99

"Öz nefislerinin zalimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki, "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde aciz idik" derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicvet edeydiniz ya" derler. İşte onlar yok mu, onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir! Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za'f ve acz içinde bırakılıp da, hiçbir çareye gücü yetmeyen ve bir yol bulamayanlar müstesna... İşte onlar... Allah'ın kendilerini affedeceğini umabilirler. Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır".

Allahü teâlâ cihad yapanların mükafaatlarından bahsedince, bunun peşinden cihada katılmayanlar ile, küfür diyarında kalmaya razı olanların cezasını zikretmiştir.

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ferrâ şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesini, istersen, tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "çünkü bizce birçok inekler birbirine benziyor" (Bakara, 70) sözünde olduğu gibi mâzî kabul eder, böylece başına (muzari kabul edip de) bir tâ harfi getirmezsin... Bu durumda âyet, daha önce gelmiş geçmiş ve nesilleri tükenmiş muayyen bazı kavimlerin durumlarını haber vermiş olur. İstersen de bu kelimeyi, muzari kabul edersin. Buna göre kelamın takdiri, şeklinde olur. Böyle olması halinde, âyet bu sıfatı taşıyan herkes hakkında umûmî bir ifade olmuş olur.

Can Alan Allah mıdır Ölüm Meleği midir?

Bu âyette bahsedilen can alma hususunda iki görüş bulunmaktadır:

Birinci görüş: Bu, cumhurun görüşü olup, buna göre bu ifadenin manası, "Melekler, Ölüm esnasında insanların ruhlarını alırlar" şeklinde olur.

Buna göre eğer, "Cumhurun bu görüşüne göre, bu ifadeyle, O'nun "Allah (Ölenin) ölümü zamanında, ...ruhlarını alır" (Zümer, 42); "...ölümü de dirimi de yaratandır" (Mülk, 2) ve "Allah'ı nasıl olup da inkâr ediyorsunuz? Halbuki siz ölü iken, o sizi diriltti. Sonra sizi yine o öldürecek, tekrar sizi O diriltecek..." (Bakara, 28) buyruklarıyla, Cenâb-ı Hakk'ın: "De ki: "Size müvekkel olan ölüm meleği canınızı alacak..."nasıl birleştirilebilir?" denilirse, biz deriz ki: Ölümü yaratan, Allah; bu işi yapmakla görevlendirilmiş olan reis, ölüm meleği, (Azrail'dir). Diğer melekler ise, Azrail'in yardımcılarıdır.

İkinci görüş: Bu ifadenin manası, "Onlar, o insanları cehennemde toplarlar" demektir. Bu, Hasan el-Basrî'nin görüşüdür.

Ayette Bazı İ'rab Meseleleri

Bu cum'enin başındaki (......) edatının haberinin ne olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) Haber, Cenâb-ı Hakk'ı ("Onlar onlara, "ne işte idiniz?" dediler") ifadesidir. Söz buna delâlet ettiği, (karîne bulunduğu) için, (onlara) ifadesi hazfedilmiştir.

b) Haber, O'nun, "İşte onlar yok mu, onların barınaktan cehennemdir" buyruğudur. Bu takdire göre "onlara., dediler" ifadesi, "Öz nefislerinin zâlimleri olarak.." ifâdesinin (i'rab bakımından) işgal ettiği yeri işgal eder; çünkü bu ifade de nekiredir...

c) Haber, hazfedii mistir ki bu da, "helak oldular, , "cümlesidir. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu ifadeyi, "Ne işte idiniz?" dediler" sözüyle açıklamıştır...

Hak teâlâ'nın, "Öz nefislerinin zalimleri olarak.." sözü hakkında da şu iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu ifade, hat olduğu için, nasb mahallinde olup, mana "Onlar nefislerine zulmedenlerken melekler onların canlarını alırlar" şeklinde olur. Bu kelime, her ne kadar ma'rife bir kelimeye muzaf olsa dahi, hakikatte (mahfe) değil, nekiredir. Çünkü mana izafet olmaması haline göredir. Buna göre sanki, denilmek istenmiştir. Ancak ne var ki Araplar bu gibi durumlarda, bir kolaylık olsun diye, nun harfini hazfederler. İsm-i fail, onunla ister hal, isterse istikbal manası murad edilsin, her ne kadar lafız bakımından muzaf olsa bile, mana bakımından bazan ayrı olabilir, ayrı düşünülebilir (izafet manası olmayabilir). Bu, Cenâb-i. Hakk'ın "Bu, bize yağmur verici bir buluttur" (Ahkaf, 24), "Ka'be'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere.." (Maide. 95) "yanını eğip bükerek.." (Hacc, 9) tabirleri gibidir. Buralardaki bütün izafetler lafzı olup, manevî değildir.

İslam Diyarına Hicret Etmeyen Mü'minlerin Vebali

(......) kelimesiyle, bazan küfür murad edilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Evladım, Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) buyurmuştur. Bazan bu kelimeyle günah kastedilir. Nitekim Cenâb-ı Hak,

"Onlardan kimi, nefsine zulmedendir" (Fatır, 32) buyurmuştur. Bu âyetteki öz nefislerine zulmedenler ifadesinden ne murad edildiği hususunda ise şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Bununla, küfür diyarında müslüman olup, orada oturmaya devam ederek, İslâm diyarına hicret etmeyen kimseler kastedilmiştir.

b) Bu âyet, korktuktan için mü'minlere iman ettiklerini söyleyip, kendi kavimlerinin yanına geldiklerinde de kâfir olduklarını ortaya koyan ve Medine'ye hicret etmeyen bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu âyet ile bu gibi kimselerin, münafıkları, küfürleri ve hicret etmeyişleri sebebi ile, kendi kendilerine zulmetmiş olduklarını beyan etmiştir.

Meleklerin Onları Sorguya Çekmeleri

Cenâb-ı Hakk'ın, "Derler ki: "Ne işte idiniz?" buyruğu ile ilgili olarak da şu izahlar yapılmıştır:

a) Bu, "Dininizle ilgili meselelerde nerede idiniz?" demektir.

b) Bu, "Muhammed ile mi, yoksa onun düşmanları ile mi savaşıyordunuz?" demektir.

c) Bu, "Niçin cihadı bırakıp, kâfirlerin diyarında oturmaya razı oldunuz?" demektir.

Daha sonra Allahü teâlâ, meleklerin, "Ne işte idiniz?" sorusuna cevap olarak münafıkların, yeryüzünde acizler (müstaz'aflar) idik" dediklerini beyan etmiştir. Aslında cevap olarak onların, "Biz şunda idik veya şunda değildik" demeleri gerekirdi" (denilir ise), buna karşı şöyle cevap verilir: "Âyetteki "Ne işte idiniz?" ifadesi, hicret edebilecek güçte oldukları halde hicret etmedikleri için, onları dinî herhangi bir iyi işte olmamadan dolayı bir tevbih ve azarlamadır. Binâenaleyh onlar azarlandıkları hususta özür beyan ederek ve hicret etmeye kadir olamadıklarını belirterek, "Biz, yeryüzünde acizler idik" demişlerdi. Melekler ise onların ileri sürdükleri mazereti kabul etmeyip, aksine bunu onlarır yüzüne vurarak, "Allah'ın yeryüzü geniş değilmiydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya!" demişlerdir. Melekler bununla, şunu kastetmişlerdir: "Sizler, Mekke'den çıkıp dininizi açıkça yerine getireceğiniz beldelere hicret edebilirdiniz. Ama hicret edemediğinizden değil, aksine buna kadir olduğunuz halde, kâfirler içinde oturup kaldınız." İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, onlara karşı tehdidini (va'îdini) göstererek "İşte onlar yok mu. onların barınakları cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir!" buyurmuştur. Daha sonra o, bu va'îdin hükmüne girenlerden bir istisna yaparak,

"Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan, za'afve acz içinde bırakılıp da (müstaz'af olup da), hiçbir çareye gücü yetmeyenler müstesna.." buyurmuştur. Bunun bir benzeri de, şâirin şu beytidir: "Yemin olsun ki bana söven bir alçağa rastlarım." Âyetteki "güçleri yetmez" ifâdesinin "hal" mahallinde olması mümkündür. Buna göre âyetin manası, "onların, bir çareye ve bir geçime kadir olamayışları, ya hastalanmaları, ya da hicretlerine mani bir zorbanın sultası altında bulunmalarından dolayı olmuştur."

Bu Âyet Üzerine, Cündüb'ün Yola Çıkıp Yolda Vefatı

Daha sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuştur ki bu, "Onlar yolu bilmezler ve onlara yol gösterecek birisini de bulamazlar" demektir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti Mekke müslümanlarına gönderdiğinde, Cündeb İbn Damre (radıyallahü anh), oğullarına "Beni Medine'ye götürün. Çünkü ben müstaz'aflardan değilim ve ben yolu bilmeyen birisi de değilim. Allah'a yemin olsun ki artık bu gece Mekke'de gecelemem" dedi. Bunun üzerine oğulları onu bir sedyeye koyup, Medine'ye doğru yola çıktılar. Bu zat, çok ihtiyar idi ve yolda öldü.

Eğer, "Allahü teâlâ niçin, çocukları va'îdin hükmüne girenlerden müstesna olanların içinde saymıştır? Çünkü bunları istisna etmek, ancak bunların bazı bakımlardan, va'îde müstehak olmaları halinde yerinde olur?" denilir ise, biz deriz ki: Bu va'îd, acizliğin bulunması halinde sakıt olur. Acizlik ise bazan, (insanın hicrete) hazırlığı olmaması, bazan da henüz çocuk olması yüzünden olur. Binâenaleyh bu sebeple, buradaki "vildan" kelimesi ile çocuklar murad edilmiş olursa, bu istisna güzel ve yerinde olmuş olur "Vildan" kelimesi ile, Allah ile kendileri arasındaki işlerde, kendilerine yükümlülük bindiği için akılları kemale ermiş "mürahik"lerin kastedilmiş olmaları caiz değildir. Yok eğer bu kelime ile, baliğ olmuş köle ve cariyeler kastedilmiş ise, o zaman bu soruya gerek kalmaz.

Allah'ın Tevbe Edenleri Affetmesi

Daha sonra Cenâb-ı Hak, -'İşte onlar, Allah'ın kendilerini affedeceğini umabilirler" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili şöyle bir soru var: Bu insanlar, hicretten aciz olduklarına, bir şeyden aciz olan, onunla mükellef olmayacağına ve onunla mükellef olmayanın, onu yapmadığı zaman bir cezayı haketmeyeceğine göre, Cenâb-ı Hak niçin "Allah'ın kendilerini affedeceğini umabilirler" buyurmuştur? Halbuki af, ancak günah bulunduğu zaman söz konusudur. Hem (......) kelimesi de "ummak", "arzu etmek" manasına gelir. İşte bu kelime, onların affedilmelerinin kesin olmadığını gösterir?

Bu Affın İzahı, Bu Affı Yanlış Yorumlayanlar

Bunun birinci şıkkına şöyle cevap verilir: "Müstaz'af (aciz), bir çeşit zorluk olsa da, o şeyi yapmaya bazan kadir olabilir. Halbuki bulunması halinde ruhsatın söz konusu olduğu acizliğin, böyle olmayan acizlikten ayırmak zor ve karışık bir meseledir, însan çoğu kez kendisinin hicret etmekten aciz olduğunu zanneder. Halbuki aslında böyle değildir. Özellikle vatanını terketme hususunda, bu daha belirgin bir şekilde görülür. Çünkü vatanını terketmek, insana güç gelir. İnsanın vatanını bırakmaktan fazlasıyla hoşlanmaması, bundan nefret etmesi sebebi ile insan bazan öyle olmadığı halde, kendisinin hicret etmekten aciz olduğunu zanneder. İşte bu sebepten ötürü, bu noktada affedilmeye daha çok ihtiyaç hissedilir.

Bunun ikinci şıkkına da şöyle cevap verilir: Bu soru şöyle idi: Âyette (......) kelimesinin kullanılmasının faydası nedir? Biz deriz ki: Bunun burada getirilmesinin faydası, hicret etmemenin, asla caiz olmayan ve taviz verilmemesi gereken bir iş olduğunu göstermektir. Hatta öyle ki acizliği apaçık ortada olan kimsenin bile, "Umulur ki Allah beni affeder" dediği bu işte, ya böyle olmayanların hali nice olur?" demektir. Bu izahı, bu soruya cevap olarak Keşşaf sahibi yapmıştır. Fakat evla olan, daha önce söylediğimiz şu izahtır: Vatanını terketme hususunda aşırı nefreti olduğu için insan, çoğu kez aslında böyle olmadığı halde, vatanını terketmekten aciz olduğunu zanneder, işte bu sebepten ötürü, burada af, katiyyet ifade eden kelimelerle değil, (umulur ki) kelimesi ile anlatılmıştır.

Kâne Fiilinin Manası

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah çok affedici ve çok bağışlayıcıdır" buyurmuştur. Zeccâc, (idi, oldu) fiili ile ilgili şu üç manayı vermiştir:

1) Cenâb-ı Allah, mahlûkatı yaratmazdan önce de, bu sıfatlarla mevsuf idi.

2) Allah, bütün insanlarda bu sıfatın bulunmasının yanında, kendisinin de böyle olduğunu beyan etmektedir. Bu tabirden maksad, bunun, Cenâb-ı Hakk'ın bütün mahlûkat hakkında icra ettiği bir âdetutlahı olduğunu beyan etmektir.

3) Şayet Allahü teâlâ, "O, çok affedicice çok yargılayıcıdır" demiş olsaydı, bu sadece, kendisinin böyle olduğunu haber verme olurdu. Ama, âyetteki gibi söyleyince, bu ifade, bu sıfatların, haber verdiği şekilde gerçekleşeceğini haber verme olur. Binâenaleyh bu ifade, Allah'ın doğru olduğuna, sözünün hak olduğuna ve yalandan uzak olduğuna daha fazla delalet etmiş olur, Alimlerimiz bu âyeti, Cenâb-ı Allah'ın, günahları, tevbe edilmese de bağlayabileceğine delil getirerek şöyle demişlerdir: "Şayet burada bir günah söz konusu olmasaydı, o zaman bu konuda af ve mağfiretin bulunması imkânsız olurdu. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, affedip bağışlayacağını haber verdiğine göre bu, ortada bir günahın olduğunu gösterir. Sonra Allahü teâlâ, affedeceğine dair va'adini mutlak (şartsız) olarak zikredip, kişinin tevbe etmesi şartına bağlamamıştır. Binâenaleyh bu ifade, O'nun, günahları bazan tevbe edilmese de affedeceğine delalet eder.

Allah Yolunda Hicret Eden, Bolluk Bulur

99 ﴿