90"Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme iltica edenler, yahud ne sizinle ne de kendi kavimleri ile savaşmak (istediklerimden göğüsleri daralıp, size gelenler müstesna... Allah dileseydi elbette onları sizin başınıza musallat eder de sizinle mutlaka savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilirler, sizinle vuruşmazlar ve size barış teklifinde bulunurlarsa, Allah onların aleyhine sizin için (tecavüze) bir yol bırakmamıştır". Bil ki Allahü teâlâ, feu kâfirlerin öldürülmelerini emredince bundan iki kısım insanı istisna etmiştir. Birinci grup, "Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme iltica edenler" buyruğu ile belirtil mistir. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Âyetteki, tabiri hakkında iki görüş belirtilmiştir: 1) Bu, "Onlara varıp katılanlar müstesna" demektir. Buna göre âyetin manası, "Aranızda anlaşma bulunan kavimlere varıp sığınanlar da, aynı şekilde sizinle anlaşma yapmış ve size sığınmış olurlar" şeklindedir. Kaffal (r.h), "Âyetin manasına, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda bulunmaya niyetli olduğu halde, bunu gerçekleştiremeyen ve bundan dolayı da buna bir yol buluncaya kadar, müslümanlar ile aralarında bir anlaşma bulunan bir kavme iltica edenler de girer" demiştir. 2) Bu, "Onlara İntisab eden, bağlananlar" demektir. Bu görüş zayıftır. Çünkü Mekkelilerin pek çoğunun neseb (akrabalık) bakımından, Hazret-i Peygamber ile bağları vardı. Fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onlardan kâfir olanların öldürülmelerinin helal olduğunu beyan etmiştir. İkinci Mesele Alimler, müslümanlar ile aralarında anlaşma bulunan kavmin kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimler, bunların Eşlem Kabilesi mensupları olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu kabile ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında bir anlaşma vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke fethi için çıktığında, kendisine isyan etmemeleri, müslümanlara karşı başkalarına yardım etmeme ve Hilâl İbn Uveymir el-Eslemî'ye gelip sığınan herkese, Hilâle tanınan hakların tanınacağı hususlarında. Hilâl ile bir anlaşma yapmıştır. İbn Abbas (radıyallahü anh), müslümanlar ile anlaşmalı olan kavmin, Benû Bekir kabilesi olduğunu, Mukâtil ise, Huza'a ve Huzeyme kabileleri olduğunu söylemiştir. Bil ki bu âyet, ehl-i iman için çok büyük bir müjde taşımaktadır. Çünkü Allahü teâlâ, kılıç (öldürülme) hükmünü, müslümanlara iltica eden kâfirlerden kaldırdığına göre, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlillah sevgisine sığınan kimseden azabı haydi haydi kaldırır. Allah en iyi bilendir. İkinci grup, ' yahut ne sizinle ne de kendi kavimleri ile savaşmaktan göğüsleri daraltp sîze gelenler müstesna..." ifadesi ile belirtilmiştir. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Anlaşmalı Olan Bir Ülkeye Sığınan Suçlar Âyetteki, "Yahut size gelenler..." ifâdesinin nin sılası üzerine bir atıf olması mümkündür ve bunun takdiri "Anlaşmalı olanlara iltica edenler veyahut göğüsleri daralıp da sizinler savaşmayanlar müstesna.....(onlarla savaşmayın)" şeklinde olur. Yine bu ifâdenin, "kavm"in sıfatı üzerine bir atıf olması da mümkündür ve bunun takdiri "Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme, yahut göğüsleri daralan bir kavme iltica edip de sizinle savaşmayanlar müstesna" şeklinde olur. Birinci izah, şu iki sebepten dolayı daha uygundur: 1) Allahü teâlâ, "Onları nerede bulursanız yakalayıp tutun ve onları öldürün" (Nisa. 89) buyurduktan sonra ancak, "Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilirler, sizinle vuruşmazlar ve size barış teklifinde bulunurlarsa, Allah onların aleyhine sizin için (tecâvüze) bir yol bırakmamışhr" buyurmuştur. Bu, onlara taarruz etmemeyi gerektiren şeyin, onların savaşı bırakmaları olduğuna delâlet eder. Bu da ancak, birinci manaya göre uygun olur. İkinci manaya göre ise, onlara taarruz etmemeyi gerektiren şey, onların müslümanlar ile savaşmayı bırakmış olan bir kavme iltica etmeleridir. 2) Savaşı bırakmış olmalarını, onlara karşı taarruz etmemeyi gerektiren sebep kılmak; müslümanlara karşı savaşı terkeden bir kavme iltica etmeyi taarruz etmemeye esas sebep kılmaktan daha evlâdır. Çünkü birinci manaya göre, onların müslumanlara karşı savaşmamaları, kendilerine taarruz edilmemesine yakın (esas) sebep; İkinci manaya göre ise, uzak sebep olur. Burada “Göğüsleri Daralanlar” Kimlerdir? Âyetteki, ifadesi, "gönülleri, savaşmaktan daralmış ve binaenaleyh ne sizinle savaşmayı çünkü siz müslümansınız-, ne de o kâfirlerle savaşmayı istiyorlar, çünkü onlar da kendi akrabaları..." manasındadır. Alimler, bu ifadenin i'rab bakımından yeri hususunda İhtilaf etmişler ve birkaç görüş zikretmişlerdir: 1) Bu, başında mahzuf bir (......) (Muhakkak ki) lafzı takdiri ile, hal mevkiindedir. Çünkü lafzı, mazî fiili "hal"e yaklaştırır. Baksana onlar, "Muhakkak ki namaz başlamıştır, başlıyor" diyorlar. Yine, (......) denilir ki bu, "Bana, muhakkak ki aklı gitmiş (akılsız) olan bir kimse geldi" demektir. Buna göre âyetin takdiri "Veya onlar size, muhakkak ki göğüsleri daralmış olarak gelmişlerdir" şeklinde olur. 2) Bu ifade, ikinci haberdir. Cenâb-ı Hak sanki, "veya onlar size gelir" demiş, sonrada, buyurarak, onların göğüslerinin daraldığını beyan etmiştir. Bu takdire göre Cenâb-ı Hakk'ın, "göğüsleri daraldı" tabiri, O'nun "... size gelenler" tabirinden bedeldir. 3) Âyetin takdirinin, "Onlar size, göğüsleri daralmış bir kavim olarak geldiler; veya onlar size, göğüsleri daralmış kimseler olarak geldiler" şeklinde olmasıdır. Bu takdire göre Cenâb-ı Hakk'ın, "göğüsleri daralmış olarak" tabirinin mahalli, mansub olur. Zira bu ifâde, hâl olduğu için mansub olan bir mevsûfun sıfatıdır. Ne var ki, hâl olduğundan ötürü mansub olan meysuf hazfedilmiş, onun yerine sıfatı kaim olmuştur. Hak teâlâ'nın, buyruğunun manası, "Onların göğüsleri, hem size karşı, hem de kavimlerine karşı savaşmak hususunda daralmıştır, sıkışmıştır. Binaenaleyh onlar, ne sizin aleyhinize ne de sizin lehinizedirler..." demektir. Üçüncü Mesele Alimler, Allahü teâlâ'nın bu âyette istisna ettiği kimselerin, kâfir mi yoksa mü'min mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur-u ulemâ, bunların kâfirlerden olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: "Allahü teâlâ, kâfirleri öldürmeyi vâcib kılmıştır. Ancak onlardan, sizinle anlaşması olanlar veya size karşı savaşmayanlar müstesna, zira böyle olan kâfirleri öldürmek caiz değildir." Bu takdire göre, bir neshin bulunduğuna hükmetmek gerekir. Çünkü kâfir, savaşı terketse de öldürülmesi caizdir. Ebu Müslim el-İsfehanî şöyle demektedir: "Allahü teâlâ, müslüman olan herkese hicret etmeyi vacib kılınca, bir mazereti bulunan kimseleri bu hükümden istisna ederek, "...iltica edenler., müstesna" buyurmuştur ki bu kimseler, hicret ve yardım etmek için, Hazret-i Peygamber'e gitmeye niyetlenen bir grup mü'mindir. Ancak ne var ki, onların yollan üzerinde kâfirler bulunduğu için, onlar bu gayelerini gerçekleştirememişlerdir. Zira onlardan korkuyorlardı. Böylece bu mü'minler, müslümanlarla anlaşması bulunan bir kavme sığındılar da, böylece o kâfirlerden kurtulup (hicret edinceye kadar), müslümanlarla anlaşması bulunan kavmin yanında kaldılar. Daha sonra da, Hazret-i Peygamber'e iltihak edip, ne Hazret-i Peygamber, ne de O'nun ashabı ile savaşmayan kimseleri de istisna etti. Çünkü bunlar, onlarla savaşma hususunda Allah'tan korkuyorlardı. Keza bunlar, kâfirlerle de savaşmıyorlardı. Zira o kâfirler, bunların yakınları ve akrabası idi. Veyahut da bu kimseler, çoluk çocuklarını o kâfirler arasında bıraktıkları için, onlarla savaşmaları halinde, onların kendi çoluk çocuklarını öldürmelerinden korkuyorlardı. İşte bu iki kısım müslümanla, -her ne kadar kendilerinden hicret ve kâfirlerle savaşmak gibi bir fiil sâdır olmamışsa da- savaşmak helâl olmaz. Allah Dilerse Kafiri Mü'mine Musaalat Eder Cenâb-ı Hak, "Allah dileseydi, elbette onları sizin başınıza musallat ederdi" buyurmuştur. (......) kelimesi Arapça'da galebe, hakimiyet, hiddet manasına gelen (......) kelimesinden alınmıştır. Buna göre bu ifadeden maksat, Allahü teâlâ'nın, kendisiyle anlaşma yapılmış olan kimselerin belâ ve sıkıntısını engellemek suretiyle, onlara bir minnet ve ikramda bulunmuş olmasıdır. Bunun manası da şudur: "Onların sizinle savaşmaktan kaçınmaları, ancak Allahü teâlâ'nın, onların kalplerine korku salmasından dolayıdır. Ve şayet Cenâb-ı Hak, müslümanlarla savaşma konusunda onların kalblerine güç ve cesaret vermiş olsalardı, muhakkak ki onlar müslümanlara belâ kesilirlerdi." Alimlerimiz, "Bu tabir, Allahü teâlâ'nın, kâfirleri mü'minlere musallat kılıp, o kâfirlerin kalblerine mü'minlere karşı cesaret vermesinin, O'nun hakkında bir kubh, çirkin bir fiil sayılamayacağına delâlet etmektedir" demişlerdir. Mu'tezile bu görüşe şu iki şekilde cevap vermişlerdir: a) Cübbaî şöyle demektedir: "Biz, Allahü teâlâ'nın istisna ettiği o topluluğun, kâfir değil, mü'min bir topluluk olduğunu beyan etmiştik. Buna göre âyetin manası şöyle olur: "Eğer Allah dileseydi, zulmederek kendileriyle savaşmaya yeltenmemiz durumunda kendilerini müdafaa etmek için, onların kalblerini takviye etmek suretiyle onları size musallat ederdi." b) Kelbî şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, dilemesi halinde, (o şeyi) mutlaka yapacağını haber vermiştir. Bu da ancak, Allahü teâlâ'nın zulme kadir olabildiğini gösterir; ki bizim mezhebimiz de budur. Ancak ne var ki biz, Allahü teâlâ'nın zulmetmeyeceğini söylüyoruz. Âyette, Cenâb-ı Hakk'ın bunu dilediğine dair herhangi bir delâlet bulunmamaktadır, " Birinci Mesele Hak teâlâ'nın, "...sizinle mutlaka savaşırlardı" "Eğer Allah dileseydi, onları size musallat ederdi ve eğer Allah dileseydi, onlar sizinle mutlaka savaşırlardı" takdirinde olmak üzere, ya tekrar edilmek veyahut da bedel yapılmak üzere, şart edatının cevabıdır. Keşşaf sahibi bu ifâdenin, şeddesiz olarak (Muhakkak ki sizi öldürürlerdi); ve şeddeli olarak da "muhakkak ki sizi parça parça ederlerdi" şeklinde okunduğunu söylemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Artık onlar, sizi bırakıp bir tarata çekilirler, sizinle vuruşmazlar ve size barış teklifinde bulunurlarsa, Allah onların aleyhine sizin için (tecâvüze) bir yol bırakmamıştır" buyurmuştur ki bu, "Eğer onlar size sataşmaz ve boyun eğip teslim olduklarını bildirirlerse, Cenâb-ı Hak onları yakalayıp öldürme hususunda, size müsaade etmez..." demektir. ifâdesi, lâm harfinin sükûnu ve sîn harfinin fethasıyla (......) şeklinde de okunmuştur. Müfessirler bu âyetin hükmü hususunda ihtilaf etmiş, bazıları bu âyetin kılıç ve cihad âyeti olan, "müşrikleri öldürün..." (Tevbe, 5) âyetiyle mensûh olduğunu; bazıları ise, bunun mensûh olmadığını söylemiştir. Âyette istisna edilen kimselerin müslümanlar olduğunu söyleyenlere göre, bu ifâde gayet açıktır. Ama, istisna edilen kimselerin kâfir olduğunu söyleyenlere gelince, meselâ Esamm: "Âyeti, anlaşma yapan kimseler" anlamına alırsak, bunun mensûh olduğu nasıl söylenebilir?" demiştir. Hem Müslümanlar Hem de Kâfirlerle İyi Olmak İsteyen Münafıklar |
﴾ 90 ﴿