, sırf alış-veriş akdi ile tahakkuk edeceğini gösterir.

Bil ki Şafiî bu nassların umûmî manalarını kabul etmekte, fakat şöyle demektedir: "Siz, muhaddislerin, zayıf olduğu hususunda ittifak ettikleri bir hadise dayanarak, müşterinin görmeden satın aldığı .şeylerde görme muhayyerliğinin olduğunu söylediniz. Biz ise, hadis âlimlerinin ittifakla kabul ettiği bir hadise dayanarak, meclis muhayyerliğinin olduğunu söylüyoruz. Bu hadis, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Alan da satan da, (o alışveriş yaptıkları meclisten, yerden) ayrılmadıkça muhayyerdirler (vazgeçebilirler)" Buhârî, Büyü, 43; Müslim, Büyü, 45 (111/1164). hadisidir.

Ebu Hanife'nin arkadaşlarının bu hadisi te'vil edişleri ve o te'villere karşı verilen cevaplar hilâfiyyât kitaplarında zikredilmiştir. Allah en iyi bilendir.

İntihar Haramdır

Allahü teâlâ, "Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah size çok merhamet edicidir" buyurmuştur.

Alimler, bu buyruğun insanların biribirini öldürmesini yasakladığı hususunda ittifak etmişlerdir. Cenâb-ı Hak "kendilerinizi" demiştir, çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Mü'minler, tek bir can gibidir" demiştir. Bir de Araplar, içlerinden bazıları öldürüldüğünde "Ka'be'nin Rabb'ine yemin olsun ki öldürüldük" derler. Çünkü bazılarının öldürülmesi, diğerlerinin de öldürülmesi gibidir.

Alimler âyetteki hitabın, insanların kendi kendilerini öldürmeleri hususunda bir nehiy olup olmadığında ihtilaf etmişler ve bazıları bunu kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: "Mü'min bir kimsenin, imanı olduğu halde intihar etmesinin yasaklanması caiz değildir. Çünkü mü'min kimse, -kendini öldürmemeye mecburdur. Zira onu dünyada iken bu işi yapmaktan caydıracak şeyler mevcuttur ki bunlar, şiddetli bir acı ve büyük bir kınamadır. Onu uhrevî bakımdan da bu işten caydıracak şeyler mevcuttur ki, bu da büyük bir azaba müstehak olmadır. Caydırıcı sebepler açıkça bulununca, o mü'minin bu işi yapması imkansız olur. Durum böyle olunca da, ona intiharı yasaklamanın bir manası olmazdı. Bu nehyin, Hinduların inandığı gibi, ancak kendi kendini öldürmeyi din edinen kimseler hakkında olması mümkündür. Böyle bir şey ise mü'minden sâdır olmaz."

Buna şu şekilde cevap verilebilir: Mü'min bir kimseye, Allah ve âhirete inandığı halde, kendisini öldürmenin daha kolay geleceği keder ve eziyetler gelebilir. İşte bu sebepten ötürü, pek çok müslümanın intihar ettiğini görüyoruz. Durum böyle olunca, bu nehyin bir faydası olur.

Yine burada şöyle diğer bir ihtimal daha vardır: "Adam öldürmek, irtidâd etmek ve evli iken zina etmek gibi sebeplerden dolayı öldürülmeye müstehak olacağınız işler yapmayın" denilmek istenmiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, kendisinin kullarına acıyıp merhamet ettiği için, onlara, meşakkat ve sıkıntıları gerektirecek şeyleri yasakladığını beyân etmiştir. Şu da denilmiştir: Allahü teâlâ, İsrai loğ utlarına, onlar için bir tevbe ve hatalarından bir kurtuluş vesilesi olsun diye, kendilerini öldürmelerini emretmiştir.

Ey ümmet-i Muhammed, Hak teâlâ size merhamet ettiği için, sizi bu çetin mükellefiyetlerle sorumlu tutmamıştır.

Daha sona Cenâb-ı Allah, "Kim haddi aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah'a göre pek kolaydır" buyurmuştur. Bil ki bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Alimler, Hak teâlâ'nın "Kim.... bunu yaparsa" sözünde, "bunu" kelimesi ile neye işaret edilmiş olduğu hususunda şu şekilde ihtilaf etmişlerdir:

a) Atâ, "Bu, haram olan cana kıyma hususunda hâs bir ifâdedir. Çünkü zamirin, daha önce zikredilen şeylerden kendisine en yakın olana râcî olması gerekir" demiştir.

b) Zeccâc, "Bu ifâde, hem öldürmeye hem de bâtıl (gayr-ı meşru) yol ile başkasının malını yemeye işaret etmektedir. Çünkü bu iki husus aynı âyette zikrolunmuştur" demiştir.

c) İbn Abbas (radıyallahü anh), "Bu ifâde, Tâ sûrenin başından buraya kadar Cenâb-ı Hakkin yasaklamış olduğu herşeye işarettir" demiştir.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Allah'ın, "Kim haddi aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa..." buyurmasının sebebi önceki ifâdede, insanların birbirini öldürmesinin söz konusu edilmiş olmasıdır. Bazan bu öldürme, mesela kısasta olduğu gibi, hak (meşru) olur. Burada önce geçen kısımda mal olmaktan bahsolunmuştur. Bazan bu da, meselâ diyet ve benzeri şeylerde olduğu gibi hak (meşru) olur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu va'îdde haksız ve haddi aşmış olmayı şart koşmuştur.

Kebire İşleyenlerin Ebedi Azab Görmeyecekleri

Mu'tezile "Bu âyet ehl-i salat hakkında kesin bir ilâhî tehdidin bulunduğuna delâlet etmektedir" der ve şöyle devam eder: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz onu ateşe sokacağız" ifâdesi, her ne kadar cehennemde ebedî olarak bırakmaya delâlet etmese dahi, fasıklar hakkında ilahî bir tehdidin bulunduğunu kesinlikle söyleyen herkes, onların cehennemde ebedî bırakılacaklarına hükmetmiştir. Binaenaleyh bu iki hususun birisinin bulunmasından, diğerinin de bulunması gerekir. Çünkü, bu iki durum arasında bir fark bulunduğunu söyleyen hiç kimse yoktur."

Mu tezile'nin bu görüşüyle ilgili olarak, birçok yerde tafsilatlı cevaplar vermiştik. Ancak ne var ki burada da şunu söylemek isteriz: Bu ifâde kâfirlere tahsis edilmiştir. Zira Cenâb-ı Hak, "Kim haddi aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa..." buyurmuştur. Tekrardan kurtulmak için, haddi aşmakla haksızlık etmek arasında mutlaka bir farkın bulunduğunu söylemek gerekir. Binaenaleyh zulüm, Allah'ın tekliflerini tecavüze niyetlenen herkesin yaptığına ad olarak verilen şeydir. Şüphe yok ki, böyle olan bir kimse de kâfir olur. Şu da söylenemez: Allahü teâlâ onları imanla vasfederek, "Ey İman edenler..." demedi mi? O halde, daha nasıl bunlarla kâfirler kastedildi demek mümkün olur? Çünkü biz şöyle diyoruz: Sizin mezhebinize göre bu flahî tehdidin muhtevasına giren herkes, kesinlikle mü'min değildir. Binaenaleyh bu görüşünüze göre sizin şöyle demeniz gerekir: "Onlar mü'mindiler... sonra bu fiilleri irtikâb edince, iman vasfı üzere devam edemediler." Sizin bu sözü söylemeniz mutlaka gerekince, dediğinizi söylediğinizi izah sadedinde, bizim söylediğimiz niçin doğru olmasın? Allah en iyi bilendir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak âyeti sona erdirerek, Bu da, Allah'a göre pek kolaydır" buyurmuştur. Bil ki mümkin olan her şey, Allah'ın kudretine nisbetle müsavidir. Bu durumda, bazı fiillerin O'na bazılarından daha kolay olduğunu söylemek imkânsız olur. Aksine âyetteki bu hitab, aramızda bilinen üslûb üzere nazil olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, 'Bu, (yani diriltme ilk yaratmadan) Ona göre daha kolaydır" (Rûm, 27) buyruğunda olduğu gibidir. Ya da bunun manası, iyice tehdit etmektir ki, bu da şu demektir: Hiç kimse bundan kaçıp kurtulamaz ve hiç kimse de O'na karşı gelemez.

30 ﴿