88

"Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında Allah onları kazandıktan yüzünden tepesi aşağı getirdiği halde iki hizbe bölünüyorsunuz? Allah'ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptınrsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın".

Bil ki bu, münafıkların durumlarına dair Cenâb-ı Hakk'ın zikretmiş olduğu bir başka husustur. Burada birkaç mesele vardır:

Münafıklardan Ötürü Mü'minlerin Muarız Guruplara Bölünmeleri

Alimler, bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında şunları söylemişlerdir:

a) Bu âyet, müslüman olarak Hazret-i Peygamber'e gelmiş olan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Onlar Medine'de Allah'ın dilediği bir süre kadar kaldılar. Sonra da "Ya Resûlellah, biz çöle gitmek, (yerleşmek) istiyoruz; binâenaleyh, bize bu konuda izin ver!" dediler. Allah'ın Resulü de onlara müsaade etti. Onlar yola çıktıklarında, konaklaya konaklaya gidiyorlardı... Derken, müşriklere yetiştiler... Böylece de mü'minler o münafıklar hakkında konuşmaya başladı. Bunun üzerine bir grup mü'min, "şayet onlar da bizim gibi müslüman olsaydı, bizimle beraber kalır, bizim sabrettiğimiz gibi sabrederlerdi" dediler. Bir grup müslüman ise, "onlar müslümandırlar; durumları ortaya çıkıncaya kadar, onların hakkında kâfir diyemeyiz" der. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerimede, onların münafık olduklarını beyan eder.

b) Bu âyet-i kerime, Mekke'de, müslüman olduklarını izhar eden ve müslümanlar aleyhinde müşriklere yardım eden bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar bunlar hakkında ihtilaf etmiş ve aralarında çekişmişler, nizalaşmışlardı. Bunun üzerine de bu âyet-i kerime nazil olmuştu. Bu, İbn Abbas ve Katâde'nin görüşüdür.

c) Âyet-i kerime, Uhud günü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den geri kalan, ayrılan ve "eğer biz yaptığınız işi savaş bilseydik, seninle beraber gelirdik" diyen kimseler hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı, bu kimseler hakkında ihtilaf etmiş, bir kısmı "Onlar kâfir oldular", diğer grup ise, "onlar kâfir olmadılar" demişti. İşte, bunun üzerine de bu âyet-i kerime nazil olmuştu. Bu, Zeyd İbn Sabit'in görüşüdür.

Alimlerden bazıları bu izahı tenkid ederek, şöyle demiştir: "Âyetin nazmı, buna uygun değildir (bu durumu zedelemektedir). Üstelik onlar Mekkeli idiler. Cenâb-ı Allah da şöyle buyurmaktadır: "O halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dostlar edinmeyin" (Nisa. 89).

d) Âyet-i kerime, irtidad eden ve müslümanların malını alarak Yemameye kaçıran bir grup insan hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar bunlar hakkında ihtilafa düşünce, bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Bu, İkrimenin görüşüdür.

e) Bunlar, gece baskın yapıp, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kölesi Yesar'ı öldüren Urneliler dir.

f)İbn Zeyd, "Âyet, Hazret-i Aişe'ye iftira edenler hakkında nazil olmuştur" demiştir.

İkinci Mesele

Âyetin manası hakkında iki izah bulunmaktadır:

a) (iki grup) kelimesi, hal olmak üzere mansub kılınmıştır. Bu senin, demen gibidir. Yani, "Senin ayağa kalkmanın sebebi nedir? (Ayağa kalkma halinde senin için ne vardır?)" demektir. Bu, Sibeveyh'in görüşüdür.

b) Bu kelime, fiilinin haberi olarak mansubtur. Bu ifadenin takdiri, "Size ne oldu da, siz münafıklar hakkında iki grup oldunuz?" şeklindedir. Bu, inkâr gayesiyle gelmiş bir istifhamdır ve "Onların küfür ve nifaklarının delilleri apaçık ortada iken, bu hususta ihtilâf etmeyip, aksine onların Küfürlerine kat'î olarak hükmetmeniz gerekirken, siz niçin onların küfrü hususunda ihtilâf ediyorsunuz?" anlamındadır.

Üçüncü Mesele

Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Onlar küfür izhar etseler de, Allah onları münafık diye isimlendirmiştir, çünkü onlar, daha önce üzerinde bulundukları sıfat ile vasfedilmişlerdir. Âyetteki "iki grup" tabirinden murad, daha önce beyan etmiş olduğumuz şu husustur: Bir grup müslüman, o münafıklara meylediyor, onları savunuyor ve onları dost biliyor; bir diğer grup ise, onlardan uzaklaşıyor ve onlara düşmanca davranıyorlardı. Bundan dolayı müslümanların bu hususta bölünmeleri yasaklanıp ondan uzaklaşmak, teberri etmek ve onların kâfir olduklarını söylemek suretiyle tek görüş üzere bulunmaları emredilmiştir. Allah en iyi bilendir.

Sonra Cenâb-ı Hak, onların kâfir olduklarını haber vererek, "Allah onları kazandıkları yüzünden tepesi aşağı getirdiği halde..." buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

İrkas Tabirinin İzahı

(......) kelimesi, bir şeyin altını üstüne çevirme anlamına gelir (ters çevirilmiş) kelimeleri aynı manaya gelmektedir. Tırnaklı hayvanların terslerine de, reks denilir. Çünkü o, (yiyeceğin) kötü bir hâle, yani necaset haline dönmüş şeklidir. Yine, bu anlamından dolayı hayvanın pisliğine da denilir. Bu fiilin iki türlü kullanılış şekli vardır: Mesela "Onlan altüst çevirdi, onlar da altüst oldular" denilir. Yani, "tersyüz oldular, gerisin geriye çevrildiler" demektir.

Şair Umeyye şöyle demiştir:

"Tepetaklak kızgın ateşe atıldılar. Çünkü onlar günahkâr idiler ve iftira edip yalan söylüyorlardı."

İkinci Mesele

Âyetin manası şudur: "Allahü Teâlâ onları, kazanmış oldukları, nifak üzerinde iken, ortaya koymuş oldukları, irtidâdlarından dolayı, hor ve hakîr olmak, esir alınmak ve öldürülmek gibi, kâfirlere tatbik edilen hükümlere döndermiş, havale etmiştir... Çünkü münafık, zahiren şehadeteyne tutunduğu yani Allah'ın birliğini ve Hazret-i Muhammed'in peygamberliğini kabul ettiği müddetçe onu öldüremeyiz. Ama küfrünü açıkça ortaya koyduğu zaman, Allahü teâlâ ona, kâfirlere tatbik etmiş olduğu hükümleri tatbik eder.

Üçüncü Mesele

Ubeyy İbn Ka'b ve Abdullah İbn Mesûd, bu ifadeyi (......) şeklinde okumuştur ki, biz daha önce fiillerinin aynı manada iki kullanış olduğunu zikretmiştik.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah'ın saptırdığım siz mi doğru yola getirmek İstiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın" buyurmuştur.

İdlal Hakkında Mu'tezile İddiası ve Cevabı

Mutezile şöyle demektedir: "Allah'ın saptırması"ndan murad. meşhur izahlardan dolayı, Allah'ın o kulda sapıklığı yaratması değildir. Bir de, Cenâb-ı Hak bu âyetten önce, "Allah onları kazandıktan yüzünden tepesi aşağı getirmiş ..." buyurmuş ve onları, kesb ve fiilleri sebebiyle küfre dönderip imandan uzaklaştırdığını beyan etmiştir. Bu durum, onların dalâletlerinin Allah'ın yaratmasıyla olduğunu söylemeye manidir."

İşte buna göre Mu'tezile, ifadesini şu manalara hamletmiştir:

1) Bundan murad "Allahü teâlâ, onların delâletlerine ve küfürlerine hükmetti" demektir. "O, onun delâletine ve küfrüne hükmetti ve bunu bildirdi" manasında, denilir.

2) Bunun manası, "Allah'ın cennet yolundan saptırdığı kimseyi, cennete hidayet etmek, götürmek mi istiyorsunuz?" şeklindedir. Çünkü Allahü teâlâ, kıyamet günü kâfirlere cennetin yolunu buldurmaz, onları saptırır.

3) Bu saptırma, Allah'ın onların lütuf ve ikramlarını vermemesi şeklinde tefsir edilebilir.

Bil ki biz, bu kitabın birçok yerinde bu manaların zayıflığını zikrettik. Sonra şöyle diyoruz: "Farzet ki, bu manalar doğru olsun. Fakat Allahü teâlâ, onların küfür ve dalâletlerini, cennete de giremiyeceklerini haber verdiğine göre, aynı müşkil yine söz konusu olur. Çünkü, Allahü teâlâ'nın ilminin cehalete dönüşmesi imkânsızdır. İmkânsıza götüren şey de imkânsızdır.

Bu âyetten muradın, Allahü teâlâ'nın onları dinden saptırması manası olduğuna delâlet eden hususlardan birisi de, "Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın" buyruğudur. Mü'minler dünyada, münafıkların iman etmelerini arzuluyorlar ve onları imana girdirmek için çareler arıyorlardı.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Allah kimi saptınrsar artık onun için hiçbir yol bulamazsın" buyurmuştur. Binâenaleyh, bunun manasının, "Allahü teâlâ onları imandan saptırınca, insanların onları imana girdirmek için bir yol bulabilmeleri imkânsızdır" şeklinde olması gerekir. Bu mana açıktır.

Kâfirler Müminleri Gevşetmek İsterler

88 ﴿