89

"Onlar, kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir olup onlarla beraber olmanızı arzu ettiler. O halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, İçlerinden dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız yakalayıp, tutun ve onları öldürün. Onlardan ne bir dost, ne de bir yardıma edinmeyin".

Bu âyetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Allahü teâlâ bu âyetten önce, "Allah'ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz?" buyurup, bu da bir inkârı istifham olunca, "Onlar, ey müslümanlar, sizin de kâfir olmanızı temenni edecek kadar küfürde ileri gitmişlerdir. Onlar, küfürterindeki taassubda böyle bir noktaya geldiklerine göre, o halde siz onların iman etmelerini nasıl umabilirsiniz?" demek suretiyle, onların imandan bu derece uzak oluşlarını iyice anlatmıştır.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizin de kendileriyle beraber olmanızı.." sözü, O'nun zaman eşit olurlar" manasına göre, bunu murad etmiş olsaydı, o zaman bu ifade mansub olurdu. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, ' Onlar arzu ettiler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransm (Kalem. 9) âyeti gibidir. Eğe temenninin cevabı olmak üzere denilmiş olsaydı, i'rab bakımından bu da caiz olurdu. Hak teâlâ'nın, "O küfredenler arza eder ki, siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olasınız da üstünüze anîden bir baskın yapsalar" (Nisa, 102) âyeti de böyledir.

Buna göre âyetteki, "Kendileriyle beraber olmanızı.." ifâdesi, "küfürde kendileriyle beraber olmanızı arzu ederler" demektir. Bundan maksad, "sizler ve onlar eşit olasınız" demektir. Ancak ne var ki daha önce bahsolundukları için, mana anlaşıldığından dolayı, burada sadece muhatapları zikretmekle yetinilmiştir.

Bil ki Allahü teâlâ mü'minlere, onların ne derece kâfir olup, küfürde had noktaya vardıklarını açıklayınca ve bundan sonra da onların mü'minlerle nasıl karışıp içli dışlı olduklarını beyan edince, halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, içlerinden dostlar edinmeyin" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Kafirler Dost Olmaz

Âyet, müşrikler, münafıklar ve dinsizlik ile küfürde meşhur kimselerin, mün'minlerce dost edin ilemeyeceğine delâlet etmektedir. Bu, "Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, dostlar edinmeyin" (Mümtehine, 1) âyetinin umumi manası ile de te'kid edilmiştir. Bunun sebebi şudur: Bütün insanlara göre en kıymetli ve en büyük şey dindir. Çünkü din, kendisi vasıtası ile Allah'a yaklaşılan ve âhiret saadetinin elde edilmesi istenen şeydir. Durum böyle olunca, din sebebi ile meydana gelen düşmanlık da, en büyük düşmanlık olur. Bu da böyle olunca, en büyük düşmanlığı gerektiren şeyin mevcud olduğu yerde, muhabbet ve dostluğu istemek imkânsız olur. Allah en iyi bilendir.

Asr-ı Saadet'te Hicretmek Önemi

Ebu Bekir er-Razî el-Cessâs: Âyetteki "içlerinden dostlar edinmeyin" ifadesinin takdiri, "Onlar müslüman olup, hicret edene kadar, onları dost edinmeyin" şeklindedir. Çünkü Allah yolunda hicret etmek, ancak müslüman olduktan sonra olur. Binaenaleyh âyet, müslüman olduktan sonra, hicretin farz olduğuna ve müslüman olsalar bile, hicret etmedikçe o kimseler ile bizim aramızda dostluğun söz konusu olamayacağına delâlet etmektedir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "Hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir velayetiniz yoktur" (Enfal, 72) âyetidir.

Bil ki bu teklif hicret farz kılındığı zaman gerekli idi. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, müşrikler arasında yaşayan her müslümandan beriyim (uzağım); Yine ben, müşrik ile beraber olan her müslümandan da beriyim" buyurmuştur. Binaenaleyh hicret, Mekke fetholununcaya kadar farzdı. Hicretin farziyyeti daha sonra nesholunmuştur.

Tâvus'un rivayetine göre İbn Abbas (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Mekke fethedildiği gün "Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur, Fakat cihad ve niyet vardır" buyurduğunu söylemiştir.

Hasan el-Basri'clen, âyetin hükmünün dar-ı harbte ikamet edip, dar-ı İslam'a hicretin ve orada yerleşmenin farz olduğuna inanan her mü'min için yürürlükte olduğunu söylediği rivayet edilmiştir.

Üçüncü Mesele

Bil ki hicret bazan küfür diyarından imân diyarına, bazan da kâfirlere yakışan amellerden, müslümaha yakışan amellere geçmek suretiyle olur. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Gerçek muhacir, Allah'ın nehyettiği işleri bırakan kimsedir" buyurmuştur. Muhakkik alimler, "Allah yolunda hicret, O'nun emirlerini bırakmamaktan ve nehyettiği şeyleri bırakmaktan ibarettir" demişlerdir. Bütün bu manalar muteber olduğuna göre, Cenâb-ı Allah bunların hepsini kapsayacak umûmî bir ifade kullanarak, "Allah yolunda hicret edinceye kadar" buyurmuştur. Zira Allahü teâlâ, burada, "küfürden hicret edinceye kadar" dememiş, aksine "Allah yolunda hicret edinceye kadar" buyurmuştur ki bu ifadeye, hem küfür diyarından hicret etme, hem de küfrün alameti sayılan şeyleri bırakma girer. Sonra Cenâb-ı Hak, sadece hicret etmeyi zikretmemiş, onun Allah yolunda olması kaydını koymuştur. Çünkü çoğu zaman gerek küfür diyarından İslâm diyarına, gerekse küfür şiarından İslâm şiarına geçmek, dünyevi maksatlar ile olur. Halbuki hicret nazar-ı dikkate alınan şey, onun Allah'ın emri olduğu için yapılmış olmasıdır.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız yakalayın, tutun. Öldürün. Onlardan ne bir dost, ne de bir yardıma edinmeyin..." buyurmuştur. Bu, "Eğer onlar hicret etmekten yüz çevirir ve Medine'nin dışında kalan beldelerine yapışıp kalırlarsa, gücünüz yeterse onları yakalayın, ister Hill, ister Harem bölgesi olsun, nerede bulursanız öldürün ve onlardan hiçbir zaman işlerinizi deruhte edecek bir veli, düşmanlara karşı size yardım edecek bir nasîr edinmeyin" demektir.

Anlaşma Yapılmış Gayr-i Müslimler

89 ﴿