48"Şüphesiz ki Allah, (insanın), kendisine eş tanımasını bağışlamaz. O (günah)tan başkasını, dileyeceği kimseler için yarlığar. Kim Allah'a şirk koşarsa, muhakkak pek büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur". Bil ki Allahü teâlâ, yahudileri inkârlarından dolayı tehdid ve bu tehdidin mutlaka vuku bulacağını beyan edince, aynı tehdidin küfre has olan şeylerden olduğunu da bildirmiştir. Küfrün (inkârın) dışındaki diğer günahlara gelince, bunların durumu böyle olmayıp, Cenâb-ı Hak onları bazan affedebilir İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah "Şüphesiz ki Allah, (insanın), kendisine şirk koşmasını bağışlamaz. O (günah)tan başkasını, dileyeceği kimseler için affeder" buyurmuştur. Bu tabirle ilgili birkaç mesele vardır: Bu âyet şeriata göre yahudilerin "müşrik" diye adlandırılabileceklerine delâlet etmektedir. Şu iki husus da buna delildir: a) Âyet, şirkin dışında kalan günahların bağışlanacağını göstermektedir. Binaenaleyh yahudilik, şayet şirkten başka birşey olsaydı, o zaman yahudilerin de, bu âyetin ifade ettiği hükme göre, bağışlanması gerekirdi. Halbuki yahudilerin bağışlanmayacağı icma ile sabittir. Binaenaleyh bu da, yahudiliğin şirke dahil olduğuna delalet etmektedir. b) Bu âyetin, kendinden önceki âyetle ilgisi, ancak o âyetin yahudilere karşı bir va'îdi ihtiva etmiş olması bakımındandır. Eğer yahudilik, "şirk" isminin altına girmemiş olsaydı, durum böyle olmazdı. İmdi eğer, "Allah "o İmân edenler ve yahudiler, ve sâbiiler ve hristiyanlar ve mecûsiler ve Allah'a şirk koşanlar (yok mu?).." (Hacc, 17) buyurmuş ve "müşrikleri, "yahudiler" üzerine atfetmiştir. Bu da onların birbirinden farklı olmalarını gerektirir?" denilir ise, biz de deriz ki: "Bu farklı oluş, lügat manası bakımındandır. Bunların aynı oluşu ise, şer'î mana bakırnındandır. Aradaki tenakuzu gidermek için, bizim söylediğimiz manayı almak gerekir. Bu mukaddime, böylece sabit olunca, biz deriz ki: Şafiî (r.h) bir müslümanın, zımmiye mukabil kısas edilemeyeceğini söylerken, Ebu Hanife, kısas edilebileceğini söylemiştir. Şafiî'nin delili şudur: Zımmî, söylediğimiz sebeplerden ötürü müşriktir. Müşrik olanın ise kanı helâldir (öldürülebilir). Çünkü Cenâb-ı Hak, "Müşrikleri öldürünüz" (Tevbe, 5) buyurmuştur. Bundan dolayı, zikrettiğimiz sebeplerden ötürü, zımminin kanı helâldir. Kanı helâl olanı öldürene kısas gerekmez. Binaenaleyh onu öldürmenin yasaklanması, menhî (yasaklanan kişi) hakkında bu delile İstinaden ameli terketmeyi gerektirmez. Dolayısıyla zımmiyi öldüren müslümandan kısasın düşmesi hususunda, bu delil ile amel etmek gerekir. Allah Şirk Dışında Bütün Günahları Affeder Âyet, Allahü teâlâ'nın, büyük günah sahibini affedeceğine dair, biz ehl-i sünnetin en kuvvetli delillerinden biridir. Bil ki bu âyetten, birkaç bakımdan delil çıkarılmıştır: a) Âyetteki, "şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz" buyruğu, "Allah, şirki bir lütuf yoluyla bağışlamaz" manasındadır. Çünkü müşrik, şirkinden tevbe ettiği zaman, Cenâb-ı Hakk'ın onu vücub yoluyla "mecburî olarak) affetmesinin söz konusu olmadığı icmâ ile sabittir. Binaenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın "Allah şirki bağışlamaz" sözü, "şirki, lütuf yoluyla bağışlamaz" manasında olursa, Allah'ın "O (günah)tan başkasını., affeder" sözünün de, şirkin dışında kalan günahları, lütuf yoluyla bağışlayacağı manasına gelmesi gerekir. İşte böylece olumlu ve olumsuz hükümler, aynı manada gelmiş olurlar. Baksana, bir kimse şayet, "Falanca, hiç kimseye lütfederek vermez, fazla fazla verir" dese, bu sözden, o kimsenin lütfederek verdiği anlaşılır. Hatta o kimse bu sözü biraz daha açık olarak "O, hiç kimseye, lütuf suretinde hiçbirşey vermez. Ancak vücub suretiyle (mecburi olarak) daha fazlasını verir" dese, her akıllı insan, bu sözün bozukluğuna hükmeder. İşte böylece Cenâb-ı Hakkin, şirk dışındaki günahları, dilediği kimseler için bir lütuf olarak bağışlayacağı sabit olmuş olur. Bu sabit olunca da biz deriz ki: O zaman bu âyetten kastedilenlerin, tevbe etmemiş olan büyük günah sahipleri olması gerekir. Zira Mu'tezile'ye göre, tevbe edildikten sonra hem küçük, hem büyük günahların bağışlanması aklen vacibtir. Binaenaleyh âyeti bu manaya hamletmek mümkün değildir. Bu da sabit olunca, geriye âyeti, ancak tevbe edilmemiş büyük günahların bağışlanması manasına hamletme yolu kalmıştır ki zaten elde etmek istediğimiz netice de budur. b) Allah, nehyedîlen şeyleri "şirk" ve "şirkin dışındakiler" diye iki kısma ayırmıştır. Şirk dışındaki günahlara, tevbe edilmemiş büyük günahlar, tevbesi yapılmamış büyük günah ve bütün küçük günahlar dâhildir. Cenâb-ı Hak, şirkin bağışlanmayacağını, onun dışındakilerin ise affedilebileceğini kesin olarak bildirmiştir. Fakat bağışlama hususundaki bu kesin hüküm, dilediği kimseler hakkında söz konusudur. Binaenaleyh âyetin takdiri, "Allah şirkin dışında kalan günahları, ancak dilediği kimseler için affeder" şeklinde olur. Âyet, şirk dışındaki günahların bağlanabileceğine delalet edince, tevbe edilmemiş büyük günahların da bağışlanabileceği anlaşılır. c) Hak teâlâ, "dileyeceği kimseler için" buyurup, bu bağışlamayı, kendi meşîet ve iradesine bağlamıştır. Halbuki tevbesi yapılan büyük günahlar ile bütün küçük günahların bağışlanacağı kesin olup, Allah'ın meşîetine bağlanmamıştır. Binaenaleyh bu âyette bahsedilen bağışlanmanın, tevbesi yapılmamış olan büyük günahların bağışlanması olması gerekir ki zaten elde etmek istediğimiz netice de budur. Mu'tezile, bu son izaha şu şekilde itiraz etmiştir: "Bağışlama işinin, Allah'ın meşî'etine bağlanması, onun vacip (mutlaka yapılması gereken bir şey) olmasına ters düşmez. Baksana, Cenâb-ı Hak bu âyetten sonra, "Öyle değil. Allah kimi dilerse, onu temize çıkarır.." (Nisa, 49) buyurmuştur. Sonra biz, Allahü teâlâ'nın, ancak temize çıkartılmaya (tezkiyeye) ehil olan kimseleri, tezkiye edeceğini biliyoruz. Aksi halde bu âyet yalan olur. Yalan ise Allah hakkında muhaldir. İşte mevzubahis âyette de böyledir." Bil ki Mu'tezile'nin, bu delillere, va'îdi ifâde eden umûmî âyetler ile karşı çıkmadan başka, nazar-ı dikkate alınacak bir sözleri yoktur. Biz de, onların karşısına vaad ifâde eden umumî âyetlerle çıkarız. Bu husustaki izahlarımız, Bakara sûresinde (81 âyetin) tefsirinde, enine boyuna ele alınmış ve ortaya konulmuştu. Bunları, burada tekrar etmenin oir faydası yok. Vahidî, "Kitabu'l-Basît"inde, senedli olarak, İbn Ömer (radıyallahü anh)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Biz, Resûlullah zamanında, içimizden birisi, büyük günah işlemiş olarak öldüğünde, onun cehennemliklerden olduğuna şehadet ediyor (inanıyor)duk. Bu âyet nazil olunca, bundan kaçındık." îbn Abbas (radıyallahü anh)da: "Ben, müşrik olarak yapılan hiçbir amelin fayda vermediği gibi, tevhid ile birlikte, hiçbir günahın zarar vermeyeceğini umuyorum" demiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh), bu sözü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in yanında söylemiş, o da buna karşı çıkmamıştır. Yine merfu olarak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edildi: damgası ile damgalanın ve o imanı ikrar edin. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Uhud günü, Hazret-i Vahşî (radıyallahü anh) Hazret-i Hamza'yı öldürmüştü. Müşrikler Hazret-i Hamza'yı öldürürse, kendisini azâd edeceklerine söz vermişlerdi. Fakat onlar sözlerinde durmadılar. İşte bundan ötürü Hazret-i Vahşî ve arkadaşları yaptıklarına pişman olup, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, günahlarını ve İslâm'a girmelerine ancak Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar, Allah'ın yanında başka bir tanrıya tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana, haksız yere kıymazlar..." (Furkan, 68) âyetine mâni olduğunu yazarak, biz bu âyette bahsedilen herşeyi irtikab ettik demişlerdir. İşte bunun üzerine, "Ancak tevbe ve iman edip, salih ameller işleyenler müstesna..." (Furkan, 70) âyeti nazil oldu, Onlar bunun üzerine de, "Bu, yerine getiremeyeceğimizden korktuğumuz ağır bir şarttır" dediler. O zaman da, "Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. O (günah)tan başkasını, Dileyecek kimseler için affeder" (Nisa, 48) âyeti nazil oldu. Onlar bu defa da, "Biz, Cenâb-ı Hakk'ın dilediği kimselerden olmamaktan korkuyoruz" deyince de, "De ki: "Ey kendi aleyhlerine (günahada) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları affeder. Şüphesiz ki O, gafur ve rahimdir" (Zümer. 53) âyeti nazil oldu. İşte böylece onlar, o zaman İslâm'a girdiler." Kâdî Abdülcebbâr, bu rivayeti tenkid ederek şöyle demiştir: "İman etmek isteyen kimsenin, bu kadar bahane ileri sürmesi caiz değildir. Bir de, Hak teâlâ'nın, "Çünkü Allah, bütün günahları affeder" (Zümer. 53) buyruğu mutlak manada anlaşılacak olsa bu, insanları, işlemekte oldukları (günahta) sebata ve devama bir teşvik olur." Buna şöyle cevap verilir: Şöyle denilmesi uzak bir ihtimal değildir: "Onlar Hazret-i Hamza'yı öldürmenin ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu derece eziyet etmenin, son derece büyük bir günah olduğunu gördüler de, kalblerine, bu günahlarının affedilip affedilemeyeceği korkusu düştü. İşte bundan dolayı da tekrar tekrar bahane ileri sürdüler. Kâdî'nin, "Bu, çirkin ve kötü fiili teşvik manasına gelir" şeklindeki görüşüne gelince, bu ancak onun kendi mezhebine (Mu'tezile'ye) göre doğru olur. Fakat bizim, "Hak teâlâ, dilediğini yapar" şeklindeki inancımıza göre ise, bu sual düşer. Allah en iyi bilendir. Sonra Hak teâlâ, "Kim Allah'a şirk koşarsa, muhakkak pek büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur" buyurmuştur. Bu, "Affedilmeyecek bir günah uydurmuş" demektir. Arapça'da, birisi bir yalan uydurduğu zaman, denilir. "İftira" kelimesi "kesmek" manasına olan. masdarındandır. |
﴾ 48 ﴿