53"Yoksa onların, mülkten bir hissesi mi var? Fakat öyle olsaydı, insanlara çekirdek kadar birşey bile vermezlerdi" Bil ki, Cenâb-ı Hak önceki âyette yahudileri şiddetli bir cehaletle vasfetmiştir ki, bu da onları "Puta tapanların, Allah'a ibadet edenlerden daha üstün olduğuna inanmalarıdır." Bu âyette de onları, cimrilik ve haset etmekle vasfetmiştir. Cimrilik, bir kimsenin, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetlerden hiç kimseye hiçbir şey vermemesidir. Hased ise, insanın, Allah'ın başka kimselere hiçbir nimet vermemesini temenni etmesidir. Binaenaleyh, cimrilik ile hased kendisinde bulunduğu kimselerde, Allah'ın başkalarına nimet vermemesini isteme hususunda müşterektirler. Buna göre cimri olan kimse, kendinde olan nimeti başkalarına vermez; hased eden kimse de, Allah'ın, başka kullarına hiçbir nimet vermemesini ister. Cenâb-ı Hak o âyeti bu âyetten önce getirmiştir; çünkü insanın, "kuvvet-i âlime" (bilme kuvveti) ve "kuvvet-i âmile" (yapma kuvveti) diye iki kuvveti vardır. Kuvvet-i âlime'nin kemâli, ilim; noksanlığı ise, cehalettir. Kuvvet-i âmile'nin kemâli, güzel ahlâk; noksanlığı ise, kötü ahlâktır. Noksanlık itibariyle kötü ahlâkın en şiddetlisi de, cimrilik ile haseddir. Çünkü bunlar, Allah'ın kullarına birçok zararın dönüp gelmesinin menseldirler. Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki: Cenâb-ı Hak şu iki sebepten dolayı yahudileri, cimrilik ve hased ile nitelendirmeden önce, cehaletle vasfetmiştir: a) Kuvvet-i nazariyye, şeref ve derece bakımından, kuvvet-i ameliyye'den önce gelip, amelî kuvvetin temelidir. Bu sebeple, kuvvet-i nazariyyenin açıklanmasının, kuvvet-i ameliyyenin durumunun açıklanmasından önce gelmesi gerekmiştir. b) Cimriliğin ve hasedin sebebi, cehalettir. Sebep, müsebbebten (neticeden) önce olur. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, cimrilik ve hasedden önce cehaleti zikretmiştir. Biz, cehaleti cimrilik ve hased sebebi olarak zikrettik. Cimriliğe gelince, bu şundan dolayı böyledir: Malı harcamak, nefsin tezkiyesinin (temizlenmesinin) ve âhirette mutluluğu elde etmenin sebebidir. Malı harcamamak ise, dünya malının insanın elinde birikmesinin sebebidir. Binaenaleyh cimrilik, seni dünyaya bağlayıp, âhiretten alıkor. Cömertlik ise, seni âhirete davet edip, dünyadan alıkor. Dünyayı âhirete tercih etmek ise, sırf cehaletten dolayı olur. Hasede gelince, bu şundan dolayı böyledir: Hanlık, nimet ve lütuîları kullara ulaştırıp, onlara ihsanda bulunmaktan ibarettir. Binaenaleyh bunu hoş görmeyen, sanki Allah'ı, hanlıktan azletmek istemiştir. Bu ise, sırf cehaletten neş'et eder. Binaenaleyh cimrilik ve hasedin asıl sebebinin, cehalet olduğu sabit olmuş olur. Cenâb-ı Hak önce cehaleti zikredince, peşinden müsebbeb (netice) de sebebin peşine zikredilmiş olsun diye, cimrilik ve hasedi zikretmiştir. İşte bu âyetin önceki âyetlerle irtibatının izahı budur. Bu âyetle ilgili birtakım meseleler bulunmaktadır: (......) Edatı Hakkında İzahat Buradaki, fi (yoksa) lafzı hakkında şu izahlar yapılmıştır: a) Bazı kimseler bundaki mîm'in "sıla" olup, (Onlar için mi) takdirinde olduğunu söylemişlerdir. Çünkü edatından önce bir istifham (soru) geçmediği zaman, bundaki mim harfi "sıla" olur. b) Bu, em-i muttasıladır. Bu âyette daha önce mana bakımından bir istifham geçmişti. Zira Allahü teâlâ, o mel'un yâhudilerin, Kureyş müşriklerine "sizler, mü'minlerden daha doğru yoldasınız" dediklerini nakledince, bu ifâde üzerine, "Yoksa onların mülkten bir hissesi mi var?" ifâdesini atfetmiştir. Buna göre sanki Cenâb-ı Hak, "Buna mı şaşılır, yoksa kendileri için bir mülk bulunması ve son derece cimri olmaları durumunda, o yâhudilerin o müşriklere "Onların mülkten bir hissesi var" demelerine mi şaşılır?" demek istemiştir. c) Bu, em-i munkatı'a olup kendisinden önceki ifâdelerle ilgisi yoktur. Buna göre sanki, kendisinden önceki söz tamamlanınca, "Belki de onların, mülkten bir hissesi vardır" buyurmuştur. Buna göre fi lafzının başındaki istifham hemzesi, istifhâm-ı inkârı olup, "Onlar için mülkten hiçbir hisse yoktur" demektir. Bu izah, en doğru izahtır. Yahudilerin Mülk Hırsı Alimler bu ifadede geçen "mülk" hakkında da şu izahları yapmışlardır: 1) Yahudiler, "Biz, mülke (hükmetmeye) ve nübüvvete daha lâyıkız. Binaenaleyh biz, Araplara nasıl tâbi oluruz?" diyorlardı. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak bu âyetle, onların bu görüşlerini iptal etmiştir. 2) Yahudiler, hükümranlığın (mülkün), kıyamete doğru yeniden ellerine geçeceğini iddia ediyorlardı. İddialarına göre içlerinden bir yahudi çıkacak, mülklerini ve devletlerini yeniden kuracak ve insanları kendi dinlerine davet edecekti- Böylece Allahü teâlâ onları bu âyetle yalanlamıştır. 3) Buradaki mülkten maksad, temlik (mal sahibi etme)dir. Yani, "Eğer mâlik kılmak onların elinde olsaydı, onlar muhakkak o nübüvveti sana vermezlerdi. Yine eğer mal mülk sahibi etme gücü onların elinde olsaydı, onlar bu hususta son derece cimri olurlardı. Binaenaleyh onlar yapmaya ve yapmamaya nasıl kadir olabilirler?" Ebu Bekir el-Esamm şöyle demiştir: "Onların bağlan, bahçeleri ve birçok malları vardı. Son derece güçlü ve karşı konulamaz bir durumda idiler. Daha sonra fakirlere karşı son derece cimri oldular. İşte bundan dolayı bu âyet nazil oldu." Mülkün Manası Allahü teâlâ, onlarır cimriliklerini, onlar için mülkün meydana gelmesine bir mani olarak kabul etmiştir. Bu da, mülkün ve cimriliğin bir arada bulunamıyacağına delâlet etmektedir. Bunun aklî yönden izahı da şöyle yapılabilir: Başkasına boyun eğmek, İizâtihî hoş karşılanmayan bir durumdur. Halbuki insan, karşılığında istediği ve arzuladığı bir şeyi elde etmediği sürece sıkıntılara katlanmaz. İhtiyaçlar, insanları çepeçevre kuşatmıştır. Binaenaleyh bir kimse, bir başkasına iyilik yaptığında, kendisine iyilik yapılan kimsenin o mal hususundaki isteği, iyilik edilen kimsenin, kendisine iyilik edene boyun eğip, ona itaatkâr davranmasına sebep olur. İşte bundan dolayı, "yapılan iyilik, hür kimseleri kul-köle eder" denilmiştir. Binaenaleyh, böyle bir iyilik bulunmadığı zaman, insanın yaratılışında bulunan başkasına itaat etmeme, nefret duygusu, o vakit engellenmemiş, karşı konulmamış, bastırılmamış olur. Böylece de, kesin olarak bir inkıyâd meydana gelmez. Bu sebeple de, mülk ile cimriliğin bir arada bulunamıyacağı sabit olmuş olur. Ayrıca, mülk üç kısımdır: a) Sadece, zahire malik ve hükümran olmak. Bu, meliklerin (padişahların) mülküdür. b) Sadece bâtına mâlik ve hükümran olmak. Bu da, âlimlerin mülküdür. c) Hem zahire, hem de bâtına hükümran olmak. Bu ise, peygamberler (aleyhisselâm)'in mülküdür. Cömertlik, mülkün ayrılmaz bir parçası olunca, şu huyların herbirinin, insanların kendilerine uymalarının ve emirlerine sımsıkı sarılabitmelerinin sebebi olması için peygamoerlerin son derece cömert, keremli, merhametli ve şefkatli olmalan gerekir. Bütün bu sıfatların en mükemmeli, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'de bulunmaktadır. Sîbeveyh şöyle demektedir: "Fiillerde amel etmesi bakımından üto edatı, isimlerde amel eden (zannediyorum, zannederim) yerindedir. Bunu şu şekilde izah edebiliriz: "Zannetmek" fiili, kelâmın başında bulunursa, nasb eder; başka birşey olmaz. Bu meselâ senin, "Zeyd'in ayakta olduğunu zannediyorum" demen gibidir. Eğer bu fiil, kelâmın ortasında bulunursa, onu amel ettirmek ya da ettirmemek caizdir. Bu da, senin "Öyle sanıyorum ki, Zeyd ayaktadır" demen gibidir. İstersen, (Zeyd'in ayakta olduğunu zannediyorum)da diyebilirsin. Eğer, fiil kelâmın sonunda bulunursa, en güzel olanı onu amel ettirmemektir. Meselâ, "Zannediyorum Zeyd gidicidir" demen gibi. Bu anlattıklarımızın sebebi şudur: ve (bildi) (zannetti, sandı) vb. fiiller, amel bakımından zayıftırlar. Çünkü bu fiiller, mamullerinde müessir olamazlar. Binaenaleyh, bu fiiller mamullerinden önce zikredildiğinde, bu onların özellikle ve hassaten kastedildiklerine delâlet eder. Böylece de, mamullerine tesir etme bakımından kuvvetli olmuş olurlar. Bu filler mamullerinden sonra getirildiklerinde, bu durum onların bizzat kastedilmediklehne delâlet eder; bundan dolayı da amel edemezler. Bu fiil mamullerinin ortasında bulunduğunda, bu durumda, ne her yönden bizatihi kastedilmiş olurlar, ne de her yönden ihmâl edilmiş olurlar. Bilakis, bu iki durum arasında orta bir durumda bulunmuş olurlar. Binaenaleyh, hiç şüphesiz (bu durumda) bu fiilleri hem amel ettirmek, hem de amel ettirmemek caiz olmuş olur. Mamullerinin ortasında bulunduğunda amel ettirmek, mamullerinden sonra geldiğindeyse, amel ettirmemek daha güzeldir. İşte sen bunu iyice anladığında biz deriz ki, (......) kelimesi de aynı tertib üzeredir. Eğer öne geçerse, fiili nasbeder. Mesela sen, ait "O halde, sana ikram ederim.." dersin. Eğer ortada bulunur veya en sonda bulunursa, o zaman amel ettirilmemesi caizdir. Mesela sen, dersin, böylece de bu edatı, bu iki halde amel ettirmemiş olursun. Sen bu mukaddimeyi iyice anladığında, bil ki Cenâb-ı Hakk'ın, "Fakat öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin arkasındaki minik bir tomurcuğu bile vermezlerdi" ifâdesinde (......) kelimesi fiilden önce gelmiş, ama (amel etmesi gerekirken) amel etmemiştir. İşte âlimler, bu amel etmeme hususunda şu izahları yapmışlardır: a) Bu ifadede bir takdim-tehir vardır. Buna göre kelâmın takdiri, şeklindedir. b) Bu edatın, fâ ile fiilin arasında bulunduğu için, ortada bulunmuş olması ve böylece de, tıpkı ortada bulunması ya da sonda bulunması durumunda olduğu gibi, amel ettirilmemiş olmasının takdir edilmesi caiz olmuş olur. Bu edatın_ vâv île kullanılması halinde de durum böyledir: Meselâ Hak teâlâ'nın, "O takdirde, kendileri de senin arkandan pek az kalacaklardır" (İsra, 76) ifâdesinde olduğu gibidir. c) Ibn Mes'ûd, amet ettirerek, yani mansub olarak (......) şeklinde okumuştur. Beşinci Mesele Dilciler, (......) kelimesinin, çekirdeğin üstünde bulunan bir nokta olduğunu ve hurma filizinin de o noktadan yarılıp çıktığını söylemişlerdir. Bu kelimenin aslı nakr kelimesinden olup, faîl veznindedir. Kendisinde bir oyuk bulunan oduna da, oyulduğu içinadı verilir. "Nakr" kelimesi ise, taşa ve başka şeylere "minkar" ile vurmaktır. Minkar balta gibi, kendisiyle taşların parçalanıp yarıldığı bir demir (keski, murç vb. şeyler)'dir. Gagasıyla vurup besinini yardığı için, kuşun gagasına minkar isminin verilmesi de bundandır. Burada nakîr kelimesinin zikredilmesi bir temsil olup, maksad onların son derece cimri olduklarını anlatmaktır. |
﴾ 53 ﴿