94

"Ey imân edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman (meselelerin iç yüzünü) iyice araştırın. Size (müslümanca) selam verene, dünya hayatının menfaatini arayarak, "sen mümin değilsin" demeyin. İşte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle tkenr Allah size lütfetti. O hâlde (meselelerin iç yüzünü) iyice araştırın. Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır".

Bil ki bu âyetin maksadı, mü'minleri öldürmenin haramlığını iyice ortaya koymak ve mücahidlert, zayıf bir yorum (düşünce) ile haram olan kanı dökmemeleri için, bu hususta tedbirli davranmalarını sıkı sıkı emretmektir. Âyetteki bu etkili anlatım bir önceki âyetin, mü'minlere yönelik bir hitap olduğuna delâlet eder. Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Hamza ve Kisâî, burada ve Hucurat sûresinde kelimeyi, "sebat" masdarından şeklinde; diğer kıraat imamları ise, "beyân" masdarından, (......) şeklinde okumuşlardır. Her iki kıraatin manası birbirine yakındır. Çünkü birinci şekli tercih eden, bunun, ikdam etmenin (hemen acele ile yönelmenin) zıddı bir manaya olduğunu, âyetin teenni ile hareket edip, acele etmemeyi ifade ettiğini söylemiş olur; kelimenin "beyân" masdarından okunan kıraatini tercih eden de, ihtiyatlı hareket etmekten muradın, "iyice araştırmak olduğunu", binaenaleyh bu mananın daha beliğ ve etkili olduğunu söyler.

İkinci Mesele

Âyette geçen (......) kelimesinden murad, Allah yolunda ticaret için veya cihad için sefere çıkmaktır. Bu kelimenin asıl manası, el ile vurmaktır. Bunun sefere çıkma (yolculuk) manasında kullanılışı, seferdeki hızlı gidişten kinayedir. Çünkü eliyle bir insana vuran kimsenin elinin hareketi, bu vuruş esnasında çok hızlıdır. Bundan dolayı, "darb" kelimesi, yolculuktaki hızlı gidişten kinaye kılınmıştır. Zeccâc şöyle der: "Âyetteki, tabiri "gazaya çıktığınızda ve cihada gittiğinizde..." manasındadır.

Selam Veren Kimse Hakkında "Mümin Değilsin" Demeyin

Sonra Allahü teâlâ, "Size (müslümanca) selam verene, "sen, mü'min değilsin" demeyin" buyurmuştur. Allahü teâlâ bununla, müslümanlara boyun eğen ve teslim olmak isteyen kimseleri kastetmiştir. Hak teâlâ'nın, "O gün (zalimler) Allah'a teslimiyetlerini, yani O'nun emrine teslim olmak İstediklerini arzetmişlerdir" (Nahl, 87) âyeti de bu manadadır. Âyetteki "selâm" kelimesi elif ile okunur ise, iki manaya gelir:

1) "Selâm"dan murad, müslümanların biribirlerini selamladıkları şeydir. Yani, "Sizi, bu selam ile selamlayan kimse hakkında "O, bu selamı ancak kendisini korumak maksadıyla söylemiştir" deyip de, malını (ganimet olarak) almak için hemen kılıcınızla ona saldırmayın, fakat kendinizi tutup onun izhâr etmiş olduğu şeyi, yani selamını kabul edin" demektir.

2) bu, "sizden ayrılan ve size karşı savaşmayan kimseye, "Sen, mü'min (emniyette) değilsin" demeyin" manasındadır. Kelimenin bu manası "selâmet"den gelir. Çünkü ayrılıp bir kenara çekilen kimse, selamet istiyor demektir.

Keşşaf sahibi: "Mü'min kelimesi, mîm harfinin fethasıyla "mü'men" şeklinde de okunmuştur. Bu, "ona emân verdi" manasına gelen tabirindendir. Buna göre âyetin manası, "sana emân vermiyoruz" demeyin" şeklinde olur" demiştir

Bu Ayetin (Nisa94) Nüzül Sebebi

Âyetin sebeb-i nüzulü hakkında birkaç rivayet vardır:

Usame'nin Bir Yahudiyi Öldürmesi

Birinci rivayet: Fedek'li Mirdâs İbn Nehîyk, müslüman olmuş ve kavminden, ondan başka kimse müslüman olmamıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Galib İbn Fudâle komutasında gönderdiği bir seriyye, Mirdâs'ın kavmine gitmişti. Bütün kavim kaçmış, ama o, müslüman oluşuna güvenerek yerinde kalmıştı. Atlıları görünce, koyunlarını dağın bir oyuğuna çekti. Müslüman atlılar oraya ulaşıp tekbir getirince, o da tekbir alıp onların yanına indi ve "Lâilâhe illallah Muhammedur Resûlullah. es-Selâmu aleykum" dedi. Fakat Usâme İbn Zeyd (radıyallahü anh) onu öldürdü ve koyunlarını sürüp götürdü. Bunu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber verdikleri zaman O, çok kızdı ve "Siz onu, yanındaki mala göz diktiğiniz için öldürdünüz" dedi. Sonra bu âyeti Usame'ye okudu. Usame de, "Ya Resulellah benim için Allah'a istiğfar et" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "O, "lâilahe illallah" demişken, bu nasıl olur?" dedi. Hazret-i Usame (radıyallahü anh): "Hazret-i Peygamber bu sözü tekrar edip durdu. Hatta keşke, daha önce müslüman olmamış olsaydım da o gün müslüman olmuş olsaydım" diye arzu ettim. Daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için istiğfar etti ve "Bir köle azâd et" buyurdu" demiştir.

Bir Mü'mini Öldüren Muhallem'in Durumu

İkinci rivayet: Katil Muhallem İbn Cüsame'ye (yolda), Âmir İbn el-Azbat rastladı. Âmir onu, İslâm selamı ile selamladı. Muhallem ile Âmir arasında, cahiliyye döneminden bir kin vardı. Bundan dolayı Muhallem bir ok atıp onu öldürdü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (bu hadiseye) çok kızdı ve "Allah sana mağfiret etmesin" dedi. Bunun üzerinden yedi gün geçmeden Muhallem öldü. Müslümanlar onu gömdüler, fakat toprak onu üç kere dışarı attı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç şüphesiz toprak, ondan daha şerlileri kabul eder. Fakat Cenâb-ı Allah (böyle yaparak) size, bu günahın kendi katında ne kadar büyük olduğunu göstermek istedi" buyurup onun üzerine taş konulmasını emretti.

Üçüncü rivayet: Usame'nin başına gelen hadisenin bir benzeri de Mikdâd Ibnu't-Esved'in başına gelmiştir. O, şöyle demişti: "Ya Resulellah, ne buyurursun: Ben kâfirlerden birisiyle karşılaşsam, bunun üzerine o benimle vuruşsa ve benim iki elimden birisini kılıçla kesse; sonra da bir ağacı kendisine siper edinerek, "Allah için müslüman oldum" dese., bundan sonra ben onu öldürebilir miyim?.." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onu öldürme!" deyince ben, "Ey Allah'ın Resulü o benim elimi kesti!" dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onu öldürme; eğersen onu öldürürsen, muhakkak ki o, senin onu katletmenden sonraki menzilinde, yerinde; sen de, dediği kelimeyi söylemezden önceki menzilesinde yerinde otursun" buyurdular.

Ebî Ubeydeden rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Allah'ın Resulü şöyle buyurdular: "Sizden bifisi mızrağım adama (kâfire) yöneltip, mızrağın keskin demir ucu da adamın boğazının çukuruna dayansa, bunun üzerine de adam, "lâ ilahe illallah.." derse, o kîşt mızrağı ondan çeksin, ."

Kaffâl (r.h) ise şöyle demiştir: "Bu rivayetler arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Belki de bu âyet, hâdiselerin hepsi meydana geldiği zaman nazil olmuş, böylece de her bir grup, âyetin kendisiye alâkalı olay hakkında nazil olduğunu zannetmiş olabilir." Allah en iyi bilendir.

Zındıkın Tevbesinin Makbul Olması

Alimler, zındığın tevbesinin kabul edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Fukaha, tevbesinin kabul olunacağı görüşünü benimsemiş, bu görüşüne de birkaç yönden hüccet getirmiştir:

a) Bu âyet-i kerimede Allahü Teâlâ, zındık ile zındık olmayanı ayırdetmemiş, aksine bunu herkese vacip kılmıştır.

b) Cenâb-ı Hak, "(Habibim) kafirlere söyle ki, eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahları) bağışlanacaktır" (Enfâl. 38) buyurmuştur. Bu, bütün kâfir sınıflarıriı içine alan umûmi bir ifadedir.

c) Hiç şüphe yok ki zındığa da tevbe etmesi emrolunmuştur ve tevbe şartsız olarak kabul edilir. Çünkü Allahü teâlâ, "O, kullarının tevbesini kabul edendir" buyurmuştur. Bu, bütün günahları ve bütün mahlûkatı içine alan umûmî bir ifadedir.

Çocuğun İslam'a Girmesi

Çocuğun müslüman olması, Ebu Hanife'ye göre kabule şayandır. İmam Şafiî ise, "Bu, sahîh olmaz" demiştir. Ebu Hanife, Bu âyet, çocuğun müslümanlığının sahîh olduğuna delâlet eder. Çünkü Hak teâlâ'nın, "Size (müslümanca) selam verene, "sen mü'min değlisin" demeyin" buyruğu hem çocuk hakkında, hem de âkil baliğ kimse hakkında umûmi bir ifadedir" demiştir.

İmam Şafiî ise: "Eğer çocuğun müslüman olması sahîh kabul edilseydi, onun mükellef kabul edilmesi gerekirdi. Çünkü şayet bu gerekmeseydi, o zaman bu, o çocuğun küfre girmesine bir izin olurdu ki bu caiz değildir. Fakat bu ona vacib de değildir.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kalem (mesuliyyet) kaldırılmıştır: Baliğ oluncaya kadar çocuktan(...)" Tirmizi, Huddad, 1(4/32). buyurmuştur. Allah en iyi bilendir.

Yahudi ve Hristiyan İslam'a Girme Şekli

Fakîhlerin çoğu şöyle demişlerdir: "Eğer bir yahudi veya bir hristiyan, "Ben mü'minim" veya "Ben müslümanım" dese bu kadarcık bîr ifade ile, onun müslüman olduğuna hükmedilmez. Çünkü o kendisinin üzerinde bulunduğu şeyin İslâm; onun da iman olduğuna inanır. Şayet o kimse, "Lâ ilahe illallah, Muhammedun Resûlullah" dese, bazılarına göre bunu söyleyenin müslüman olduğuna hükmedilmez; çünkü onların içinde, "Muhammed, bütün insanlara değil de, Araplara Allah'ın elçisidir" diyenler olduğu gibi, aynı şekilde onlardan, "muhakkak ki Muhammed bir hak peygamberdir, fakat bundan sonra da peygamber gelecektir" diyenler de bulunmaktadır. Bilakis o kimsenin, kendisinin üzerinde bulunduğu dinin bâtıl; müslümanlar arasında mevcut olan dinin ise hak din olduğunu itiraf etmesi gerekir. Allah en iyisini bilendir.

Sonra Cenâb-ı Hak, ".. dünya menfaatini arayarak.. İşte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır" buyurmuştur. Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "Dünya metâının tamamı arazdır, geçicidir." Arapça'da mesela, râ harfinin fethasıyta olmak üzere şöyle denilir: "Dünya (metâı), kendisinden itaatkârın da günahkârın da istifade edebildiği, elimiz altındaki geçici bir şeydir.". Râ harfinin sükûnuyla olmak üzere (......) kelimesi ise, dirhem ve dinarın dışındaki şeyler hakkında kullanılır. Dünya metâı, "araz.." olarak isimlendirilmiştir. Çünkü dünya metâı arızî olarak ortaya çıkar, sonra da zeval bulur ve baki kalmaz... İşte kelamcıların, beka müddeti az olduğu için, "cevher'e muhalif olan "hadis" leri "araz" diye isimlendirmeleri de bundandır. Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesi, "Allah katında çok sevab bulunmaktadır" demektir. Böylece Cenâb-ı Hak, dünya metâını "araz" olarak isimlendirmek suretiyle, onun hızlı bir biçimde yok olduğuna ve sona ermesinin daima yakın olduğuna dikkat çekmiştir. "işte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır" ifadesiyle de, "Bakî olacak iyi ameller İse, Rabbinin nezdinde sevabca da daha hayırlıdır; umutça da daha hayırlı" (Kehf, 46) âyetinde de olduğu gibi, Allahü teâlâ'nın mükâfaatının daimîlik ve beka vasfıyla nitelenmiş olduğuna dikkat çekmiştir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Evvelce siz de böyle idiniz..." buyurmuştur. Bu ifade, muhatapların, bu selâm veren kimselere teşbîh edilmiş olmalarını gerektirir. Ancak ifadede, bu benzerliğin hangi hususta meydana geldiği hususunda bir açıklama bulunmamaktadır. Bundan dolayı müfessirler, bu konuda birçok açıklama zikretmişlerdir:

1) Bundan murad şudur: "Siz İslâm'a ilk girdiğiniz zaman, ağzınızdan kelime-i şehadet işitildiği gibi, kalbinizin söylediğiniz bu şeye uygun olup olmadığı hususunda bir ilim elde etmeye bakılmaksızın, kanlarınız ve mallarınız korunmuştu. Binâenaleyh, sizin de, İslâm'a girenlere size davranıldığı gibi davranmanız, sözün zahirine itibar etmeniz ve, "O, öldürüleceği korkusuyla, kelime-i şehâdeti söyledi.." dememeniz gerekir." Bu, ekseri müfessirin tercih ettiği görüştür ki, bunda bir müşkillik bulunmamaktadır. Çünkü onların, "Bizim imanımız, onların imanı gibi değildir; çünkü biz, kendi isteğimizle ve emre uyarak iman ettik. Onlarsa kılıç zoruyla iman ettiklerini söylediler. Daha nasıl bu ikisinden birisinin diğerine teşbih edilmesi mümkün olur" deme hakları bulunmaktadır?

2) Saîd İbn Cübeyr şöyle demektedir: "Bundan murad, "Bu davet edenin, imanını kavminden saklayıp gizlediği gibi, siz de imanınızı kavminizden saklıyorsunuz. Sonra Allah sizi azîz kılmak suretiyle size lütfetti de, böylece siz dininizi izhâr ettiniz.. İşte siz de onlara, bu şekilde muamele ediniz.." demektir." Bu ifadede bir müşkil bulunmaktadır. Çünkü imanı gizlemek, onlar hakkında umumî değildi.

3) Mukatil: "Bundan murad şudur: "Siz de hicretten önce kâfirler arasında bulunduğunuz zaman, Allah'ın Resulünün ashabından, "Lâ ilahe illallah!" kelimesiyle emân dilediğimiz gibi, siz de onlardan aynısını kabul ediniz..."

Birinci görüş hakkında söz konusu olan müşkillik, bu görüş hakkında da variddir. Bana göre, şöyle denilmesi doğruya daha yakındır: "Bir dinden başka bir dine geçen kimsede, işin başında, zayıf bir sebepten dolayı, az bir temayül bulunur. Sonraysa bu temayül, mükemmelleşip muhkemleşinceye kadar gittikçe kuvvet kazanır. Buna göre onlara sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Siz, daha işin başındayken, muhakkak ki sizde, birtakım zayıf sebeplerden dolayı İslâm'a olan temayülünüz zayıf idi. Sonra Cenâb-ı Hak, bu temayülünüzü kuvvetlendirip, küfre karşı olan nefretinizi arttırmak suretiyle size ihsanda bulundu. İşte onlar da böyledir; onlarda böyle bir korkudan dolayı İslâm'a karşı zayıf bir temayül meydana gelmiştir. Binaenaleyh, onların bu imanını kabul ediniz. Zira Allahü teâlâ, onların kalblerinde iman halâvetini kuvvetlendirip, göğüslerindeki o arzuyu arttıracaktır." İşte bana göre, bu konuda söylenmesi gereken söz budur.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah size lütfetti" buyurmuştur. Bu hususta şu iki ihtimal bulunmaktadır:

a) Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Evvelce siz de böyle iken.." tabiriyle ilgilidir. Yani, "Onların imanının, kalblerinde olan ile değil de, sırf dilleriyle söylediklerinden anlaşılması, veyahut da işin başında o iman, zayıf bir sebepten ötürü meydana gelmiş olup, daha sonra da, Allah'ın kalblerinizde iman nurunu güçlendirmek ve o iman vesilesiyle o imanla amel etme ve o îmanı sevme hususunda size yardım etmek suretiyle size ihsanda bulunmuş olması hususunda, bu safhalardan geçmede sizin imanınız onların imanı gibidir" demektir.

b) Bu ifadenin, kendinden sonrasıyla bir alâkası olmayıp, kendinden öncekilerle ilgili olmasıdır. Bu böyledir, zira seriyyeye katılanlar, "Lâilâhe illallah!" diyen kimseyi öldürüp, sonra da Cenâb-ı Hak, onları böylesi davranıştan nehyedip, bunun günah olduğunu da beyân edince, "Allah size lütfetti" buyurmuştur. Yani, "Bu kötü fiilden ötürü yapmış olduğunuz tevbeyi kabul etmek suretiyle, size lütuf ve ihsanda bulunmuştur" demektir. Cenâb-ı Hak, işin aslını araştırmayla ilgi emrini tekrarlayarak "O halde iyice araştırın" buyurmuştur. Allahü teâlâ'nın araştırmayla ilgili emri tekrarlaması, böylesi bir fiilden iyice kaçınmanın gerekli olduğuna delâlet eder.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" buyurmuştur ki, bundan murad, kalbde bulunanın aksini izhar edip, (başkalarını aldatmaktan) men etmek ve bu hususta tehditte bulunmaktır.

94 ﴿