36"Allah'a ibâdet edin, ona hiç bir şeyi şirk koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin mâlik olduğu kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" Bil ki Allahü Teâlâ, karı-kocadan herbirini, birbirleriyle güzel geçinmeye ve aralarındaki düşmanlık ve sertliği gidermeye teşvik edip buna irşad edince, bu âyette de diğer güzel huylara irşâd etmiş ve on çeşit güzel huydan bahsetmiştir. Birinci çeşit güzel huy: Hak teâlâ'nın, emridir. İbn Abbas, "Bunun manası, "Onu birleyiniz, tevhîd ediniz"dir" demiştir. Bil ki ibâdet, sırf Allah onu emrettiği için, bir şeyi yapma ya da yapmamadan ibarettir. İşte bu tarifin içine, kalbin ve azaların bütün amelleri dahil olmaktadır. Binaenaleyh, bunu tevhîd anlamına tahsis etmenin gereği yoktur. İbâdet hakkındaki esas sözümüz. Cenâb-ı Hakk'ın Bakara 21. âyetinin tefsirinde geçmişti. İkinci çeşit güzel huy: Cenâb-ı Hakk'ın, "Ona hiç bir şeyi şirk koşmayın buyruğudur. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah'a ibâdet edin" ifadesiyle ibâdeti emredince, "Ona hiç bir şeyi şirk koşmayın" nehyi ile de, ibâdetlerde ihlâslı olmayı emretmiştir. Çünkü. Allah'tan başkasına ibâdet eden kimse, ıhiâslı olmak şöyle dursun, müşrik olur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak. "Halbuki onlar ancak, O nun dininde ihlâs erbabı ve nuıvahhidler olarak ibadet etmelerinden.. başka bir şeyle emrolunmamışlardı" (Beyyine, 5) buyurmuştur. Üçüncü çeşit güzel huy: Cenâb-ı Hakk'ın, "Anaya, babaya iyilik edin.." emridir. Alimler, burada bir mahzufun bulunduğu hususunda ittifak etmişlerdir ki, bunun takdiri, "Anaya-babaya gayet güzel bir şekilde davranınız" şeklindedir. Bu ifade, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı buyruğu gibidir. Yani "Boyunlarını vurun" demektir. Bu fiil, duruma göre hem ila, hem de bâ harfi cerri ile kutlanılır. Nitekim "Falancaya, ona iyilik ettim" denilir. Şair Kuseyyir de, "Bize ister kötü davran, isterse iyi davran. (O sevgili) bizim nazarımızda kınanmış ve bize kızıp hiddetlenmiş olsa da, kendisine kızılmış değildir" demiştir. Bil ki Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de pekçok yerde ana-babaya itaat etme mecburiyyetini, kendisine itaat ve tevhid etme (birleme) ile birlikte zikretmektedir: a) Bu âyette, b) "Rabb'in, Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti" (isra. 23). c) "... Bana ve ana-babana şükret. Dönüşün ancak banadır.." (Lokman, 14) Ana-babanın haklarının çok büyük olduğuna, onlara iyilikte bulunup itaat etmenin vacip olduğuna delil olarak bu yeter.. '"Onlara "öf" bile deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle" (isra.23)ve "Biz insana, ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.." (Ahkâf, 15) âyetleri de, onlara itaat etmenin vacip olduğuna delâlet etmektedir. Cenâb-ı Hak, kâfir olan ana-baba hakkında da, "Eğer onlar, sence ilimde (yeri) olmadık (mevcut olmayan) herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsâ kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin" (lokman, 15) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de, Büyük günahların en büyüğü, Allah'a şirk koşmak, ana-babaya asi olmak ve yemin-i gamus (yolan olduğunu bile bile yemin) etmektir" Buhari, Edep, 6 (benzeri hadis) dediği rivayet edilmiştir Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den de şu rivayet edilmiştir: Bir adam, Yemen'den kalkıp Hazret-i Peygamber'e gelerek cihada katılmak için müsaade istedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem). "Yemende kimsen var mı?" deyince, adam. "Anam-babam var" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, "Anan ve baban sana müsaade ettiler mi? diye sorunca, adam "hayır" dedi. Hazret-i Peygamber bu cevap üzerine, "o halde dön, onlardan izin iste. Müsaade ederlerse savaşa katıl, cihad et. Aksi halde, onların sözüne itaat et..." buyurdu. Ana-babaya iyilikte, ihsanda bulunmak; onlara hizmet etmek, onlara bağırıp çağırmamak, onlara sert konuşmamak, onların istek ve arzularını tahakkuk ettirmek için, say ü gayret etmek, kudreti nisbetinde onların nafakalarını temin etmek, onlara silâh çekmemek ve öldürmemektir. Ebu Bekr er-Razi el-Cessâs şöyle demektedir: "Onu öldürmemesi halinde, babasının kendisini öldüreceğinden korkar da buna mecbur kalırsa, bu durumda onun babasını öldürmesi caizdir. Çünkü o bunu yapmazsa, başkasına kendisini öldürme imkânı vermiş olur ki, bu caiz değildir, Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber, Hanzala İbn Ebu Amir er-Rahib'i, müşrik olan babasını öldürmekten nehyetmiştir. Dördüncü çeşit güzel huy, Cenab-ı Hakk'ın "ve akrabaya. iyilik edin" ifadesidir. Bu ifâde de, Cenâb-ı Hakkın bu sûrenin başında, "... akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının..." (Nisa, 1) buyruğu ile de belirttiği gibi, sıla-i rahimde bulunmayı emirdir. Ancak ne var ki doğum akrabalığı, en yakın akrabalığı ifade edip, başkasında bulunmayan bazı özellikleri de taşıyınca, hiç şüphesiz ki Cenâb-ı Hak bu akrabalığı, diğer akrabalık çeşitlerini zikrederken onlardan ayırmış, böylece bu âyette önce doğum akrabalığını zikretmiş, peşinden de sıla-i rahim akrabalığını getirmiştir. Beşinci çeşit güzel huy, Cenâb-ı Hakk'ın "... ve yetimlere.. iyilik edin" emridir. Bil ki, yetimde şu iki çeşit acziyyet bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, onun küçük olması, ikincisi ise, infak edeninin bulunmaması.. Durumu böyle olan bir kimsenin son derece âciz ve acınmaya müstehak olduğu hususunda hiç bir şüphe yoktur. İbn Abbas: "Kişi onlara rıfk ile muamele edip acır, onları güzelce terbiye eder ve onların okşar.. Eğer onların vasisi ise, onların malını iyice korusun..."demektedir. Artına çeşit güzel huy, Cenâb-ı Hakk'ın ve yoksullara iyilik edin" emridir. Bil ki miskîn, her ne kadar malı yok ise de, ne de olsa yaşının büyük olması sebebeyle durumunu başkasına arzedebilir, böylece de faydasına olanı temin, zararına da savuşturabilir. Halbuki yetimin böyle bir gücü bulunmamaktadır. İşte bu dolayı Cenâb-ı Hak, yetimi miskinden önce zikretmiştir. Miskine, yoksula etmek ise, ihtiyacını karşılayacak biçimde ona bir şeyler vermek veyahut da onu güzel bir biçimde geri çevirmek şeklinde olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "İsteyeni sakın azarlayıp kovma" (Duha, 10) buyurmuştur. Yedinci çeşit güzel huy, Hak teâlâ'nınve yakın komşuya iyilik edin..." emridir. Bu tabirin, "yakın komşu"; tabirinin ise, "uzak komşu" manalarına geldiği söylenmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Komşusunun kötülüklerinden emin olmadığı kimse, cennete giremez. İyi biliniz ki, yakın komşular kırk evdir.." Buhari, Edep, 69 buyurmuştur. Zührî de şöyle demektedir: "Bu, kırk ev sağa, kırk ev sola, kırk ev öne, kırk ev de arkaya göredir." Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber'e, "Ya Resulellah, falanca kadın gündüz oruç tutuyor, gece namaz kılıyor. Ama, diliyle komşusuna eziyet ediyor, onlara musallat oluyor" denilince, Hazret-i Peyamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onda hiçbir hayır yoktur; o, cehennemliktir" Müstedrek, 4/126 buyurmuştur. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in canını kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, komşunun hakkını ancak Allah'ın lûtfuna mazhar olan kimseler yerine getirebilir. Böylesi kimseler İse pek azdır. Komşu hakkı ne demektir bitir misiniz? Sen, (komşun) fakir düştüğünde, onun ihtiyacını giderirsin, borç istediğinde, sen ona borç verirsin; kendisine bir hayır isabet edince, onu tebrik edersin; şer isabet ettiğindeyse taziye eder (ve teselli edersin); hasta olursa onu ziyaret eder, Ölürse cenazesini kaldırırsın.." Diğer bazı alimler tabiriyle nesebi yakın olan akrabalar; (......) ifadesiyle de, akraba olmayan komşular kastedilmiştir" demişlerdir. Bu kelime, ihtisastan dolayı mansûb olarak, "Komşuya, yani yakın olan komşuya iyilik edin" şeklinde okunmuştur. Bu, hakkının büyük olduğuna dikkat çekmek için, "(Beş vakit) namaza, hele hele orta namaza (ikindiye) devam ediniz" (Bakara, 238) âyetinde olduğu gibidir. Çünkü, burada iki gerekçe, komşuluk ve akrabalık gerekçesi bir arada bulunmaktadır. Uzak Komşuya da İyilik; Cünub Kelimesinin Mânası Sekizinci çeşit güzel huy, Hak teâlâ'nın ".. ve uzak komşuya.. İyilik edin" emridir. Bunun tefsirini yukarda zikretmiştik. Vahidî şöyle demektedir: "kelimesi, vezninde bir sıfat olup, kelimenin aslı, yakınlığın zıddı olan uzaklığı ifade eden (......) kelimesidir. Meselâ, çoluk-cocuğundan uzak olan kimse için, yakınlık bakımından sana uzak olan kimse içinse, denilmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. "Beni ve çoluk çocuğumu (putlara tapmaktan) uzaklaştır" (ibrahim, 35) buyurmuştur. Birbirlerinden uzak olduğu için, iki tarafa denilmektedir. Yıkanmadığı sürece, taharet ve mescidlerde bulunmaktan uzak olduğu için, cimâdan dolayı meydana gelen büyük abdestsizliğe de cünüplük denilmesi de bundandır. Yine, birbirlerinden uzak olduğu için iki yana, böğüre de denilmektedir. Mufaddal, Asım'dan, cîmin fethası ve nün harfinin sükunuyla olmak üzere, kıraatini rivayet etmiştir. Ki, bu şu iki manaya gelebilir: a) Bu kelimeyle taraf, manası murad edilmiştir ki, buna göre takdir, (......) şeklindedir; buna göre, mana anlaşıldığı için, muzâf olan (......) kelimesi hazfedilmiştir. b) Bunun, mübalağa ifade eden bir sıfat olmasıdır. Nitekim, "Falanca, serâpâ kerem, serâpâ cömertliktir" denilir. Dokuzuncu çeşit güzel huy, Cenâb-ı Hakk'ın, "ve yanınızdaki arkadaşa... iyilik edin" emridir. Bu, ya yolculukta bir arkadaş, ya kapı komşu, ya öğrenim ve meslek arkadaşı, veyahut da bir mecliste, bir mescidde veya başka bir yerde kendisi ile en az müddet beraber oturduğunuz kimsedir. Bu durumda sana düsen, bu arkadaşlık hakkını gözetip onu unutmaman ve bunu, o arkadaşına iyilik akımı için bir vesile saymandır. Bu ifadenin, "insanın hanımı" manasına geldiği de söylenmiştir. Çünkü sen hanımınla birlikte olur ve onunla yanyana yatarsın. Onuncu çeşit güzel huy, âyetteki "Yolda kalmış" ifâdesinin anlattığı husustur. "Yolda kalmış", memleketinden ayrılmış olan yolcu demektir. Bunun misafir, manasına olduğu da söylenmiştir. Onbirinci çeşit güzel huy, âyetteki, "Sağ ellerinizin mâlik olduğu kimselere (câriye ve kölelere)" ifâdesinin anlattığı husustur. Bil ki kölelere iyi davranmak, büyük bir taattır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, tüm bir hizmetçi (köle) satın alır da huyu huyuna uymaz iser onu satsın ve huyu huyuna uyan birisini alsın. Çünkü insanların (değişik) huyları vardır. Allah'ın kullarına azab etmeyiniz" buyurduğunu rivayet etmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bu sözünün sonunda "Namaz ve sağ ellerinizin sahib olduğu kimseler (köleler) hakkında sizi uyarınm" dediği rivayet edilmiştir. Yine rivayet olunduğuna göre, Medine'de bir adam kölesini dövüyor, köle de "Allah'a sığınıyorum" diyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyuyordu. Adam kölesini çokça dövünce, bu köle Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına vardı ve: "Allah'ın Resulüne sığınıyorum" dedi. Bunun üzerine sahibi onu dövmeyi bıraktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)de: "Allah'a sığınan kurtarılmaya daha lâyıktır" dedi. Bunun üzerine adam, "Ya Resulellah, bu köle Allah rızası için artık hürdür" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer böyle söylemeseydin, yüzünü cehennemin alevi alazlardı (yakardı)" demiştir. Bil ki kölelere şu şekillerde iyilik yapılır: a) Onlara, güçlerinin yetmeyeceği işleri yüklememek suretiyle.. b) Onlara, kırıcı sözlerle eziyet etmeyip, güzel davranmakla.. c) Onlara, ihtiyaçları olan yiyecek ve giyeceği vermekle.. Cahiliyye insanları, köle ve cariyelerine kötü davranıyorlar ve meselâ, cariyelerine zina yapmalarını teklif ediyorlardı. Bu, onların zina yoluyla, bedenleri ile para kazanmaları idi. Bazı alimler, âyetteki bu ifadeden maksadın, insanın elinin altındaki bütün canlılar olduğunu söylemişlerdir. Bunların hepsine, uygun şekilde iyi davranmak büyük bir taattir. Bil ki buradaki "eymân" (sağ eller) kelimesi, te'kid için zikredilmiştir. Bu, "Ayağın yürüdü, elin tuttu" denilmesi gibidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Aldığı şeyin sorumluluğu ele düşer" Keşfu'l-Hafa, 2/69 demiştir. Cenâb-ı Hak da, "Ellerinizin işleyip yaptıklarından" buyurmuştur. Allahü teâlâ, bu çeşit huyları sayınca, "Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" buyurmuştur. "Muhtâl", kendini beğenen ve kibirlenen demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh): "Cenâb-ı Hak, muhtâl sözü ile, hiç kimsenin hakkını vermeyen ve kendini beğenen kimseleri kastetmiştir" der. Zeccâc da, "Cenâb-ı Hak burada, "muhtal"dan bahsetmiştir. Zira muhtâl, fakir olan akrabalarına burun büküp onlara kötü davranır, düşkün komşularına tenezzül etmeyip onlara iyi davranmaz" demiştir. Biz, bu kelimenin iştikakını, Al-i İmran, 14. âyetin tefsirinde zikretmiştik. "Fahr" kelimesi, büyüklenmek manasınadır. Fahur ise, büyüklenmek ve övünmek için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh), bu kelimenin "Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetler ile, diğer insanlara karşı övünen kimse" manasına olduğunu söylemiştir. Allahü teâlâ, bu âyette bu iki vasfı bilhassa zemm için kullanmıştır. Çünkü muhtâl, kibirlenen demektir. Kibirlenen de, haklara çok az riâyet eder. Sonra bunun peşisıra, gösteriş ve kahramanlık duygusu ile değil sırf Allah rızası için haklara riayet edilsin diye fahur olanları zemmetmiştir. |
﴾ 36 ﴿