61

"Sana indirilene de, senden önce İndirilmiş olanlara da iman etmiş olduklarını yalan yere iddia edenlere bakmadın mı? Onlar, onu inkar etmekle emrolunduklan halde, yine "tâğût"un huzurunda muhakeme olunmalarını isterler. Şeytan da onları, uzak bir sapıklıkla iyice saptırmak ister. Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin" denilince, münafıkların, senden çekindikçe çekindiklerini görürsün".

Bil ki, Cenâb-ı Hak bundan önceki âyette bütün mükelleflere, Allah'a itaat etmelerini, Resulüne itaat etmelerini vacib kılınca, bu âyette de, münafıklar ile kalblerinde "hastalık" bulunan kimselerin Allah'ın Resulüne itaat etmediklerini, O'nun hükmüne razı olmadıklarını; O'ndan başkasının hükmünü istediklerini zikretmiştir. Bu âyette birkaç mesele vardır:

“Za'm” Kelimesi Hakkında

(......) ve (......) şekilleri, iki kullanıştır. Bu iki kullanış da çoğunlukla, ancak gerçekleşmemiş söz hakkında kullanılmaktadır. Leys "Araplar, birşey hakkında şüphelenip, doğru mu yanlış mı olduğunu bilemedikleri zaman "Falanca iddia ediyor ki.." derler. Hak teâlâ'nın, "Kendi boş zu'mlarınca, "şu Allah'ın" dediler" (En'am, 136) âyetinde de böyledir. Bu, "Yalan sözleri ile.." demektir" demiştir. Esma'i, "Araplar, yağlı olup olmadığını bilmedikleri koyuna derler" demiştir. İbnü'l-Arabî ise, bu kelimenin, doğru olduğu bilinen şey için de kullanılabileceğini söylemiş ve Ümeyye İbn Salt'ın şu beytini söylemiştir:

"Ben sizin için kefilim ki, Rabb'iniz, size yapmış olduğu va 'adini mutlaka yerine -getirecektir..."

Bunu anladığın zaman biz deriz ki: Bu âyetteki "za'm" kelimesi ile, yalan söz manası murad edilmiştir. Çünkü münafıklar hakkında nazil olmuştur.

Nisa 60-61.Ayetlerinde Nüzul Sebebi:

Hazret-i Peygamberin Hükmüne Razı Olmayan Münafığı Hazret-i Ömer Tarafından Öldürülmesi

Alimler, bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında şu rivayetleri zikretmişlerdir::

Birinci Rivayet: Pek çok müfessir şöyle der: Münafıklardan birisi, yahudilerden birisi ile münakaşa edip çekişti.

Bunun üzerine yahudi, "Aramızda Ebu'l-Kasım Muhammed hakem olsun" demiş; münafık ise, "Hayır, Ka'b İbn Eşref olsun " demiş. Bunun sebebi şudur: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hakka göre hüküm verir, rüşvete iltifat etmezdi. Ka'b İbn Eşref ise, son derece rüşvet düşkünü birisi idi ve bu davada yahudi haklı, münafık haksız idi. İşte bundan dolayı yahudi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in; münafık ise Ka'b İbn Eşrefin huzurunda muhakeme olunmayı istedi. Yahudi kendi teklifinde ısrar edince, ikisi birden Allah'ın Resulünün yanına gittiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, yahudinin lehine, münafığın aleyhine karar verdi. Bunun üzerine münafık, "Bu hükme razı olmuyorum. Ebu Bekr'e gidelim" dedi. Hazret-i Ebu Bekir de yahudinin lehine hükmedince, münafık yine bu hükme razı olmayarak, "Aramızda Ömer karar versin" dedi. Böylece Hazret-i Ömer'e vardılar. Yahudi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ve Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in münafığın aleyhine karar verdiklerini, ama münafığın onların hükmüne razı olmadığını söyleyince, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) münafığa, "Durum böyle mi?" diye sordu. Münafık, "Evet" deyince, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), "Hele durun, bir ihtiyacım var. İçeri gireyim ve o ihtiyacımı göreyim, yanınıza geleceğim" dedi. Evine girip, kılıcını alarak yanlarına çıktı. Çıkar çıkmaz da münafığın boynunu vurdu, münafık da öldü. Yahudiye gelince o kaçtı. Münafığın akrabaları gidip Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'i, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikayet ettiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'e hadiseyi sorunca, o, "Ya Resûlallah, o senin verdiğin hükmü kabul etmemişti" dedi. O anda Cebrail (aleyhisselâm) gelerek, "Ömer, faruktur. Zira o, hak ile bâtılı birbirinden ayırmıştır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ömer'e "Sen, faruksun" dedi. İşte bu rivayete göre, âyet-i kerimede bahsedilen "tâğut", Ka'b İbn Eşref yahudisidir.

Nadir ve Kurayza Yahudileri Arasındaki Eşitsizlik

İkinci Rivayet: Yahudilerden bir grup müslüman olmuştu. Fakat onlardan bazısı münafık idi. Cahilıye çağında Kureyza ve Nadir Kabilelerinin hareket tarzı şöyle idi: Kureyzadan birisi Nadirli birisini öldürdüğü zaman, öldüren hem kısas ediliyor, hem de onun akrabalarından yüz "vesak"(ölçek) hurma alınıyordu. Fakat Nadirii birisi Kureyzadan birisini öldürdüğünde, ona kısas uygulanmıyor, sadece altmış vesak hurma veriliyordu. Çünkü Nadiroğulları daha şerefli kabul ediliyordu. Bunlar Evs Kabilesinin müttefikleri, Kureyza ise Hazreç Kabilesinin müttefikleri idiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince, Nadir Kabilesinden birisi, bir Kureyzalıyı öldürdü. Derken taraflar bu hususta hasımlaştılar ve Nadiroğulları "Bize kısas uygulanamaz. Bize düşen daha önce de anlaştığımız gibi altmış ölçek hurmayı diyet olarak vermektir" dediler. Hazreçliler "Fakat bu, cahiliyye hükmüdür. Biz-siz bugün kardeşiz. Dinimiz bir, aramızda bir üstünlük yok" dediler. Nadiroğulları bunu kabul etmediler. İçlerindeki münafıklar, "Kâhin Ebu Burde et-Eslemî'ye gidelim" dediler. Müslüman (yahudiler de), "Hayır, Allah'ın Resulüne gidelim" dediler. Münafıklar diretince, aralarında hüküm vermesi için, Kâhin el-Eslemi'ye gittiler. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Allah bu âyeti indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâhin Ebu Burde'yi İslâm'a davet etti. O da, bunu kabul edip müslüman oldu. Bu, Süddi'nin sözüdür. Buna göre, âyette geçen "tâğut" kâhin olan el-Eslemî'dir.

Üçüncü Rivayet: Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Bir müslümanın, münafıkların birinde bir alacağı vardı. Fakat münafık, o müslümanı daha önce cahiliyye döneminde hükmüne başvurdukları bir putun huzuruna gitmeye davet etti. O putun yanında, puttan geldiğini iddia ettiği birtakım asılsız şeyleri nakleden bir adam vardı." Bu rivayete göre, âyette geçen "tâğut"tan maksad, işte, asılsız şeyleri söyleyen bu adamdır.

Dördüncü Rivayet: Cahiliyye insanları, putların hükümlerine başvururlardı. Onların bu husustaki usulleri şöyle idi: Putun huzurunda fal oklarını çekiyorlar ve çektikleri okun üzerinde ne yazıyorsa onu yapıyorlardı. Buna göre de, âyette geçen tağut, o puttur.

Bil ki müfessirler bu âyetin, münafıklardan birisi hakkında nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra Ebu Müslim şöyle demiştir: "Bu âyetin zahiri, daha önce yahudi iken, münafıkça müslüman olan bir ehl-i kitap hakkında olduğuna delalet etmektedir. Çünkü Allahü teâlâ'nın, "Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da iman etmiş olduklarını yalan yere iddia edenler..." ifadesi ancak bu durumda olan bir münafığa uyar."

Hazret-i Peygamberin Hükmünden Kaçıp Tağula Başvuranların kafirliği

Bu ifadeden murad şudur: Bazı kimseler, ehl-i tuğyandan (azgın kimselerden) bazısı huzurunda muhakeme olmayı istemiş, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda muhakeme olmayı istememişlerdir. Kâdî şöyle demiştir: "Tâğutların huzurunda muhakeme olmanın bir küfür gibi; Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hükmüne razı olmamanın ise bir küfür olması gerekir. Buna şunlar delalet eder:

a) Allahü teâlâ, 'Onlar onu inkâr etmekle emrolunduklan halde, yine de tâgutun huzurunda muhakeme olunmalarını İsterler" buyurmuş ve tâğutun huzurunda muhakeme olunmayı, ona iman saymıştır. Halbuki nasıl tâğutu inkâr etme Allah'a iman manasına geliyorsa, tâğuta iman etmenin de Allah'ı inkâr manasına geleceğinde şüphe yoktur.

b) Hak teâlâ, "Öyle değil Rabbine andolsun ki onlar, aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç bir sıkmtı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (nisa, 65) buyurmuştur. Bu, Allah'ın Resûlü'nün hükmüne razı olmayanların kâfir sayılacakları hususunda bir nasstır.

c) Cenâb-ı Hak, "Artık Onun emrinden uzaklaşıp gidenler, kendilerini bir fitne (belâ) çarpmasından, yahut (ahirette) onlara pek acıklı bir azab çatmasından çekinsinler" (Nûr, 63) buyurmuştur. Bu âyet, Hazret-i Peygambere muhalefet etmenin, büyük bir günah olduğuna delalet ediyor. Bütün bu âyetlerde, Allah'ın ve peygamberin herhangi bir emrini reddeden kimsenin, bu reddi ister şüphesi yönünden, isterse inadı yönünden olsun, İslâm'dan çıkmış olacağı hususunda deliller vardır ki bu durum da, sahabe-i kiramın, zekatını vermeyenlerin mürted olduklarına, öldürülmeleri gerektiğine ve çocuklarının esir edileceklerine dair verdikleri hükmün doğru olduğunu gösterir.

Dördüncü Mesele

Mu'tezile şöyle demiştir: "Hak teâlâ'nın "Şeytan da onları, uzak bir sapıklıkla iyice saptırmak ister" buyruğu, kâfirin küfrünün, ne Allah'ın yaratması, ne de irade-i ilahiyyesi ile olmadığına delalet eder. Bunu şu bakımlardan açıklarız:

a) Allahü teâlâ, şayet kâfirde küfrü yaratmış ve irade etmiş olsaydı, şeytanın bu hususta daha ne tesiri olurdu? Şeytanın bu hususta bir tesiri yoksa, ya niçin onu kınamış ve zemmetmiştir?

b) Hak teâlâ, bu sapıklığı irade etmesi sebebi ile şeytanı zemmetmiştir. Binâenaleyh eğer Cenâb-ı Hak, bu sapıklığı murat etmiş olsaydı, zemmedilmeye kendisi daha lâyık olmuş olurdu. Çünkü bir şeyi ayıplayıp, sonra da onu kendisi yapan herkes, kınanmaya daha lâyıktır. Nitekim Cenâb-ı Hak, yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında çok büyük bir buğza sebep olur" (saf, 3) buyurmuştur.

c) Cenâb-ı Allah'ın, (tefsir ettiğimiz) âyetin başındaki ifadesi, o münafıkların, inkâr etmeleri emrolundukları tâğutun huzurunda muhakeme olunmayı istemelerinden ötürü duyulması gereken hayreti ifade hususunda sarih bir sözdür. Eğer bu muhakemeleşme, Allah'ın yaratmasıyla olmuş olsaydı, bu hayret olmazdı. Çünkü bu durumda. O'na "Onlar bunu, senin onlarda bu fiili yaratmandan ve onlar için murad etmenden dolayı yapmışlardır" denilirdi. Hatta o zaman, Cenâb-ı Hakk'ın bu hayretine hayret etmek daha uygun olurdu. Çünkü kim, onlarda bunu yaratıp, sonra da kalkıp onların bunu yapmış olmalarına şaşarsa, bu şaşmaya hayret etmek daha uygun olur.

Bil ki Mu'tezile'nin bu istidlalinin özü, "medh veya zemm metoduna" tutunmaya dayanır ki sen bizim, bu metodu ilim ve dâî prensipleri ile çeliştiğini ortaya koyarak reddettiğimizi daha önce öğrenmiş idin.

Münafıkların, Resûlullah'ın Hükmünden Kaçmaları

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin" denilince, münafıkların, senden çekindikçe çekindiklerini görürsün" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Hak teâlâ önceki âyette, münafıkları "tağut"un huzurunda mahkemeleşmeye olan eyi ve isteklerini beyan buyurmuş, bu âyetle de onların, Allah'ın Resulünün huzurunda davalaşmadan nefret ettiklerini beyan etmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: O münafıklar ancak, zalim oldukları, peygamberin rüşvet almayacağını ve acı da olsa kesin hüküm vereceğini bildikleri için, Hazret-i Peygamber'in hükmünden yüz çevirmişlerdir. Bu yüz çevirmenin, o münafıkların din hususunda düşman olmalarından ötürü olduğu da ileri sürülmüştür.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesinin manası, "onlar senden yüz çevirirler" demektir. Bu ifadede mef'ûl-ü mutlak olan kelime, tekîd ve mübalağa için getirilmiştir. Sanki, "... hem de nasıl yüz çevirişle yüz çevirirler! ..." denmek istenmiştir.

Daha önce yapmış oldukları (günahlar) yüzünden onlara bir belâ gelip çattığı zaman (halleri) nice olur? Sonra onlar, 'Biz iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey arzu etmedik" diye, Allah'a andederek, sana geleceklerdir. İşte bunlar...

61 ﴿