50

"Kendilerini tezkiye eden (temize çıkaran)lara bakmadın mı? Öyle değil, Allah kimi dilerse onu temize çıkarır. Onlar hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlık görmezler. Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan düzüyorlar? Bu, apaçık bir günah olarak yeter"

Bil ki Cenâb-ı Hak, yahudileri "Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz..." (nisa, 48) sözüyle tehdit edince, o zaman onlar şöyle dediler: "Biz müşrik değiliz, bilâkis biz, Allah'ın en hâs kullarıyız." Nitekim Cenâb-ı Hak onların, "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgileriyiz" (Maide, 18) "Bize cehennem, sayılı (mahdud) günlerden fazla katiyyen dokunmayacak" (Bakara, 80) ve "Yahudi veya hristiyan olanlardan başkası asla cennete girmeyecek" (Bakara. 111) dediklerini nakletrniştir. Onlardan bazıları da, "muhakkak ki bizim atalarımız peygamber idiler, binaenaleyh bize şefaat ederler" diyorlardı.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, yahudilerden bir topluluk, çocuklarını Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirirler ve şöyle derler: "Ey Muhammed, bunların boyunlarında bir günah var mı?" Hazret-i Peygamber, "Hayır" deyince de, "Vallahi, biz de bu çocuklar gibi (günahsızız). Gece işlediğimiz günahlar, gündüz; gündüz işlediğimiz günahlar da gece bizden silinir" dediler. Velhasıl bu topluluk, kendilerini tezkiye etmede çok ileri gitmişlerdi. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah bu âyette, insanın kendi kendini tezkiye etmesine (temize çıkarmasına) değil, ancak Allah'ın onu tezkiye etmesine itibar edileceğini beyan etmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Hazret-i Peygamberi Kendisini Tezkiyesi

Buradaki "tezkiye", insanın kendi kendisini medhetmesin- den ibarettir. "Adil bir kimsenin şahidi tezkiye etmesi..." manasında tabiri de bu köktendir. Nitekim Allahü teâlâ da, "Binaenaleyh kendinizi temize çıkarmayın. O (Allah), ittika eden kimseyi çok iyi bilir" (Necm, 32) buyurmuştur. Çünkü tezkiye, takva ile bir husustur. Takva ise, insanın batınında bulunan bir sıfattır ve onun gerçekten olup olmadığını ancak Allah bilir. Binaenaleyh hiç şüphe yok ki ancak Allah'ın tezkiye etmesi doğru olur. Bundan dolayı da Allahü teâlâ, "öyle değil, Allah kimi dilerse, onu temize çıkarır" demiştir.

Eğer, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'a yemin olsun ki, ben gökte de emin (olarak), yerde de emîn (olarak bilinir)im" Buhari, Megazi, 61; Müslim, Zekat, 144 (2/742) dememiş midir?" denirse, biz deriz ki: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü, münafıklar ona, "Ganimet taksiminde adaletli ol" dedikleri zaman söylemiştir. Bir de Hak teâlâ, Hazret-i Peygamberi, mucizelerin delâleti ile tezkiye edince, onun kendi kendini tezkiye etmesi, başkalarının aksine caiz olmuştur.

Kuldaki İmanı Yaratan Allah'dır

Âyetteki "öyle değil, Allah kimi dilerse onu temize çıkarır" buyruğu, imanın, Allah'ın yaratmasıile meydana geldiğine defâiet eder. Çünkü tezkiye ve temizliğin en şereflisi imanın kendisidir. Allahü teâlâ, dilediğini tezkiye edenin kendisi olduğunu zikredince bu. mü'minlerin imanının ancak Allah'ın yaratması ile meydana geldiğini gösterir.

İnsana Azıcık da Olsa Zulmedilmez

Âyetteki, "Onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlık görmezler" ifadesi, "şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık etmez" (Nisa, 40) âyeti gibidir. Bunun manası ya, "kendilerini tezkiye edenler, bu tezkiyelerine mukabil hiçbir zulme uğramaksızın hak ettikleri ceza ile cezalandırılırlar" şeklinde; ya da, "Allah'ın kendilerini tezkiye ettiği kimseler yok mu, işte onlara Allah taatlarına karşılık sevap verir ve sevaplarını hiç eksiltmez" şeklindedir. Buradaki "fetîl" kelimesi, senin iki parmak arasında yuvarlamış olduğun kire verilen isim olup, ism-i mef'ûl manasında olmak üzere, faîl vezninde gelmiştir. İbnu's-Sikkit'ten şu rivayet edilmiştir: "Fetîl, çekirdeğin yangındaki iplikçiktir. "Nakîr" kelimesi ise, çekirdeğin üstündeki noktadır. "Kıtmîr" kelimesi de, çekirdeğin üzerindeki ince zardır. İşte taunların hepsi, önemsiz ve değersiz şeyleri ifade etmek için kullanılan birer mesel olmuşlardır." Binaenaleyh bu âyetin manası, "Onlar, az ya da çok, hiçbir şekilde zulme uğratılmazlar" şeklindedir.

Sonra Hak teâlâ, "Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan düzüyorlar" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu, onların Allah hakkındaki iftiralarından dolayı, Hazret-i Peygamberi hayrete sevketmek için getirilmiş bir ifadedir.

Bu iftira ise, o yahudilerin kendilerini tezkiye edip, bu hususta Allah'a karşı iftirada bulunmalarıdır ki, bu da "onların, "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" (Maîde, 18) "Yahudi veya hristiyan olanlardan başkası asla cennete girmeyecek" (Bakara, 111) ve "Gündüz işlediğimiz günahlar, gece affolunur" şeklindeki sözleridir.

İkinci Mesele

Bizim görüşümüz şudur: Bir şey hakkında verilen haber, o şeyin hilafına ise, yalan olur. Bunu söyleyen kimse, bunun böyle olduğunu bilsin, ya da bilmesin, değişmez.

Câhız ise, "Onun yalan olmasının şartı, onun işin hakikatinin tersine olduğunun bilinmesidir" demiştir. Bu âyet, bizim için bir delildir, çünkü onlar, kendilerinin temiz olduklarına inanıyor ve kendilerini tezkiye ediyorlardı. Daha sonra, onlar kendilerinin temiz olduğunu söyleyip kendilerini tezkiye edince, bu hususta Allah onları yalanlamıştır ki, bu da bizim söylediğimiz şeye delâlet etmektedir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Bu apaçık bir günah olarak yeter" buyurmuştur. Arapça'da, medh ya da zemm cihetinden tazim ifade etmek için "ona yetti" denilir. Medh cihetinden kullanışa gelince bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerçek bir dost olarak Allah yeter; hakiki bir yardıma olarak da Allah kâfidir" (Nisa, 45) buyruğunda olduğu gibidir. Zemm hususundaki kullanılışa gelince, bu da, bu âyetteki kullanılıştır. ifadesi ise, temyiz olduğu için mansubtur.

Yahudilerin, Müşrikleri Mü'minlere Tercih Etmeleri

50 ﴿