52

"Bakmadın mı şu kendilerine kitaptan biraz nasib verilenlere? Kendileri ve taguta inanıyorlar, diğer küfredenler için de: "Bunlar iman edenlerden daha doğru bir yoldadır" diyorlar. Bunlarf Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona, hakîkî hiçbir yardımcı bulamazsın".

Bil ki Cenâb-ı Hak, yahudilerin başka bir tuzak ve hilekârlıklarını nakletmiştir ki, o da şudur: Yahudiler, puta tapanları mü'minlere tercih ediyorlardı. Halbuki onların, bunun batıl olduğunu bildiklerinde hiçbir şüphe yoktur. Binaenaleyh, onların bu sözü söylemeye cür'et etmeleri, sırf inat ve taassuptan dolayıdır. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Rivayet olunduğuna göre yahudi olan Huyey İbn Ahtab ile, Ka'b İbnu'l-Eşref, bir grup yahudi ile Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı savaşmak için Kureyş ile anlaşma yapmak üzere çıkıp Mekke'ye gelmişlerdi. Bunun üzerine Kureyş, "Siz ehl-i kitapsınız. Siz, Muhammed'e bizden daha yakınsınız; binaenaleyh, biz sizin hilenizden emin olamayız. Bu sebeple, kalblerimizin mutmain olması için, ilahlarımıza (putlarımıza) secde edin" demişlerdi. Onlar da bu isteği yerine getirmişlerdi ki, işte yahudilerin "cibt"e ve "tağut"a iman etmeleri budur. Çünkü onlar, putlara secde etmişlerdi. Bunun üzerine Ebu Süfyan, "biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi?" deyince, Kâ'b, "Muhammed ne söylüyor?" dedi. Bunun üzerine Kureyş, "Bir olan Allah'a ibadet etmeyi emrediyor, putlara tapmaktan nehyediyor ve ecdadının dinini bırakarak, araya ayrılık ve ikilik"sokuyor" dedi. Bu cevaba karşılık Kâ'b, "Sizin dininiz nedir, (anlatırmısınız?)" deyince Kureyş, Biz, Beytullah'ın sahibiyiz; hanlara su verir, müsafire ikram eder ve esirleri azâd ederiz" deyip benzeri şeyleri sayıp döktüler. Bunun üzerine Kâ'b: "Siz daha doğru yoldasınız" demiştir ki, işte yahudilerin, kâfir olanlara (Kureyş'e), "bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır" demelerinden murad edilen budur.

Cibt Ve Tağutlu Manası

Alimler, "Cibt" ve "Tâğut"un ne olduğu hususunda ihtilaf etmişler ve bu hususta şu görüşleri nakletmişlerdir

1) Dilciler, "Allah'tan başka, kendisine tapılan her şey "cibt" ve "tâğut"tur" demişler, sonra bunların ekserisi, "cibt"in, kendi lafzından iştikak etmemiş olduğunu iddia etmişlerdir. Kaffâl, dilcilerin bir kısmından, "cibt" kelimesinin olduğunu, daha sonra sîn harfinin tâ harfine tebdil edildiğini nakletmiştir. (......) kelimesinin lügat anlamı ise, "adî, değersiz ve pis olan şey" demektir.

"Tâğût" kelimesine gelince, bu kelime "tuğyan" masdarından alınmıştır. "Tuğyan" ise, günah ve isyanda çok ileri giderek haddi aşmaktır. Binaenaleyh, büyük günah işlemeye davet eden herkese, bu isim, yani "tağut" ismi verilmiştir. Daha sonra dilciler, bu ismin kullanılışı hakkında sahayı biraz daha genişleterek, bu kelimeyi cansızlara (cemâdâta) da ıtlak etmişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Beni de, oğullarını da putlara tapmaktan uzak tut. Rabb'im, çünkü onlar insanlardan bir çoğuna baştan çıkardılar" (ibrahim, 35-36) buyurmuş, böylece, cemâdât olmalarına rağmen, saptırma işini putlara nisbet etmiştir.

2) Keşşaf sahibi: "Cibt, putlar ile, Allah'ın dışında kendisine ibadet edilen her şey; "tâğut" ise, şeytandır" demiştir.

3) Cibt, putlar; tâğût ise, putların tercümanlarıdır. Bu tercümanlar, insanlara o putlar hakkında yalanlar nakleder ve böylece o insanları o yalanlar ile saptırır, idtâl ederler. Bu görüş, İbn Abbas'tan nakledilmiştir.

4) Ali İbn Ebi Talha; İbn Abbas'ın cibt'in kâhin; tâğût'un ise sihirbazlar olduğunu söylediğini rivayet etmiştir.

5) Kelbî, bu âyette geçen "cibt"in, Huyey İbn Ahtab; tâğût'un ise, Kâ'b İbnu'l-Eşref olduğunu; yahudilerin bu iki kimseye müracaat ettiklerini belirtip "işte bu sebeple bunlar insanları saptırma ve azdırma hususunda çaba sarfettikleri için, bu isimle adlandırılmışlardır" demiştir.

6) Cibt ve tâğut, Kureyş'in iki putunun ismidir. Bunlar, Kureyş'i hoşnut etmek için yahudilerin kendilerine secde etmiş oldukları iki puttur.

Netice olarak diyebiliriz ki, bu husustaki görüşler pek çoktur. Ama, bu iki kelime şer ve fesad hususunda doruk noktaya ulaşmış herkese alem, özel ad olarak konulmuş lâfızlardır.

Sonra Cenâb-ı Hak "İşte onlar, Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona, hakikî hiçbir yardıma bulamazsın" (Nisa. 52) buyurmuş, kendisi tarafından onlara lanet edildiğini beyan buyurmuştur. Lanet ise, Allah'ın yardımı keserek rahmetinden uzaklaştırması demektir kî, bu da Allah'ın mü'minlere olan yakınlığının zıddıdır. Bundan sonra da Cenâb-ı Hak, Allah'ın lanet ettiği bir kimseye, hiçbir kimsenin yardım edemiyeceğini beyan buyurmuştur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "... Hepside, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak... Nerede ele geçirilirlerse yakalanır ve öldürülürler de öldürülürler..." (Ahzâb, 61) âyetinde olduğu gibidir. İşte bu lanet, mevcut ve tahakkuk eden lanettir. Ahiretteki lanete gelince, bu daha büyüktür. Bu da, "o günde hiç kimsenin hiç kimseye fayda verememesi ve emrin yalnız Allah'a mahsus olması" ile tahakkuk edecek olan bir lanettir. Bu ifadede, "Zıddın, zıd üzerine hamledilmesi kabilinden", Allah'ın Resulüne yardım, mü'minlere de takviye ve teyîd va'adi bulunmaktadır. Nitekim Cenâb-ı Hak, önceki âyetlerde de, "Gerçek bir dost olarak Allah yeter; hakîki bir yardımcı olarak da Allah kâüdir.." (Nisa. 45) buyurmuştur.

Bil ki bu yahudi topluluğu, bu denli şiddetli olan bir laneti hak etmişlerdi. Çünkü onların, puta tapanları, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman edenlere tercih etme ve onları üstün tutma hususundaki sözleri bir büyüklenme (mükabere), hakka karşı bilerek diretme yerine geçmiştir. Çünkü, Allah'tan başkasına ibâdet eden kimsenin durumu, Allah'tan başkasına tapmaya razı olmayan kimsenin durumundan nasıl üstün olabilir? Dini, tamamiyle Yaratan'a hizmete yönelmek, dünyadan yüz çevirip ahirete teveccüh etmek olan bir kimsenin durumu, bütün bu hususlarda, tamamiyle aksini yapan kimsenin durumundan artık nasıl olur da daha aşağı ve düşük olabilir? Allah en İyi bilendir.

Cimrilik ve Hasedin Kötülüğü

52 ﴿