42

"Her ümmetten birer şahit ve onların üzerine de (Habibim) seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman, halleri nice olur? İnkâr edenler ve Peygambere âsi olanlar, o gün, "yerle bir edilselerdi de keşke Allah'dan gelen bir sözü gizlememiş olsalardı" temennisinde bulunurlar".

Bu âyetlerin, Önceki âyetlerle irtibatı şöyledir: Allahü teâlâ, âhirette hiç kimseye zulmedilmeyeceğim ve iyi kimseyi, iyiliklerine karşılık mükâfatlandırıp, ona hakettiğinden fazlasını vereceğini beyan edince bu âyetlerde de, günahkâra karşı olan hücceti daha müessir, günahkârı azarlayışı daha büyük ve o günahkârın pişmanlığı daha fazla olsun; Allah'ın Peygamberinin getirdiğini kabul edip, ona itaat eden kimsenin sevinci de daha büyük olsun diye, bütün bunların, Allahü teâlâ"nın insanlara bir hüccet (delil) olarak gönderdiği peygamberlerin şahadeti ile yapılacağını beyan etmiştir. Böylece bu ifâde Allahü teâlâ'nın, haklarında "Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık etmez" (Nisa. 40) buyurduğu kâfirler için bir tehdit ve haklarında, "(O zerre miktarı şey), bir iyilik olursa, onun (sevabını) kat kat artırır" (Nisa, 40) buyurmuş olduğu itaatkâr kullar için de bir va'ad olmuş olur. Bu âyet hakkında iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'a, "Bana Kur'an oku" der. O şöyle anlatır: " Ya Resulallah, Kur'an'ı bana öğreten sana mı?" dedim, Bunun üzerine "O Kur'an'ı başkasından dinlemeyi (daha çok) seviyorum" Bahari, Tefsir Süre:4, 9; Müslim, Müsafirin, 247-248 (1/551) dedi." İbn Mes'ud, anlatmaya şöyle devam eder: "Bunun üzerine Nisa sûresinin başından itibaren okumaya başladım. Bu âyete gelince, Resûlullah ağladı. Ben de okumayı kestim."

Süddî'nin anlattığına göre, "Kıyamet günü, Ümmet-i Muhammed, peygamberler için, tebliğde bulunduklarına dâir; Hazret-i Peygamber de, Ümmet-i Muhammed için, kendisini tasdik ettiklerine dâir şahitlik yapacaklardır. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah, Böylece (Ey ümmet-i Muhammed), insanlara karşı şâhidler olasınız, bu peygamber de size tam bir şâhid olsun diye, sizi vasat (mutedil âdil) bir ümmet yaptık" (Bakara, 143) buyurmuştur. Yine Cenâb-ı Hak, Hazret-i İsa'nın "Ben içlerinde bulunduğum müddetçe (ümmetim) üzerinde bir sahid idim" (Mâide, 117) dediğini nakletmiştir

İkinci Mesele

Endişe ile beklenen bir şey hakkında "şöyle şöyle olduğu zaman; falanca şunu yaptığı zaman; şu vakit geldiği zaman senin halin nice olacak?" demeleri Arapların âdetidir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Allahü teâlâ her ümmete, kendi peygamberlerini şâhid tuttuğunda ve seni (Hazret-i Muhammed'i) de, bu ümmete şâhid olarak getirdiğinde, sizler kıyamet günü hakkında ne dersiniz? " Cenâb-ı Hak, burada Hazret-i Peygamberin kendilerini müşahede ettiği, hallerini iyice bildiği ve Kur'an'a muhatap olan kavmini kastetmiştir. Hem sonra her asrın insanları, hallerini müşahede etmiş oldukları diğer insanlara şahadette bulunacaklardır. İşte Hazret-i İsa, bu itibarla, "Ben içlerinde bulunduğum müddetçe, (ümmetim) üzerine bir şâhid idim" (Mâide. 117) demiştir. Sonra Cenâb-ı Hak o günü anlatarak, "İnkâr edenler ve peygambere âsi olanlar, o gün. "yerle bir edilselerdi de keşke Allah'tan gelen bir sözü gizlememiş olsalardı" temennisinde bulunurlar" buyurmuştur. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Kafirlerin Şeriatın Fer'i Ahkamı ile Mükellefiyetleri

Âyetteki "İnkâr edenler ve peygambere âsi olanlar" ifâdesi, Hazret-i Peygambere âsî ofup karşı gelmenin, küfürden farklı olmasını gerektirmektedir. Çünkü bir şeyin, yine kendisi atfedilmesi caiz değildir. Binâenaleyh Hazret-i Peygambere isyânın, küfrün dışındaki diğer günahlar manasına hamle- dilmesi gerekir. Bu sabit olunca biz deriz ki, "Bu âyet, kâfirlerin İslâm'ın ahkâmından sorumlu tutulacaklarına ve kıyamet günü, küfürlerinin yanısıra bu günahlarından ötürü de cezalandırılacaklarına delâlet etmektedir. Çünkü bu günahlarının bunda bir tesiri olmamış olsaydı, onların masiyetlerinin (isyanlarının) burada zikredilmesinin bir manası olmazdı.

İkinci Mesele

İbn Kesir, Âsim ve Ebu Amr. kelimeyi meçhul sîgâ üzere, tâ harfinin ötresi ve sin harfinin fethası ile (......) şeklinde okumuşlardır. Nâfî ve İbn Âmir ise, bunu (dümdüz oldu) manasında olmak üzere, tâ harfinin fethası ve sin harfinin şeddesi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Bunda ikinci tâ harfi, kendisine yakın olan sin harfine idgâm edilmiştir. Bu kıraatte iki şeddenin yan yana bulunması kötü karşılanmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bunun pek çok benzeri vardır. Mesela (Neml. 47); (Yunus, 24) ve (enam, 126) âyetlerinde olduğu gibi. Bu kıraatta bir mecaz söz konusudur. Bu da "dümdüz etme" fiilinin, yeryüzüne isnâd edilmesidir. Hamza ve Kisâî ise bu kelimeyi, İmâm-ı Nâfî'nin idğâm ettiği tâ harfini hazfederek, birinci tâ'nın ve şeddesiz sin'in fethası ile (......) şeklinde okumuştur. Çünkü bunun sebebi idğam olduğu gibi hazf de olabilir.

“Yerle Bir Edilme”nin Manası

"Yerle bir edilselerdi..." tabirinin tefsiri hakkında âlimler üç izah yapmışlardır: "

a) Bu, "Keşke onlar yere gömülseler de, ölülerin yerle dümdüz edilmeleri gibi, kendileri de yerle bir edilselerdi" manasındadır.

b) Bu, "Onlar, ölümden sonra yeniden diriltilmemiş olmayı ve yerle bir edilmiş olmayı temennî edecekler" manasındadır.

c) Kıyamet günü hayvanlar toprak olurlar. Bunun üzerine bu kâfirler de, "Ah, ne olurdu ben de toprak olaydım!" (Nebe, 40) âyetinde ifâde edildiği gibi, o hayvanların durumunda olmayı arzu ederler.

Dördüncü Mesele

Âyetteki, "Allah'tan gelen bir sözü gizlememiş olsalardı..." ifâdesinin tefsiri hakkında müfessirlerin iki görüşü vardır:

1- Bu, kendinden önceki cümle ile irtibatlıdır.

2- Bu, müstakil yeni bir cümledir. Bu ifâdeyi, kendinden önceki cümle ile irtibatlı sayarsak, şu iki manaya gelir:

a) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın söylediği mana:"Onlar arzu ederler ki, keşke yeryüzü (toprak) onların üzerine kapansa da, Hazret-i Muhammed'in peygamberliğini gizlemeyip, onu inkâr etmeyerek münafıklık yapmasalardı." Bu manaya göre, âyette bahsedilen "gizleme", onların (yahudilerin), (Tevrat'ta bahsedildiği halde), Hazret-i Muhammed'in peygamberliğini gizlemeleri manasınadır.

b) Müşrikler Kıyamet günü, Allahü teâlâ'nın müslümanları bağışlayıp, şirki bağışlamadığını gördükleri zaman, 'Geliniz, dünyada iken yaptığımızı inkâr edelim" derler ve Allahü teâlâ kendilerini bağışlar ümidi ile, "Rabbimiz Allah adına yemin ederiz ki biz müşrik değildik" diye yemin ederler. O zaman onların ağızları mühürlenir, elleri konuşur ve ayakları işledikleri günahlar hususunda şâhidlik eder. İşte o vakit onlar, toprak olmayı ve Allah'tan hiçbir sözü gizlememiş olmayı dilerler.

3- Bu söz, müstakil yeni bir cümledir. Çünkü onların yaptıkları şeyler, Allah katında malûmdur. Binâenaleyh onu nasıl gizleyebilirler?

Kafirler ahrette Yalanla Kurtulurlar mı?

Buna göre eğer, "Bu âyet ile, Cenâb-ı Hakk'ın "Rabbimiz olan Allah'a and ederiz ki, biz eş tutanlardan değiliz" (Enam, 23)âyeti nasıl telif edilebilir?" denilirse, buna şu yönlerden cevâp verilebilir:

a) Kıyametin toplantı yerleri ve durakları pek çoktur. Bir yer var ki, onlar orada asla konuşamazlar. İşte bu yeri, Cenâb-ı Hakk'ın 'Artık bir fısıltıdan başka bir şey işitmezsin" (Tâhâ, 108) âyeti ifâde etmektedir. Bir yer de var ki onlar orada konuşabilirler. Bu yer de, Hak teâlâ'nın "Biz hiçbir yaramazlık yapmazdık" (Nahl, 28) ve "Rabbimiz olan Allah'a and ederiz ki, biz eş tutanlardan değiliz" (En'âm, 23) âyetlerinin bildirdiği husustur. Böylece onlar, bazı yerlerde yalan söylerler, bazı yerlerde de, küfre saptıklarını itiraf ederek, dünyaya dönme isteğinde bulunurlar ki bu da onların "Ah bize ne olurdu, (dünyaya) bir geri döndürülseydik, Rabbimiztn âyetlerini yalan saymasaydık" (Enam, 27) şeklindeki sözleridir. Bu durakların en sonuncusunda ise, onların ağızlan mühürlenir de böylece onların elleri, ayaklan ve derileri konuşmaya başlar. Biz, bu günün rüsvaylığından Allah'a sığınırız.

b) Bu gizleme işi bilfiil tahakkuk etmeyip, yukarda da izah ettiğimiz gibi, onların temennîleri kapsamındadır.

c) Onlar, bizzat gizlemeye niyetlenmediler. Bunu ancak, vehmettikleri biçimde haber verdiler. Buna göre ifâdenin takdiri şu olur: "Allah'a yemin olsun ki, şu anda durum bize zahir oluncaya kadar, biz kendi kanaatimizce müşrik değil, bilakis zannımızca hak üzere idik." Bu mesele hakkındaki bizim esas açıklamalarımız, Allah müsaade ederse, En'âm sûresinde gelecektir.

Nisa Süresindeki Onuncu Mükellefiyet: Sarhoş İken Namaz Kılınmaz

Bu sûrede zikredilen mükellefiyetlerin onuncu nevi, Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetidir:

42 ﴿