31"Eğer nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkie sokarız". Bil ki, Cenâb-ı Hak önce bu tehdidini zikredince, bunun peşinden de, bununla ilgili tafsilatı getirerek bu âyeti zikretmiştir. Bu âyet hakkında birkaç mesele vardır: Kebairden Olan Günahlar Alimlerden bazıları şöyle demiştir: Bütün günahlar ve isyanlar, kebâirdir. Saîd İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisiyle Allah'a İsyan edilen her şey, büyük günahtır. Her kim bunlardan bir şey yaparsa Allah'a istiğfar etsin. Çünkü Allahü teâlâ, İslâm'dan dönüp mürted olan, O'nun bir farzını inkâr eden veya kadere inanmayan kimseler hariç, bu ümmetten hiç kimseyi ebedî olarak ateşte bırakmayacaktır." Bil ki bü söz, birkaç bakımdan zayıftır: Birinci hüccet, bu âyettir. Çünkü, bütün günahlar kebâir olsaydı, kebairden uzaklaşmakla örtülen diğer günahlar ile, kebâir olan günahlar arasında ayırım yapmak doğru olmazdı. İkinci hüccet: Hak teâlâ'nın, "Küçük, büyük her şey yazılıdır" (Kamer, 53) ve "Küçük büyük hiç bir şey bırakmayıp onları saymış..." (Kehf, 49) âyetleridir. Üçüncü hüccet: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), büyük günahların hangileri olduğunu tam manasıyla açıklamıştır. Meselâ, "Şunlar büyük günahtır: Allah'a şirk koşmak, yemîn-i gamûs, (yalan yere yemin), anne-babaya isyan etmek ve cana kıymak..." Buhârî, Edeb, 6; Nesâî, Tahrîm, 3 (VII/89). demesi gibi. Hazret-i Peygamber'in bu ifâdesi de, kebâir olmayan günahların bulunduğuna delâlet etmektedir. Dördüncü hüccet: Cenâb-ı Hakk'ın, "Küfrü, fasıklığı, İsyanı size çirkin gösterdi" (Hucurat, 7) âyetidir. Bu, menhiyyatın üç kısım olduğu hususunda açık ve sarih bir ifâdedir: a) Küfür, b) Fısk, c) İsyan... Atfın sahîh olabilmesi için, mutlaka fısk ile isyan arasında bir farkın bulunması gerekir. Bu ise ancak, küçük günahlar ile büyük günahlar arasında zikretmiş olduğumuz farktır. Buna göre kebâir olan günahlar, fısk; küçük günahlar ise isyandır. Kebâir Hakkında İbn Abbas'ın İzahının Değerlendirilmesi İbn Abbas, şu iki şekilde görüşüne delil getirmiştir: 1- Kendisine isyan edilen zât'ın nimetleri çoktur. 2- Kendisine isyan edilen zâtın tebcil edilmesi gerekir. Buna göre birincisini ele aldığımızda, hiç şüphesiz Allah'ın nimetlerinin sonsuz olduğunu görürüz. Nitekim O, "Allah'ın nimetini birer birer saysanız (bu, ne mümkin? Onu) icmal suretiyle bile sayamazsınız..." (Nahl, 18) buyurmuştur. İkincisini ele aldığımızda, Cenâb-ı Hakk'ın mevcudatın en yücesi ve en büyüğü olduğunu görürüz. Bu iki takdire göre de, O'na isyan etmenin son derece büyük olması gerekir. Böylece her günahın büyük günah olduğu sabit olur. İbn Abbas'ın bu görüşüne şu iki şekilde cevap verebiliriz: a) O'nun, mevcudatın en yücesi ve en şereflisi olması gibi, bunun yanında yine O, Erhamu'r-râhimîn (merhamet edenlerin en merhametlisi), ekremu'l-ekremîn (ikram edenlerin en cömerdi) ve itaat edenlerin taatlerinden, günah işleyenlerin günahlarından müstağni olanların en müstağnisidir. Bütün bunlar, günahın hafif olmasını gerektirir. b) Farzet ki günah olarak, her günah büyüktür. Fakat bazısı bazısından daha büyüktür. Bu da aralarında bir farkın olmasını gerektirir. Kebâir Ayırımı Yapanlar, Onları Tayin Etmede İhtilafları Günahların, büyük ve küçük diye iki kısma ayrıldığı sabit olunca, bunun böyle olduğunu söyleyenler de iki kısma ayrılmışlardır: Bir kısmı "Büyük günah, nefsi ve zatı bakımından küçük günahtan ayrılır" derken, diğer kısmı, bu ayrılışın günahların zatları (asılları) bakımından olmayıp, günahı işleyenlerin durumları bakımından siduğunu söyler. Biz bu iki görüşün herbirini biraz açıklamaya çalışalım: Birinci görüş: Bu görüşü benimseyenler de kendi içlerinde çok ihtilaf etmişlerdir. Biz, o ihtilafların bir kısmına işaret edelim: 1- İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demektedir: "Haram olan bir canı öldürme, muhsan (namuslu) bir kadına iftira atma, zina, faiz, yetim malı yeme ve İslâm ordusundan kaçma gibi Kur'ân'da ilahî tehdidle zikredilen herşey büyük günahtır." 2- İbn Mes'ud (radıyallahü anh) "Nisa sûresini açın, Allah'ın orada otuzüç âyette nehyettiği herşey büyük günahtır" demiş ve şöyle ilave etmiştir: "Bunun delili, 'Eğer yasak edildiğiniz büyük günahkardan kaçınırsanız..." (Nisa, 31) âyetidir. 3- Bir kısım alimler de: "Kasden yapılan herşey büyük günahtır" demişlerdir. Kebâir Hakkında Görüşlerin Eleştirilmesi Bütün bu görüşler zayıftır. Birincisinin zayıflığı şudur: Her günahın mutlaka dünyada zemme, âhirette de ikâba konu olması gerekir. Binaenaleyh "Kur'ân'da ilâhî tehdid (va'îd) ile gelen herşey büyük günahtır" görüşü, her günahın, büyük günah olmasını gerektirir ki biz bunun batıl olduğunu göstermiştik. İkinci görüşün zayıflığı şudur: Zira Allahü teâlâ, Nisa sûresinin dışındaki sûrelerde de pek çok büyük günahtan bahsetmiştir. Binaenaleyh büyük günahları bu surede zikredilenlere tahsis etmenin manası yoktur. Üçüncü görüş de zayıftır. Çünkü eğer bu görüşte olanlar "kasti yapılan" sözü ile, "yaptığından haberdar olarak" manasını kastetmişlerse, bunun durumu Cenâb-ı Hakk'ın nehyettiği şeyin durumu gibi olmaz. Bundan dolayı bu görüşe göre de her günahın büyük günah olması gerekir ki biz bunun batıl olduğunu belirtmiştik. Eğer bunlar "kast?" sözü ile, "yaptığının bir günah olduğunu bile bile günah işleme" manasını kastediyorlarsa, yahudi ve hristiyanların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i inkâr ettikleri malumdur. Halbuki onlar bunun bir masiyet olduğunu bilmezler. Fakat bu büyük bir inkâr ve günahtır. Binaenaleyh bu üç görüş de bâtıldır. Allame el-Gazalî (r.h) "İhyû-u'l-Ulum" kitabının "Müntehebât" bölümünde büyük ve küçük günahların farkı konusunda uzun bir kısım ayırarak şöyle demiştir: "Bütün bunfar, büyük günahların küçük günahlardan zatı ve mahiyeti bakımından ayrıldığını söyleyenlerin görüşüdür." Kebâir Hakkında Mutezile Görüşünün Tenkidi İkinci görüş ki bu, "büyük günahlar, günahı işleyenlerin durumları bakımından, küçük günahlardan ayrılır" diyenlerin görüşüdür. Bunlar şöyle derler: "Her taatin bir mükafaat karşılığı vardır. Aynı şekilde her günahın da bir ceza karşılığı vardır. Mesela insan bir taatta bulunup taatı sebebiyle bir mükafaata müstehak olur; daha sonra da bir günah işleyip bu günahı sebebiyle bir cezayı hakeder ise, taatin mükafaatı ile günahın cezası arasındaki durum, aklî taksimata göre üç şekilde olabilir: a) İkisi birbirine eşit olur. Bu, her nekadar aklen ihtimal dahilinde ise de, nakli delil böyle bir durumun olmayacağına delâlet etmektedir. Zira Cenâb-ı Hak, "(Onlardan) bir takım cennette, bir takım da cehennemdedir" (Şûra. 7) buyurmuştur. Faraza sevabı ve günahı tam denk bir mükellef bulunsaydı, onun ne cennette ne de cehennemde olmaması gerekirdi. b) Bu kimsenin taatının mükafaatımn, günahının cezasından daha fazla olması durumu... Bu durumda onun mükafaatından cezası kadar kısım düşer ve geriye bir parça mükafaatı kalmış olur. İşte bu günah, küçük günah olup, bunun mükafaattan düşülmesine de "tekfir" (günahın örtülmesi) denilir. c) Bu insanın günahının cezasının, taatinin mükafaatından daha fazla olması durumu... Bu durumda da günahın cezasından, mükafaat kadar kısım düşülür ve geriye cezanın bir kısmı kalır. İşte bu günah da kebire (büyük günah) olup, bu düşme ihbât (amelin boşa gitmesi) diye adlandırılmıştır. İşte bu izah ile, büyük ve küçük günahın farkı ortaya çıkmış olur. Bu, Mu'tezile'nin ekserisinin görüşüdür. Bil ki bu görüş, bizce hepsi batıl olan birtakım usullere (prensiplere) dayanmıştır: a) Bu, "Taatın bir mükafaatı, günahın da bir cezayı mutlaka gerektirdiği" prensibine dayınır ki bu prensip bâtıldır. Çünkü biz tefsir'in pek çok yerinde fiilin kuldan sâdır olmasının, ancak Cenâb-ı Hakk'ın o kulda, bu fiili gerektiren bir sebep yarattığında olabileceğini beyân etmiştik. Her nezaman böyle olursa taatın, mükafaatı; mâsiyetin de cezayı gerektirmesi imkansız olur. b) Farzedelim ki durum böyle. Fakat biz aklın açıkça gösterdiği gibi, bir kimse yetmiş yıl Allah'ı birlemek, takdis ve tenzîh etmek ve Allah'a hizmet ve taatts bulunmakla meşgul olsa, hiç şüphesiz bu kulun, bu uzun müddet içinde, buncf taatlardan elde edeceği mükafaatların toplamının, bir damla içki içen kimsenin cezasından daha çok olduğunu anlarız. Ancak ne var ki ümmet-i Muhammed bir damla da olsa içki içmenin büyük günahlardan olduğu hususunda ittifak etmiştir. Eğer Mu'tezile bu görüşlerinde diretip "Hayır, bu bir damla içkinin cezası yetmiş yıllık tevhid ve ibadetlerin mükafaatından daha fazladır" derlerse, kendi kaide ve düsturlarını geçersiz kılmış olurlar. Çünkü onlar, bu gibi meseleleri "hüsün ve kubuhun (iyilik ve kötülüğün) akla göre olduğu" prensibine dayandırırlar. Bu kadarcık günahın cezasını, o kadar çok taatın mükafaatından daha fazla sayan kimsenin zalim olduğu akıllarda yer eden gerçeklerdendir. Binaenaleyh eğer onlar, bu konuda aklın vereceği hükmü defetmeye çalışırlarsa, hiç şüphesiz kendi aleyhlerine olarak, "Birşeyin hasen (iyi-hayır) ve kabîh (kötü-şer) olduğuna akıl karar verir" şeklindeki prensiplerini iptal etmiş olurlar. Bu durumda da, kendi aleyhlerine olarak bütün prensipleri geçersiz olur. c) Allah'ın nimetleri sayısız olup, bunlar kulun taatlarından önce de mevcuttur. Bu önce olan nimetler, o taatları gerektirmektedir. Binaenaleyh taat olan şeyleri edâ etmek, önceden gelmiş olan nimetlere karşılık vacip olan şeyleri edâ olmuş olur. Bu gibi taatlar, artık istikbalde başka bir şey (mükafaatı) gerektiremezler. Durum böyle olunca, hiçbir taatin bir mükafaat gerektirmemesi icap eder. Böyle olunca da işlenen her günahın cezası, işleyen kimsenin mükafaatından fazla olmuş olur. Bu durumda da her günahın, büyük günah olması gerekir ki bu da bâtıldır. d) Bu görüş, "ihbât" prensibine dayanır. Biz, bu görüşün iptali hususunda Bakara sûresinde pek çok izahlar yaptık. Binaenaleyh Mu'tezile'nin, büyük ve küçük günah arasındaki fark konusunda ileri sürdüğü bütün bu şeylerin bâtıl olduğu sabit olur. Muvaffakiyyet Allah'tanır. Kebairin Mûbhem Bırakılmasının Dayandığı Hikmet Alimler, Allahü teâlâ'nın büyük günahları küçük günahlardan tek tek ayırıp ayırmadığı hususunda ihtilaf etmişler ve ekserisi şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ büyük günahları küçük günahlardan tek tek ayırmamıştır. Zira O, bu âyette büyük günahlardan kaçınmanın küçük günahların affını gerektireceğini beyan etmiştir. Binaenaleyh kul, muyayyen olan falan falan günahların büyük olduğunu bildiğinde, onlardan sakındığı takdirde küçük günahlarının bağışlanacağını anlamış olur. Böylece bu da, onu bir nevi küçük günahları işlemeye teşvik olmuş olur. Halbuki kabîh (kötü) şeylere teşvik, genel olarak uygun düşmez. Fakat Cenâb-ı Allah büyük günahları küçük günahlardan ayırmayıp; kul da günahlar içinde küçük günah tanımayıp, yapacağı her günahın büyük olabileceği kanaatinde olursa, bu durum onun küçük günahları işlemesine de engel teşkil etmiş olur." Bu görüşteki alimler sözlerine devamla şöyle derler; "Namazlar içerisinde "orta namazın", Ramazan geceleri içerisinde "Kadir gecesinin", Cuma gününün saatleri içerisinde "icabet (duaların kabul) saatinin" ve bütün ömür içerisinde "ölüm vaktinin" gizlenmesi de, İslâm şeriatinde bunun benzeri olan misallerdir. Netice olarak diyebiliriz ki: Bu kaide, Allahü teâlâ'nın hiçbir günahın küçük olduğunu ve büyük günahların neler olduğunu beyan etmemesini gerektirir. Çünkü büyük günahları beyan etmesi halinde, diğerleri küçük günah olmuş olur. Bu durumda da küçük günahlar bilinmiş olur. Fakat Cenâb-ı Hakk, bazı günahların büyük olduğunu belirtebilir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Neleri büyük günah sayıyorsunuz?" dediğinde, ashabı "Allah ve Resûlullah daha iyi bilir" dediler. Bunun üzerine O: "Allah'a şirk koşmak, öldürülmesi haram elan inşam öldürmek, ana-babaya isyan etmek, ordudan kaçmak, büyü yapmak, yetim malı yemek, yalan söylemek, faiz yemek, iffetli ve namuslu kadınlara iftira atmaktır" Buhârî, Şehâdât. 10; Müsned, 5/413). buyurmuştur. Abdullah İbn Ömer (radıyallahü anh)'in bu hadisi zikrederken, "Beytu'l-Haram'a (Mescid-i Haram'a) sığınan kimsenin kanını (öldürülmesini) helâl görme ve içki içmeyi de bunlara ilave ettiği; İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un da, bunlara, Allah'ın rahmetini ummayı, Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyi ve Allah'ın ikâbından emin olmayı eklediği rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, büyük günahların yedi tane olduğu rivayetinin yanısıra bunların sayısını yetmişe veya yediyüze ulaştırdığına dair rivayetler de vardır. Allah en iyi bilendir. Mu'tezile'den Kabi'nin Kebair Hakkındaki İddiasına Cevap Ebu'l-Kâsım el-Kabî bu âyete dayanarak, büyük günah işleyenler hakkında va'îd-i ilahinin bulunduğuna kesin hükmedip şöyle demiştir: "Allahü teâlâ bu âyetle, va'îdi hakkındaki şüpheleri gidermiştir. Çünkü o büyük günahları zikrettikten sonra, onlardan kaçınanların küçük günahlarını bağışlayacağını bildirmiştir. Bu da insanların büyük günahlardan kaçınmadıkları zaman, küçük günahlarının affedilmeyeceğine delâlet etmektedir. Eğer Cenâb-ı Hakk'ın, tevbesiz olarak onların büyük ve küçük günahlarını bağışlaması caiz olsaydı, bu âyet doğru olmazdı. Bizim (Ehl-i Sünnet) âlimlerimiz Kâbî'ye şöyle cevaplar vermişlerdir: Birincisi: Sizin, ey Mutezilîler bu âyetle istidlaliniz, ister istemez şu iki şekilden biri ile olacaktır: Ya diyeceksiniz ki "Cenâb-ı Allah büyük günahlardan kaçınılması halinde öteki günahları affedeceğini bildirdiğine göre, büyük günahlardan kaçınıtmaması halinde öteki günahları affetmemesi vacip olmuştur. Zira bir şeyi zikretmek, onun dışında kalanların o hükmün dışında tutulduğu manasına gelir." Böyle demeniz batıldır; zira Mu'tezile'ye göre bu prensip geçersizdir, bize göre ise, sadece zayıf zannî bir delâlet taşır. Yahut ey Mu'tezilîter şöyle diyeceksiniz: "İn" şart edatı ile bir şeyin şart koşulması halinde, o şeyin yokluğu halinde koşulan şart da yok olur." Amma bu da zayıf bir görüştür. Nitekim şu âyet-i kerimeler de onun zayıflığını gösterir. a) Ona kulluk ediyorsanız, Allah'a şükredin" (Bakara, 172). Şükür, ister insan Allah'a kulluk (ibadet) etsin ister etmesin vâcibtir. b) "Eğer birbirinize emin olmuşanız (güvenmişseniz), kendisine inanılan (borçlu), emâmentini tastamam ödesin" (Bakara. 283) Halbuki emâneti ödemek, ister emâneti veren ona güvensin ister güvenmesin, vaciptir. c) "Eğer iki erkek bulunmazsa, bir erkekle iki kadını (şahid tutun)" (Bakara. 282). Halbuki iki erkek bulunsun bulunmasın, bir erkek ve iki kadını şahid tutmak caizdir. d) bir yazıcı bulamadıysanız, o zaman (borçludan) alınmış rehineler (yeter)" (Bakara, 283). Halbuki borç veren, bunu yazacak -bir katip bulsa da bulmasa da, rehin alması meşrudur. e) "Eğer kendileri iffetli olmak isterlerse, cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" (Nûr, 33). Halbuki fuhşa zorlamak, onlar iffetli olmayı isteseler de istemeseler de haramdır. f) 'Eğer yetim kızlar hakkında, adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız, sizin için helal olan kadınlardan nikah edin..." (Nisa, 3). Halbuki nikah, böyle bir korku bulunsa da bulunmasa da caizdir. g) "Eğer kâfirlerin size fenalık yapmasından endişe ederseniz, (seferde) namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur" (Nisa, 101). Halbuki bu korku olsun olmasın, seferde namaz kısaltabilir. h) "Eğer (o evladlar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün terikesinin üçte ikisi onlarındır" (Nisa. 11) Halbuki üçte iki, üç kızın hakkı olduğu gibi, iki kızın da hakkıdır. i) "Eğer karı ile koca aralarının açılmasından endişeye düşerlerse, o vakit erkeğin ailesinden bir hakem gönderin..." (Nisa, 35). Halbuki bu, ister böyle bir korku olsun ister olmasın, caizdir. k) "Eğer (o hakemler) bunları barıştırmak isterlerse, Allah onları muvaffak buyurur" (Nisa, 35). Halbuki onlar istemeseler de, Allah onları buna muvaffak kılabilir. l) "Eğer (karı-koca) birbirinden ayrılacak olurlarsa, Allah her birini fazl-u keremiyle ihtiyaçtan vareste kılar" (Nisa, 130). Halbuki bu ayrılık olmadan da, Allah onları zenginleştirebilir. Bu konuda, bu gibi âyetler çoktur. Böylece şart edatıyla, şarta bağlanan bir hükmün, o şart olmadığı zaman yokluğunun gerekmiyeceği sabit olmuş olur. Şaşılacak şey: Kadî Abdulcebbâr, Usul-u Fıkıh'ta, "Birşeye (......) edatıyla şart koşulduğunda o şeyin olmaması ötekinin de bulunmayacağı manasına gelmez" dediği halde sonra o kalkıp "Tefsir"de Ka'bî'nin bu âyetle bu şekilde istidlal etmesini güzel görmüştür. Bu da gösteriyor ki bir kimsenin kendi mezhebini (görüşünü) aşırı sevmesi, bazan onu uygun olmayan durumlara düşürüyor. 2- Ebu Müslim el-İsfehânî şöyle demiştir: "Bu âyet, nikâhı haram olanlarla evlenmeyi, kadınların evlenmelerine mani olmayı, yetim malını almayı ve benzeri şeyleri nehyeden âyetlerin peşisıra gelmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak, "Size yasakladığımız o büyük günahlardan kaçınırsanız, daha önce bu hususlarda işlemiş olduğunuz günahları bağışlarız" demek istemiştir. Bu mana da muhtemel olduğuna göre, âyette Mu'tezile'nin verdiği manayı vermek kesinlik ifade etmez." Kâdî, bu izahı şu iki bakımdan tenkid etmiştir: a) Âyetteki, "Eğer nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız..."sözü umûmî bir ifâdedir. Binaenaleyh bu ifadeyi, önceden zikredilmiş şeylere hasretmek caiz değildir. b) el-İsfehâni'nin, "İnsanların istikbalde bu gibi haramlardan kaçınmaları sebebi ile, geçmişteki günahlarının bağışlanması" görüşü de, uzak bir ihtimaldir. Çünkü insanların durumu ancak şu iki şeyden biri olur: a) Ya onlar geçmiş bütün günahlarından tevbe etmişlerdir ve binaenaleyh tevbeleri, büyük günah işlemelerinden dolayı olan cezaları silip süpürmüştür. b)Ya da onlar geçmiş günahlarına tevbe etmemişlerdir. Öyle ise büyük günahlardan kaçınmak, o geçmiş günahların affını nasıl gerektirir." Kâdî'nin tefsirindeki sözü budur. Kâdî'nin birinci itirazına şu şekilde cevap verilir: Biz, Cenâb-ı Allah'ın "Eğer nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız..." buyruğunun önceki günahların affedileceği manasına kesin olarak hamletmeyip bunun da muhtemel olduğunu söylüyoruz. Ortada böyle bir ihtimal söz konusu iken, âyeti Mu'tezile'nin zikrettiği manaya hamletmek kesinlik ifâde etmez. Kâdî'nin ikinci itirazına da şu şekilde cevap verilir: Senin, "Büyük günahlardan kaçınmak, o geçmiş günahların affını nasıl gerektirir?" şeklindeki sözün, bu kısmın bozukluğuna istidlal edilemeyen bir sualdir. Bu kadar sözle, bizim söylediğimiz ihtimal bâtıl olmaz. Binaenaleyh böyle bir ihtimal mevcut iken ise, sizin istidlaliniz bâtıl olur. Allah en iyi bilendir. 3- Biz, onlara bütün istediklerini versek bile, âyet hakkında şundan fazlasını söyleyemeyiz: Büyük günahlardan kaçınmayan kimsenin, küçük günahları affedilmez. Bu durumda bu, va'id-i ilahiyi ifâde etme hususunda umumî bir âyet olur. Umumî olarak va'îdi ifade eden âyetler az değildir. Binaenaleyh diğer umumî âyetlerle ilgili olarak verdiğimiz cevap, Mutezilenin bu âyetle istidlal edişine de bir cevaptır. Bundan dolayı âyetin, bu konuda fazladan hususi bir mana ifade ettiğini bilmiyorum. Hal böyle olunca, Ka'bî'nin, "Allah bu âyetle bu meseledeki şüpheleri gidermiştir" şeklindeki sözünün bir manası kalmaz. 4- Bu büyük günahların içinde, bazan birine nisbetle daha büyük, bir diğerine nisbetle ise daha küçük olanlar vardır. Küçük günahlar arasındaki durum da böyledir. Fakat mutlak olarak büyük olduğuna hükmedilen günah, sadece küfürdür. Bu sabit olduğuna göre, Hak teâlâ'nın, "Eğer nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız... âyeti ile küfrün murad edilmiş olması niçin caiz olmasın? Çünkü küfrün pek çok çeşidi vardır: Allah'ı, peygamberlerini, âhiret gününü ve Allah'ın kanunlarını inkâr ve küfür gibi. Binaenaleyh bu âyetin maksadı, "küfürden sakınan herkesin, küfür dışındaki günahları affedilir" şeklinde olur. İşte bu ihtimal, "Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ondan başkasını ise, dileyeceği kimseler için affedebilir" (Nisa, 48) âyetinin açık manasına da tıpatıp uyan bir manadır. Bu mana muhtemel hatta açık olunca, onların istidlalleri tamamen düşer. Muvaffakiyyet Allah'tandır. Cenab-ı Allah'a Hiç Birşey Vacip Değildir Mutezile, büyük günahlardan sakınıldığında, küçük günahların bağışlanmasının vacip olacağını söylerken, biz "Allah'a hiçbirşey vacip değildir. Aksine O'nun yaptığı bir lütuf ve ihsandır" diyoruz. Bu meselenin delilleri daha önce geçmişti. Cenâb-ı Allah daha sonra "ve sizi şerefli bir mevkie dahil ederiz" demiştir. Cenâb-ı Hakk'ın bu buyruğu ile ilgili iki mesele vardır: Birinci Mesele Âsım'ın râvisi Mufaddal, her iki fiili de gaib sîgasıyla yâ ile, (örter ve sizi sokar) şeklinde; diğer kıraat imamları ise, va'ad-i ilahiyi ifâde eden bu cümleyi yeni bir cümle sayarak, nün ile (örteriz ve sizi sokarız) şeklinde okumuşlardır. İmam Nâfî, mim harfinin fethası ile (......) şeklinde okumuştur. O, Hacc sûresi (59. âyetteki) kelimeyi de aynı şekilde okurken, diğer kıraat imamları bu kelimeleri, mîm'in ötresi ile (......) şeklinde okumuşlar. Ama hepsi de, İsra 82. âyetteki aynı kelimeyi, mîm harfinin zammesi ile okumuşlardır. Bu kelimeyi mîm'in fethasıyla okuyanlar, girme yeri (yani ism-i mekan manasını) almışlar; zamme ile okuyanlar ise, 'sokmak" manasında masdar olarak almışlardır. Masdar sayılısına göre bu, "Allah sizi şerefli bir yerleştirme ile yerleştirir" takdirindedir. Bu girdirişi "şerefli" olarak tavsif etmek şu manadadır: Bu yerleştirme, haklarında Allahü teâlâ'nın, "O, yüzleri üstü cehenneme (sürülüp) toplanacaklar (yok mu?)" (Furkan, 34) buyurduğu kimselerin aksine, ikram ile beraber olacaktır. İkinci Mesele Sırf büyük günahlardan kaçınmak, cennete girmeyi icap ettirmez. Aksine bunun yanısıra, mutlaka taatta da bulunulması gerekir. Binaenaleyh âyetin takdiri, "Bütün farzları yerine getirir ve bütün büyük günahlardan sakınırsanız, sizin diğer bütün küçük günahlarınızı bağışlar ve sizi cennete sokarız" şeklinde olur. İşte bu, cennete girmeyi gerektiren sebeplerden birisidir. Bir tek sebebin bulunmayışı, neticenin (müsebbebin) de olmamasını gerektirmeyeceği herkesin malumudur. Burada bir başka sebep daha vardır ki işte asıl ve kuvvetli olan odur. O da, Allahü teâlâ'nın fazlı, keremi ve rahmetidir. Nitekim O, "De ki: "Ancak Allah'ın fazl(-u keremi) ve rahmetiyle, işte yalnız bunlarla sevinsinler..." (Yunus, 58) buyurmuştur. Allah en iyisini bilir. |
﴾ 31 ﴿