35

"Eğer karı-kocanm arasının açılmasından endişeye düşerseniz, o zaman erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmayı isterlerse, Allah onları aralarında (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah alîm ve habîrdir".

Allahü teâlâ, kadının geçimsizliği karşısında kocanın önce ona öğüt verip, sonra onu yatağında yalnız bırakacağını, daha sonra ise onu dövebileceğini zikredince, bu dövmeden sonra ancak mazlumun hakkını zalimden alabilecek kimselerin hakemliğine başvurulacağını beyan ederek "Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz..." buyurmuştur.

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

İbn Abbas (radıyallahü anh), bu âyette geçen (korkarsanız) kelimesinin, "bilirseniz" manasına olduğunu; bir önceki âyette geçen "Şerlerinden, serkeşliklerinden korktuğunuz kadınlar..." buyruğundaki (korktuğunuz) kelimesinin ise "zannettiğiniz" manasına olduğunu söylemiştir. Bu iki ifâde arasındaki fark şudur: "Başlangıçta koca, geçimsizlik emareleri sezer. İşte o zaman bir korku (zan) hâsıl olur. Fakat öğüt verip, kadını yatağında yalnız bıraktıktan ve onu dövdükten sonra, o yine geçimsizliğinde ısrar ettiği zaman, artık onun geçimsiz olduğu kesin bir bilgi olmuş olur. Bundan dolayı, sonraki âyetteki "korkuyu", "bilme" manasına hamletmek gerekir. Zeccâc, bu görüşü şöyle diyerek tenkid etmiştir: "Buradaki "korkarsanız" tabiri "(ortada) bir hatanın olduğunu iyice anlarsanız" manasınadır.

Çünkü biz, gerçek manada bir şikâkın (aralarının açılmasının) olduğunu anlarsak, iki hakem göndermeye ihtiyaç hissetmeyiz."

Diğer müfessirler Zeccâc'ın bu görüşüne cevap vererek şöyle demişlerdir: Şikakın bulunması her nekadar malum ise de, bu şikâkın şundan veya bundan olduğu bilinemez. Binaenaleyh bu hususu anlamak için hakeme ihtiyaç vardır. Şöyle de denebilir: O esnada bir şikakın (ayrılığın) olduğu malumdur. Bundan korkulmaz. Fakat endişe, bu ayrılığın devam edip etmeyeceği hususundadır. Binaenaleyh hakem göndermenin faydası, o anda mevcut olan ayrılığı gidermek değildir. Çünkü bu imkânsızdır. Aksine bunun faydası, o ayrılığın istikbalde sürmesine mani olmaktır.

İkinci Mesele

Âyette geçen "şikâk" kelimesinin iki manası vardır:

a) Kari ile kocadan herbiri diğerinin zoruna gidecek, ağırına gidecek şeyler yapar.

b) Eşlerden herbiri düşmanlık ve ayrılık sebebi ile ayrı taraflarda olmuşlardır.

Üçüncü Mesele

Âyetteki, "aralarının açılması" ifâdesi, takdirindedir. Fakat masçlar zarfa muzaaf olmuştur. Masdarların zarfa muzaaf oluşu, masdarın ifade ettiği şey, zarfın ifâde ettiği zamanda meydana geldiği için caizdir. Nitekim gününün orucu, çok hoşuma gider" denilmesi gibi. Cenâb-ı Allah da, "Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hilekarlığıdır" (Sebe, 33) demiştir.

Ayetteki “Hakem Tayin Edin” Emrinin Muatabı

Âyetteki "Bir hakem gönderin" buyruğu ile kime hitap edilmektedir? Bu hususta ihtilaf vardır: Bazıları, bu hitabın devlet başkanı (imam) veya onun tarafından yetkili kılınan birisine olduğunu, zira şer'î hükümlerin yürütülmesinin "imâm"a âit olduğunu söylerlerken; diğer bazıları da, bu hitabın, ümmet-i Muhammed'in bütün salihlerine olduğunu söylemişlerdir. Zira âyetteki "Eğer... endişeye düşerseniz'" ifâdesi, bütün topluma hitaptır. Bunu cemiyetin bir kısmına hamledip, diğerlerine hamletmemek uygun değildir. Binaenaleyh hitabı herkese hamletmek gerekir. Buna göre, "Eğer., endişeye düşerseniz..." ifâdesinin, bütün mü'minlere bir hitap olması gerekir. Allahü teâlâ, bundan sonra "... bir hakem gönderin" buyurduğuna göre, bunun da aynı şekilde, ümmetin her ferdi için bir emir olması gerekir. Böylece ister bir imam (devlet başkanı, halife) bulunsun, ister bulunmasın, ümmetin sâlih (iyi) fertlerinin, hem kocanın hem de kadınının ailesinden sulh için birer hakem göndermeleri gerekir. Hem bu, zararı defetme kabilinden birşeydir. Binaenaleyh bu vazife herkese düşer.

Hakemlerin Davranışı

Karı ile koca arasına bir ayrılık girdi mi, bu ayrılık ya her ikisi tarafından, ya sadece koca tarafından, ya sadece kadın tarafından olur veya kim tarafından olduğu bilinemez. Eğer kadın tarafından olmuşsa, buna "nüşûz" denir ki bunun hükmü demin geçmişti. Erkek tarafından olur ise, bu durumda bakılır, eğer erkek, başka bir kadınla evlenme veya cariye edinme gibi meşru olan (helal) bir iş yaptığı (için oluyorsa), kadına bunun meşru bir iş olduğu ve bu ihtilaftan vazgeçmesi gerektiği anlatılır. Kadın bunu kabul ederse ne âla; aksi halde bu da "nüşûz" (serkeşlik) sayılır. Yok eğer bu ayrılığın sebebi, koca tarafından yapılan bir zulüm (haksızlık) olur ise, hakemler gereken şeyi emrederler. Eğer ayrılık her ikisi tarafından olur veya kim tarafından olduğu belirsiz olursa, yine dediğimiz gibi, (hakim gerekeni yapar).

Altıncı Mesele

Şafiî (r.h), şöyle demektedir: Müstehab olan, hakimin, iki âdil kimseyi gönderip onları hakem tayin etmesidir. Evlâ olan da, bu iki hakemden birisinin erkek, diğerinin de kadının tarafından olmasıdır. Çünkü onların akrabaları, onların durumlarını yabancı olanlardan daha iyi bilir ve sulh olmayı daha fazla isterler. Bu hakemlerin yabancılardan olması da caizdir. Hakemlerin temin ettiği fayda, erkeğin nikahı devam ettirme veya ayrılmak arzusunda olup olmadığını anlamak için, bu iki hakemin bir araya .gelerek durumu gözden geçirmeleridir ki onlar daha sonra, talâk ya da hul' yapma konusunda en hayırlı olanı yaparlar

Yedinci Mesele

Erkeğin hakeminin boşama; kadının hakeminin de kadının malından fidye karşılığı o kadını boşatması hususlarında, tarafların, karı-kocanın izni olmadan onlar namına herhangi birşey yapmaları caiz midir?

Şafiî'nin bu hususta iki görüşü vardır:

a) Caizdir. İmam Mâlik ve İshâk da bu hükmü vermişlerdir.

b) Caiz değildir. Bu da, aynı zamanda Ebu Hanife'nin görüşüdür. Bu görüşe göre bu, diğer vekaletler gibi bir vekâlettir (Müvekkilin izni olmadan vekîl bir şey yapamaz). Şafiî (r.h). Hazret-i Ali'nin hadisini zikretmiştir. Bu hadis de, İbn Sîrîn'in Ubeyde'den rivayet etmiş olduğu şu hadistir: Her birinin yanında bazı kimseler bulunduğu halde, bir erkek ve bir kadın Hazret-i Ali'nin yanına gelmişlerdi. Bunun üzerine Hazret-i Ali onlara, biri erkeğin bin de kadının akrabasından olmak üzere, birer hakem göndermelerini emretti. Sonra da hakemlere, "Vazifenizin ne olduğunu biliyorsunuz, değil mi?" dedi ve sözünü şöyle sürdürdü: "Eğer, birlikte yaşayabilecekleri kanaatine varırsanız, o zaman onları birleştiriri- Ama sizde ayrılacakları kanaati haşıl olursa, o takdirde onları ayırın!.." Bunun üzerine kadın, "lehime ve aleyhime olan şeyler hususunda, Allah'ın Kitabına razıyım" dedi. Erkek de, "Ayrılmaya gelince, hayır" deyince, Hazret-i Ali "Allah'a yemin ederim ki, kadının ikrar ettiği şeyi ikrar etmedikçe yalan söyledin.." dedi.

Şafiî (r.h) şöyle dedi: "Bu hadiste her iki görüş için de delil vardır.

Birinci görüşün delili şudur: Hazret-i Ali, hakemleri karı-kocanın rızası olmadan gönderip onlara, "Eğer onları birleştirmeyi uygun görürseniz, birleştirmeniz gerekir" dedi. "Gerekir.." sözü en aşağı, bunun hakemler için caiz olduğunu gösterir...

İkinci görüşün delili de şudur: Koca razı olmayınca, Hazret-i Ali durmuştur. Hazret-i Ali'nin "Yalan söyledin.." sözünün manası, "kadının yaptığını yapmadığın için davanda âdü olmadın" demektir. Bazı âlimler, birinci görüş için şu şekilde de istidlal etmişlerdir: "Allah, onları "hakem" diye adlandırdı. Hakem ise hâkim demektir. Cenâb-ı Hak, onları hâkim kabul edince, muhakkak ki onlara hüküm verme yetkisi vermiştir." Yine âlimlerden ikinci görüş için şu şekilde istidlal edenler de vardır: "Allahü teâlâ iki hakemi zikredince, onlara sadece "ıslâh etmek", "düzeltmek" işini nisbet etmiştir. İşte bu, ıslâh etmenin dışında kalan şeylerin, onlara nisbet edilmemesini gerektirir.

Sekizinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer onların arasının açılmasından endişeye düşerseniz... "ifâdesi, "Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz" demektir. Her ne kadar âyet-i kerime'de karı-kocadan bahsedilmemişse de, onlara delâlet edecek husus zikredilmiştir ki, o da "erkekler ve kadınlar"dan bahsedilmesidir.

Onlar İsterlerse Allah Onları Uzlaştınr

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah onları aralarında (uyuşmaya) muvaffak buyurur" buyurmuştur.

Bu hususta iki mesele vardır:

Birinci Mesele

"Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer isterlerse.." ifadesiyle kimlerin murad edildiği hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) "O iki hakem, aralarını bulmayı ve ıslâh etmeyi isterlerse, Allah o iki hakemi, aralarında uyuşmaya muvaffak kılar. Böylece de onlar, en hayırlı kararda ittifak etmiş olurlar..." demektir.

b) "O iki hakem ıslah etmeyi isterlerse, Allah karı ile kocayı aralarında uyuşmaya muvaffak kılar."

c) "Eğer karı-koca ıslahı isterlerse, Allah karı-koca arasını uzlaştınr.." demektir.

d) "Eğer karı-koca ıslâhı, anlaşmayı İsterlerse, Allah o iki hakemin arasını, bir hükme varma hususunda uzlaştırır da, böylece onlar en uygun olanı yaparlar." Lâfzın bütün mânalara muhtemel olduğu hususunda bir şüphe yoktur.

İkinci Mesele

"Tevfîk" kelimesinin aslı, muvafakattir. Muvafakat da, herhangi bir iş hakkında müsâvaat ve dengeyi gözetmektir. O halde, "tevfîk" tahakkuk ettiği zaman, tâat olan bir fiilin o vesileyle meydana geldiği bir lütuftur. Binaenaleyh âyet, bütün maksat ve gayelerin, ancak Allah'jn tevfîkt ile olabileceğine delâlet etmektedir. Buna göre mana, "Eğer iki hakemin niyeti, onların aralarını bulmak ise, Allah karı ile kocayı, aralarında uzlaşmaya muvaffak kılar" şeklinde olur.

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Şüphesiz Allah, alim ve habîrdir" buyurmuştur. Bundan maksat, hak olana muhalif bir yola girmek konusunda, hem karı-koca, hem de hakemler için bir tehdittir.

Dokuzuncu Mükellefiyet: Şirk Koşmayıp Halka İyilik Etmek

Bu sûrede zikredilen mükellefiyetlerin dokuzuncu nev'i, Hak teâlâ'nın şu âyetidir:

35 ﴿