40

"Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık etmez. (O zerre miktarı şey) bir iyilik olursa, onu(n sevabını) kat kat artırır. Kendi katından pek büyük bir mükâfat verir".

Bil ki bu âyetin, "Allah'a ve âhfretgününe iman edip de, Allah'ın kendilerine verdiğinden harcamış olsalardı, onlara ne zararı olacaktı ki?" (Nisa, 39) âyetiyle irtibatı şu şekildedir: Allahü teâlâ sanki, "Cenâb-ı Hak, bu durumda olan kimseye, zerre miktarı zulmetmez. (Zerre miktarı) bir iyilik olursa, onu kat kat arttırır" buyurmuş ve bununla insanları, iman ve tâate teşvik etmiştir.

Bil ki bu âyet, üç şeyin va'adini ihtiva etmektedir. Birincisi, Cenâb-ı Hakk'ın, "Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık etmez" sözünün ifâde ettiği şeydir. Bu ifâdeyle ilgili bazı meseleler vardır:

Birinci Mesele

Arapça alimlerine göre zerre, küçük kırmızı karınca demektir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o, elini toprağa sokup çıkarttı, sonra da eline üfleyip şöyle dedi:

"İşte şu uçuşan tozların her biri zerredir." kelimesi (ağırlık) kelimesinden gelip vezninde bir isimdir. "Şunun ölçüsü, miktarı şudur" manasında olmak üzere, tabiri, "mikdarı zerre mikdarınca olan şey" anlamına gelir.

Bil ki, bu âyetten murad şudur: "Allahü teâlâ, az ya da çok, kesinlikle zulmetmez." Fakat burada söz, insanların, en küçüğü ve en azı ifade ederken kullanmış oldukları üslub üzere gelmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Muhakkak ki Allah, insanlara hiç bir şekilde zulmetmez" (Yunus, 44) buyruğu da buna delâlet etmektedir.

İkinci Mesele

Mutezile şöyle demiştir: Bu âyet Cenâb-ı Hakk'ın, kulların fiillerinin yaratıcısı olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü, kulların birbirlerine zulmetmeleri de, bu ameller cümlesindendir. Şayet bu zulmün mucidi Allah olsaydı, o takdirde zâlim Allah olmuş olurdu. Yine, şayet Allah zâlimde zulmü yaratıp, bu zâlimin de, zulmü, olmadığı zaman elde etmeye; meydana geldikten sonra da onu savuşturmaya bir gücü ve kudreti yoksa, sonra da Cenâb-ı Hakk'ın, durumu ve vasfı böyle olan bir kimseye, "Niye zulmettin?" deyip onu cezalanciırsa, işte bu, zulmün ta kendisi olurdu. Âyet-i kerime ise, Allahü teâlâ'nın zulümden münezzeh olduğuna delâlet etmektedir.

Buna cevap: Bu, daha önce de çokça geçtiği üzere, "ilim" ve "sebepler" meselesiyle çelişmektedir. Biz daha önce, her ne kadar çok ve büyük olsa da, Mutezile mezhebinin istidlallerinin, neticede tek bir şeye râci olduğunu söyledik. Bu da, medih ve zemm, sevab ve ikâb meselesine tutunmaktır. Bu meseleye yöneltilecek sual muayyen ve bellidir. Bu da, onun ilim ve "dâî meseleleriyle çelişmesidir. Onlar ne zaman bu istidlali tekrarlarsa, biz de bu suâli tekrarlarız.

Cenab-ı Allah Zulmetmeye Kadir midir

Mu'tezile şöyle demektedir: Âyet-i kerime, o kulun, zulme kâdir olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü o, onu terk ettiği için medholunmaktadır. Çirkin bir fiili terketmekle medh- olunan bir kimsenin, ancak onu yapmaya muktedir olması halinde, bunu terketmekle rnedholunması doğru ve yerinde olur. Görmüyor musun? Yatalak olan bir kimsenin, geceleri hırsızlık yapmamakla medhedilmesi doğru ve yerinde değildir.

Buna cevap: Cenâb-ı Hak, kendisini hiçbir uyuklama ve uykunun tutmaması sebebiyle zatını methetmiştir. Bundan, Allahü teâlâ'yi uyuklama ve uyku tutmasının doğru olması gerekmez. Aynı şekilde Cenâb-ı Hak kendisini, bakışların idrâk edememesi ile de Zatını medhetmiştir.Mu'tezile'ye göre bu, bakışların Cenâb-ı Hakk'ı idrak edebileceğine, görebileceğine delâlet etmemektedir.

Dördüncü Mesele

Mu'tezile şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime, tâatından dolayı, kulun sevaba müstehak olduğuna ve şayet Allahü teâlâ onun sevabını vermezse, o zaman O'nun zâlim olacağına delâlet etmektedir. Çünkü Allahü teâlâ bu âyette, amellerine mukabil kula sevab vermemiş olsaydı, onlara zulmetmiş olacağını beyan etmiştir ki, bu ise ancak onlar amellerine mukabil sevaba müstehak olmaları halinde doğru ve yerinde olur.

Buna cevap: Allahü teâlâ, insanlara, bu amellere mukabil sevap va'adetmiştir. Binaenaleyh, eğer Allahü teâlâ insanlara, bu amellerine karşılık bir sevap vermeyecek olsaydı, bu bir zulüm şeklinde meydana gelmiş olurdu. İşte, bundan dolayı da buna zulüm ismi ıtlak edilmiştir. Allahü teâlâ'dan zulmürvsadır olmasının imkânsız olmasına şu da delâlet etmektedir; Zulüm, sizin anlayışınıza göre, cehaletten ve muhtaç olmaktan ileri gelir. Halbuki bu iki şey, Allah hakkında muhaldir. Muhal olanın gerektirdiği şeyler de muhaldir. Muhal ise, gayr-ı makdurdur (yani kudret muhale taalluk etmez). Keza zulüm, başkasının malında tasarrufta bulunmaktan ibarettir. Halbuki Cenâb-ı Hak, ancak kendi mülkünde tasarrufta bulunmaktadır. Binaenaleyh, O'nun zâlim olması imkânsızdır. Ve yine zâlim olan, ilâh olamaz. Bir şey ancak, onun ayrılmaz ve gerekli unsurları sahîh ve tam olduğu zaman tam ve sahih olabilir. Bundan dolayı, eğer zulmün Cenâb-ı Hak'tan sadır olması sahîh ve yerinde olsaydı, O'nun Hanlığının zeval bulması da doğru olurdu. Ve eğer durum böyle olsaydı, O'nun ilâhlığı, zevali caiz olan bir ilâhlık olurdu. Bu durumda da, kendisinde ilâhlık sıfatının meydana gelebilmesi için, bir tahsîs ediciye ve bir faite muhtaç olurdu ki, böyle bir şey Allah hakkında imkânsızdır.

Beşinci Mesele

Mu'tezile "Bir damla içkinin cezası, yüz senelik iman ve ibâdetin sevabını giderir" demiştir. Bizim âlimlerimiz ise, "Bu, bâtıldır. Çünkü biz zarurî olarak biliyoruz ki, bu uzun seneler müddetince yapılan bütün bu büyük tâatlerin sevabı, şu bir damla içkinin cezasından daha fazladır. Binaenaleyh bu büyük sevabı, bu kadarcık günahın cezasıyla düşürmek bir zulümdür. Ve bu da bu âyet-i kerime ile nefyedilmiş, böyle bir zulmün bulunmadığı açıklanmıştır" demişlerdir.

İhbat (Günahların Sevapların Silmesi) İddasını Reddi

Cübbaî, "Büyük günahın cezası, bütün tâatlerin sevabını geçersiz kılar (ihbât). Öte yandan ise, bu tâatler sebebiyle, bu cezadan hiçbir şey eksilmez" derken; oğtu Ebu Haşim, Bilakis, bu tâatler sebebiyle, bu ceza da eksilir, düşer" demiştir. Onların bu görüş ve sözleri, ihbâtın bâtıl olduğunu ortaya koyma hususunda, ehl-i sünnet âlimlerimiz için kuvvetli bir delil olmuştur. Çünkü biz diyoruz ki: Eğer bu sevap boşa çıkmış olsaydı, kendisi kadar bir cezayı da ya geçersiz kılmış olur veya geçersiz kılmamış olurdu. Her iki ihtimal de bâtıldır. Öyleyse ihbât nazariyyesi de bâtıldır. Bizim "Sevab ile günahtan herbirinin diğeriyle geçersiz kılınamıyacağını" söylememizin sebebi şudur: Çünkü, bunlardan birinin bulunmayışının sebebi diğerinin bulunması olsaydı ve eğer iki yokluk da birlikte bulunmuş olsaydı, iki varlık da birlikte bulunmuş olurdu. Çünkü zarureten biz biliyoruz ki, illet zarurî olarak malûl ile birlikte bulunur. Bu ise, muhaldir. Biz dedik ki. "Ma'siyetin tâat ile geçersiz olması caiz olmamakla beraber, tâatin de ma'siyet ile geçersiz olması caiz değildir." Çünkü kul, ne bir sevap elde etme hususunda, ne de bir ikâbı def etme hususunda, bu tâatlerden yararlanamaz; bu ise bir zulümdür. Bu da Hak teâlâ'nın, "Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık etmez" âyetine ters düşer. Bu iki kısım bâtıl olunca Mutezilenin iddia ettiği "ihbât" görüşünün bâtıl olduğu sabit olur.

Günahkar Mü'min Sonrasında Cennete Gider

Alimlerimiz bu âyete tutunarak, günahkâr mü'minlerin, cehennemden çıkıp cennete gireceklerine istidlal etmiş ve şöyle demişlerdir: "Yüz sene kulluk toprağına alnını koymaya devam edip, Cenâb-ı Hakk'ın celâl ve ikram sıfatları ile mevsûf olduğunu ikrar ederek, O'nun birliği ile tevhidine imana devam eden kimsenin, hiç şüphe yok ki sevabı, bir yudum içkinin cezasından, mükafaat olarak daha büyüktür. Kıyamet günü, içki içen getirilip, bu günahın cezası o büyük mükafaatından düşürüldüğünde, yine bu kimse için büyük mükafaat kalır. Binaenaleyh, bu kadarcık bir ceza sebebiyle insan cehenneme atıldığında, eğer orada ebedî kalacak olsa, bir zulüm olur ki bu bâtıldır. Bundan dolayı böyle bir kimsenin sonunda cehennemden çıkarılıp cennete gönderileceğine kesin hükmetmek gerekir.

Âyetin ihtiva ettiği va'adlerden ikincisi Cenâb-ı Allah'ın, ' (Zerre miktarı şey), bir iyilik olursa, onun sevabım (Allah) kat kat artırır" sözünün ifâde ettiği şeydir. Bu cümle ile ilgili birkaç mesele vardır;

Birinci Mesele

Nâfi ve İbn Kesir, kıraati buradaki fiilini tam bir fiil kabul ederek, "hasene" kelimesini merfû olarak (......) şeklinde okumuştur ki bunun manası, "Eğer bir hasene olur, meydana gelirse.." şeklinde olur. Diğer kıraatler ise, bu fiili bir nakıs fiil kabul ederek, "hasene"kelimesini mansüb olarak, (......) şeklinde okumuşlardır ki buna göre mana, "Eğer o zerre miktarı şey bir iyilik olursa.." şeklindedir. İbn Kesîr ve İbn Âmir, elifsiz ve şeddeli olarak tef'îl babı üzere, (......) şeklinde; diğer imamlar ise elifli ve şeddesiz olarak, müfâ'ale babı üzere, (......) şeklinde okumuşlardır.

Ayetteki Tek'ü Kelimesinin Sonunda Nuh'un Düşmesi

Âyetteki (......) fiili, (......) fiilindendir. Aslı olup, cezmden ötürü sondaki ötüre düşmüştür. Hem nûn, hem de vav harfleri sakin olduğu için, (içtimâ-i sakineynden dolayı) vâv düşmüş ve kelime şeklinde kalmıştır. Daha sonra, sakin olduğu için, nûn harfi de düşmüş ve kelime olmuştur. Nûn, harf-i lînlere benzer. Harf-i lînler kelime sonunda bulundukları zaman, cezmden dolayı düşerler. Bu tıpkı senin, demen gibidir. Bu, (bilmiyorum) demektir. Kur'ân'da bu kelime, hem nûnun hazfi ile, hem de nûnu hazfedilmemiş olarak gelmiştir. Hazfi, bu âyette olduğu gibidir. Nûnun hazfedilmemiş olarak gelişine misal İse, Cenâb-ı Hakk'ın, 'Eğer zengin veya fakir olursa" (Nisa, 135) âyetidir.

Amellerin Mükafatının Kat Kat Artırılması

Cenâb-ı Allah, "Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık (zulüm) etmez" buyruğu ile, kendisinin, insanlara kesinlikle haksızlık etmeyeceğini beyân ettiği gibi, yine aynı âyetle onlara hak etliklerinden fazla mükâfaat vereceğini de beyân buyurmuştur. Bil ki âyette bahsedilen kat kat artırarak vermeden maksad, müddet ve zaman bakımından artırma değildir. Çünkü mükâfaatın zamanı sonsuzdur. Sonsuz olanı, kat kat artırmış olarak vermek ise imkânsızdır. Aksine Cenâb-ı Allah'ın bu buyruk ile muradı, o mükâfaatı miktar bakımından kat kat artırmaktır. Meselâ kişi, taatı sebebi ile on derecelik mükâfaata hak kazanır ama, Allah onu yirmi, otuz ve daha ileri derecelere çıkarabilir. İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Kıyamet günü bir kul getirilir ve bir münâdi, gelmiş geçmiş bütün insanların huzurunda şöyle nida eder: "Bu, falan oğlu falandır. Bunda hakkı olan gelsin hakkını alsın." Sonra o kula, "Şu insanlara, haklarını ver" denir. Bunun üzerine o adam, "Ya Rabbi, dünya hayatı gitmişken, nasıl vereyim?" der. Cenâb-ı Hak da meleklerine "Onun sâlih (iyi-hayırlı) amellerine bakın ve o insanlara haklarını onlardan verin" der. Eğer amellerinden geriye zerre kadar bir mükâfaat kalırsa, Allahü teâlâ, o kulu için, o mükâfaatı kat kat artırır ve onu fazlı ile cennete sokar. Bunun Allah'ın kitabındaki şahidi ise, "(O zerre miktarı şey), bir iyilik olursa, (Allah) onun sevabını kat kat artırır" âyetidir.

Hasan Basri de şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "(O zerre miktarı şey) bir iyilik olursa, (Allah) onun sevabını kat kat artırır" şeklindeki ifâdesi, "Bir iyiliğe mukabil, yüzbin iyilik (sevab) vardır" demesinden, âlimlere göre daha sevimlidir. Çünkü bu ikinci sözde miktar bellidir. Birincisinde ise, o kat kat vermenin miktarını ancak Allah bilir. Bu tıpkı Hak teâlâ'nın, Kadir gecesi hakkındaki, "O, bin aydan daha hayırlıdır" (Kadr, 3) âyeti gibidir."

Ebu Osman en-Nehdî, "Ebu Hureyre'nin "Allahü teâlâ, mü'min kulunun bir hasenesine (iyiliğine) karşılık, bir milyon iyilik sevabı verir" dediği bana ulaştı. Derken Cenâb-ı Allah hacc (veya umre) için Mekke'ye gitmeyi bana nasib etti ve orada onunla karşılaşıp, "Bana, mü'min kulunun bir iyiliğine karşılık, Allah'ın bir milyon iyilik sevabı vereceğini söylediğini duydum" dedim. Ebu Hureyre de, "Ben böyle söylemedim, ancak "iyilikler, iki milyona kadar katlanır" dedim" dedi ve sonra da bu âyeti okuyarak, "Allahü teâlâ, burada "pek büyük bir mükâfaat" buyurduğuna göre, onun miktarını kim bilebilir" dedi" demiştir.

Bu âyetin ihtiva ettiği va'adlerden üçüncüsü, "Kendi katından pek büyük bir mükâfaat verir" sözünün ifade ettiği husustur. Bu beyan ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) kelimesi, "indinde, yanında" manasınadır. Fakat "indinde" kelimesinden daha geniş manalıdır. Mesela adam bir başka beldede malı olduğu zaman,

"Yanımda bir mal var" der. Fakat yanında olmayan mal için "Elimde, yanımda bir mal var" denmez.

İkinci Mesele

Bil ki bu ifâde ile Hak teâlâ'nın, "(O zerre miktarı şey), iyilik olursa, onun sevabını kat kat artırır" ifadesi arasında mutlaka bir fark vardır. Bu husustaki hakîkî bilgi Allah'a aittir. Fakat benim hatırıma şu geliyor: Bu kat kat artırma, o iyiliğin cinsinden olur. Cenâb-ı Hakk'ın vereceği o pek büyük mükâfaat ise, o iyiliğin cinsinden olmaz.

Görünen odur ki, bu kat kat verme işi, cennette verileceği va'adedilen lezzetler ve nimetlerden olur. Fakat Cenâb-ı Hakk'ın kendi katından vereceği o pek büyük mükâfaat ise, Allah'ı görme ve muhabbetullah ile marifetullaha gark olma esnasında duyulacak olan lezzettir. Allahü Teâlâ, bu çeşit lezzeti kendi katına ayırmıştır. Çünkü bu çeşit gıbta edilecek lezzet, mutluluk, güzellik ve kemal çeşitleri, bedenî amellerle elde edilemeyip, bilakis Allahü teâlâ'nın, kutsî nefis cevherine yerleştirmiş olduğu işrâk, safa ve nur gibi şeylerle elde edilir. Kısaca işte bu kat kat artırma cismânî-bedenî saadete; "pek büyük mükâfaat" ise ruhanî saadete işarettir.

Hazret-i Peygamberin Ümmeti Hakkında Şahitlik Etmesi

40 ﴿