80"Kim peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse... Zaten seni onların başına bekçi göndermedik". Bu, "Kim, o bir peygamber olduğu ve insanlara Allah'ın hükümlerini tebliğ ettiği için, Resûlullah'a itaat ederse, aslında ancak Allah'a itaat etmiş olur. Bu da gerçekte, ancak Allah'ın muvaffak kılmasıyla olur. Kim de yüz çevirirse, zaten biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik" demektir. Çünkü Allahü teâlâ, kimi hak ve hakikati görmez hale getirir ve hak yoldan saptırırsa, hiç kimse onu doğruya irşad edemez. Bil ki Allah'ın, kalbini hidayet nuru ile doldurduğu herkes, işin bizim söylediğimiz şekilde olduğuna kesinkes hükmeder, inanır. Zira sen, aynı delili, aynı mecliste iki ayrı şahsa sunduğun zaman, görürsün ki bu delil, onu dinlediğinde onlardan birinin imanına iman katar, diğerinin de küfrüne küfür katabilir. Delili seven ve kabul eden kimse, ona olan sevgisini ve doğruluğuna olan inancını kalbinden atamayacağı gibi; o delili beğenmeyen kimse de, kalbinde o delile karşı olan buğzunu ve onun yanlış olduğu hususundaki inancını, kalbinden söküp atmak istese de, buna güç yetiremez. Aradan günfer geçtikten sonra bazan, delili seven kimsenin ona buğzeder hale; buğzeden kimsenin de onu sever hale geldiğini görürsün. Binâenaleyh, mümkinattan olan her şeyin, mutlaka vacibu'l-vücud olan zata varıp dayandığı hususunda, zikretmiş olduğumuz o kesin aklî delili iyice düşünür, sonra kendi kendine zikretmiş olduğumuz bu "istikra" (etraflıca inceleme) metodunu nazar-ı itibara alır da daha sonra da herşeyin, Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğuna katî olarak hükmedemezse, işte bu kendi durumunu, hidayetin ancak Allah'ın yaratması ile meydana geldiğine delalet eden en kuvvetli bir delil kabul etsin... Zira bu delili bilmesine rağmen, böyle bir etraflı araştırma (istikra) yapmasına rağmen, kalbinde böyle bir itikad hasıl olmuyorsa, anlar ki kendisini bu işten alıkoyan sadece Allahü teâlâ'dır. Geriye, âyetle ilgili birkaç mesele daha kalmıştır: Peygamber Hakkında Korunmuştur Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir" buyruğu o resulün bütün emir ve nehiylerde, Allah'tan tebliğ ettiği bütün hususlardamasum olduğuna delalet eden en güçlü delillerden birisidir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan herhangi birinde hata etmiş olsaydı, O'na itaat, Allah'a itaat etmek kabilinden olmazdı. Yine, Hazret-i Peygamber'in bütün fiilleri hususunda da masum olması gerekir. Çünkü Allahü teâlâ, "Ona uyunuz..." (Enam. 153) âyetiyle, O'na ittiba etmeyi emretmiştir. O'na uymak, ittiba etmek ise, başkası yaptığı için, başkasının yapmış olduğu o fiilin bir mislini yapmaktan ibarettir. Binâenaleyh, o fiilin bir mislini yapan kimse, Allah'a "O'na uyunuz" emrinden itaat etmiş olur. Binâenaleyh, bütün söz ve fiillerinde, delilin tahsis ettiği durum hariç, peygambere inkîyad etmenin Allah'a itaat ve O'nun hükümlerine inkîyad etmek olduğu sabit olur. İkinci Mesele Şafiî (r.h), "er-Risale" adlı kitabının "Hazret-i Peygamber'e itaat farzdır" babında şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim peygambere İtaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir" ifadesi, abdest, namaz, zekat, oruç, hacc ve diğer konularda, Hak teâlâ'nın kullarını mükellef tuttuğu her teklifin (emrin) Kur'an'da bulunduğuna delalet eder. Halbuki bu gibi mükellefiyetler Kur'an'da bütün yönleriyle açıklanmamıştır. İşte o zaman, bu mükellefiyetleri ancak Hazret-i Peygamber'in beyan etmesiyle yerine getirebiliriz. Durum böyle olunca, Hazret-i Peygamber'e yapılan itaatin, Allah'a yapılan itaatin aynısı olduğuna hükmetmek gerekir." İşte Şafiî'nin sözünün manası budur. Âyetteki, "Kim peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir" ifadesi, itaatin ancak Allah için olacağına delalet eder. Çünkü, Hazret-i Peygamber'e, peygamber olduğu için gönderilmiş olduğu hususlarda itaat etmek, ancak Allah'a itaat etmek olur. Binâenaleyh âyet, Allah'dan başka hiç kimseye itaat edilmeyeceğine delalet etmiş olur. Mukatil, bu âyet hakkında şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Her kim beni severse, muhakkak ki Allah'ı sevmiş olur. Her kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a İtaat etmiş olur" derdi" Hadisin ikinci kısmı için Buhari Cihad, 109. Hazret-i Peygamber'in bu sözü üzerine münafıklar şöyle demişlerdir: "O, bizi Allah'tan başkasına tapmaktan nehyettiği halde, andolsun ki kendisi şirke yaklaşmış ve hristiyanların İsa'yı rab edinmeleri gibi, bizim de kendisini bir rab edinmemizi istemiştir (ister)..." Bunun üzerine Hak teâlâ bu âyeti indirmiştir. Bil ki biz bu âyetin, peygambere mutlak surette kayıtsız şartsız itaat gerektiğine delil olmayıp, mutlak itaatin sadece Allah'a yapılacağına delil teşkil ettiğini beyan etmiştik. Ama Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim de yüz çevirirse ... Zaten seni, onların başına bekçi göndermedik..." ifadesine gelince, bu hususta şu iki açıklama yapılmıştır: 1) Âyette bahsedilen "yüz çevirme"den maksad, kalb ile yapılan yüz çevirmedir. Yani, "Ey Muhammed; senin hükümlerin zahire göredir. Ama, bâtına gelince, sen onlara temas etme" demektir. 2) Bu yüz çevirmeden murad, zahirî manada yapılan bir yüz çevirmedir. Mananın bu olması halinde, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim de yüz çevirirse ... Zaten seni, onların başına bekçi göndermedik..." ifadesi hakkında da şu iki izah yapılabilir: a) Bu, "Bu yüz çevirmeden dolayı gamlanman ve mahzun olman gerekmez. Zira biz seni, insanları günahlardan koruman için göndermedik..." demektir. Bunun sebebi ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in insanların küfürleri ve İslam'ı kabul etmeyişleri sebebiyle çok fazla üzülmesidir. İşte Cenâb-ı Hak, O'nu bu üzüntüye karşı teselli etmek için böyle buyurmuştur. b) "Biz seni, o insanları, bu yüz çevirmelerinden men etmekle meşgul olasın diye göndermedik. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Dinde zorlama yoktur" (Bakara, 256) buyruğu gibidir Sonra bu ayet.Cihad âyetiyle neshedilmiştir. |
﴾ 80 ﴿