39

"Allah'a ve âhiretgününe iman edip de, Allah'ın kendilerine verdiğinden harcamış olsalardı, onlara ne zararı olacaktı ki? Allah onları çok iyi bilendir".

Bu âyet hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hak teâlâ'nın, "Onlara ne zararı olacaktı ki?" buyruğu inkâr manasında istifham ifadesidir, (......) sözünün tek bir isim olması da caizdir. Buna göre mana "Onların aleyhlerine hangi şey var?" şeklinde olur. Yine (......)'nın.." "ki o.." anlamında; (......)'nın da tek başına isim olması da caizdir. Buna göre de mana "Şayet iman etselerdi, aleyhlerine terettüp eden şey neydi ki?" şeklinde olur.

Taklidi İman Hakkında

İmanın taklîd yoluyla sahîh olacağını öne sürenler bu âyet ile istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Cenâb-ı Hakk'ın,

"şayet iman etmiş olsalardı, onlara ne zararı olacaktı ki?" buyruğu iman getirmenin son derece kolay olduğunu ihsas etmektedir. Şayet (iman etme konusunda) istidlalde bulunmak muteber olsaydı, o zaman iman getirmek çok zor olurdu. Çünkü biz, istidlal yolunu tutanların, ömürlerini bu işe harcadıkları halde, bu istidlallerini tamamlayamadıklarını görmekteyiz. İşte bu da, iman mevzuunda taklidin kâfi olduğuna delâlet etmektedir."

Kelamcılar buna şu şekilde cevap vermiştir: "Zorluk tafsilattadır; icmalî ve genel bir şekilde delillere gelince, bu delillere ulaşmak kolaydır.." Şunu bil ki, bu mevzu çok derin bir konudur.

Üçüncü Mesele

Mu'tezile'nin önde gelen alimleri bu âyetle istidlal etmişler ve onu, kendi görüşlerine misal olarak getirmişlerdir.

Meselâ Cübbaî şöyle demiştir: "Eğer onlar iman etmeye olmasalardı, Allahü teâlâ'nın bunu söylemesi caiz olmazdı. Nitekim, ateşte azab gören kimseye, "Oradan çıksalar da cennete gitselerdi, onlara ne zararı olacaktı ki?" denilir. Yine aynı şekilde, yemeye gücü yetmeyen bir kimse için de "Yese ne zararı olurdu ki?" denilmez.."

Ka'bî şöyle demiştir: "Allah'ın, onda küfrü ihdas edip de, sonra "Şayet iman etseydi, bunun ona ne zararı olacaktı?" demesi caiz olmaz. Yine aynı şekilde, hasta ettiği bir kimseye, "hasta olmasaydı ne olurdu?"; bir kadına, "erkek olsaydı ne olurdu?", çirkin olan bir şey içinde, "güzel olsaydı ne olurdu?" denilmesi caiz olmaz. Nasıl böyle sözleri aklı başında bir kimsenin söylemesi uygun değilse, aynı şekilde Allah'ın söylemesi de uygun ve yerinde değildir. Böylece, "Bu iş, başkası hakkında çirkin ise de, Allah tarafından güzeldir; çünkü mülk O'nundur, O'nun mülküdür" şeklindeki söz de bâtıl ve geçersiz olmuş olur." Kâdî Abdu'l-Cebbâr ise şöyle demiştir: "Aklı başında olan bir kimse vekiline ticâret metâında tasarrufta bulunmasını emredip, sonra da onu, kurtulmaya imkân bulamayacak bir biçimde engelleyip hapsetse, peşinden de ona: "Ticaret mallarında tasarrufta bulunup iş yapsaydın, sana bunun ne zararı olurdu ki?" dese, böyle bir şey uygun ve doğru olmazdı. Böyle bir sözü söyleyen kimse kıt akıllı ve sefih olunca, bu durum böyle bir şeyin Allah hakkında da caiz olmadığına delâlet etmiştir." İşte, zikrettikleri misâllerin tamamı budur.

Bil ki medh ve zemm, sevab ve ikâb usûlüne tutunmak, Mu'tezile'nin en çok kullandığı bir yoldur. Onların, ilim ve din meseleleriyle çelişmeleri de, aynı şekilde çoktur. Binâenaleyh, tekrarlamaya gerek yoktur.

Sonra Cenâb-ı Hak "Allah onları çok iyi bilendir" buyurmaktadır. Bunun manası şudur: "Riyaya yönelmek, ancak gizli olup, açık olmaz. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, kendisinin, işlerin zahirini bildiği gibi, bâtınlarını da bildiğini beyan etti. Binaenaleyh insan buna inandığında, bu inancı onu nifak, riyakârlık ve gösteriş sebepleri gibi kalbin kötü fiillerinden reddeden ve alıkoyan bir husus olur.

Allah Zerre Kadar Zulmetmez

39 ﴿