100"Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yerler ve genişlik bulur. Kim evinden, Allah'a ve O'nun peygamberine muhacir olarak çıkar da, sonta kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki ona mükâfaatmı vermek Allah üzerine düşmüştür. Allah gafur ve rahimdir". Bil ki hicretin bu engeli iki türlüdür: a) İnsanın kendi vatanında, bir çeşit rahat ve refahının bulunması... Bundan dolayı hicret edecek kimse, "Eğer vatanımı terkedersem sıkıntıya, güçlüğe ve geçim darlığına düşerim" der. İşte Cenâb-ı Hak, böyle düşünen kimseye "Kim Allah yolunda Meret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yerler ve genişlik bulur" demiştir. İnsana, hoşuna gitmeyen bir şeyi yaptığı zaman, dersin. Bu fiilden olan "murağam" kelimesi, "toprak" manasına olan, (......) kelimesinden iştikak etmiştir. Zira Araplar, (Burnu sürtüldü) diyorlar ve bununla, hoşuna gitmeyen bir şeyin, kişinin başına geldiğini kastediyorlar. Zira burun, son derece kibri gösteren bir uzuvdur. Toprak ise, son derece zelil oluşu ifade eden bir şeydir. Binâenaleyh Araplar bu tabiri zelil olmaktan kinaye kılmışlardır. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Meşhur olan âyetteki "murağam"ın, onların vatanlarından ayrılıp, yurtlarından çıkmaları sebebi ile meydana gelmiş olmasıdır. Bana göre bu hususta diğer bir izah şekli de şöyledir: Kim Allah yolunda, Allah rızası için bir başka beldeye hicret ederse, o beldede, vatanında kendileriyle birlikte yaşadığı düşmanlarının burnunun sürtünmesine sebep olacak hayır ve nimetler bulur. Çünkü vatanından ayrılıp, yabancı bir memlekete giden ve orada işleri yolunda olan bir kimsenin, bu durumu asıl vatanındaki insanlara ulaştığı zaman, onlar, ona karşı kötü davranmış olmalarından dolayı pişman olur ve binâenaleyh burunları sürtülmüş olur. "Murağam" kelimesini bu manaya hamletmek, yukarıda söylenen manaya hamletmekten doğruya daha yakındır. Allah en iyi bilendir. Netice olarak sanki şöyle denilmektedir: "Ey insan, sen, "Hicret edersem sıkıntıya ve meşakkete düşerim" korkusu ile vatanından ayrılmaktan hiç hoşlanmıyordun. Korkma, çünkü bu hicretinde, düşmanlarının burunlarının sürtülmesine ve bol geçinmene sebep olacak yüce nimetleri ve büyük makamları Cenâb-ı Hak sana verecektir." Cenâb-ı Allah âyette, düşmanların burunlarının sürtüleceğim gösteren ifadeyi, güzel ve geniş geçimden önce zikretmiştir. Çünkü kendi kendine aşırı zulmetmiş olmaları sebebi ile, ailesini ve yurdunu bırakıp kaçan kimsenin düşmanlarının burunlarının sürtülmesine sebep olması bakımından (kaçtığı yerdeki elde ettiği) malı mülkü ile sevinmesi, bu mülkün daha iyi geçimine sebep olmasından ötürü duyacağı sevinçten daha şiddetlidir. b) İnsanın hicret etmesine mani olan ikinci sebep, şöyle demesidir: "Eğer ben, şu maksadı elde etmek için yurdumdan çıkarsam, onu ya elde edebilirim, ya da edemem. Binâenaleyh evlâ olan, elde edip etmeyeceğim şüpheli olan bir şey yüzünden, şu mevcut refahımı zayi etmememdir." İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu endişeye de, "Kim evinden, Allah'a ve O nun peygamberine muhacir olarak çıkar da, sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki ona mükâfaatını vermek Allah'a aittir" diye cevap vermiştir ki bunun manası açıktır. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Bazı alimler şöyle demişlerdir; Bundan maksad şudur: "Kim, Allah'a itaata niyetlenir, ama sonra onu tamamlayamazsa, Allah, o taatin tamamının mükâfaatını takdir edip ona yazar. Bu tıpkı, sıhhatli iken yaptığı taati yapamayan, böylece de kendisi için o amelin tamamının mükâfaatı takdir edilip yazılan hastanın durumuna benzer. Resûlullah'dan işte bu şekilde rivayet edilmiştir. Diğer bazı alimler ise şöyle demişlerdir; O kimse için, hem niyyetinin mükâfaatı, hem de o amelden yapabildiği kadarının mükâfaatı verilir... Ama amelin tamamının mükafaatının verilmesi hususuna gelince, bu imkânsızdır. Bil ki, birinci görüş daha evladır. Zira Cenâb-ı Hak bu âyeti burada, cihada teşvik etme sadedinde zikretmiştir. Bu böyledir, zira hicret arzusuyla sefere çıkan kimse, hicretinin mükâfaatım mutlaka elde eder. Teşvikin de, ancak böylesi bir manayla yapılacağı herkesin malumudur. Ama, âyetin manasının "O kimseye, yaptığı amelin miktarı kadar mükâfaat verilir..." şeklinde olduğunu söylemeye gelince, bu mana teşvike uygun bir mana değildir. Çünkü o kişi "herhangi bir iş yapan herkesin, yapmış olduğu o miktar amele terettüp eden mükâfaatı elde edeceğini" bilir. Bunun böyle olduğuna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Herkese, ancak niyet ettiği vardır " Buharinin ilk Hadisinden hadisi de delalet etmektedir. Yine Cündeb İbn Damre, onunla ilgili hâdisede de rivayet edildiğine göre, ölümünün yaklaştığını hissettiğinde sağ elini sol eline vurmaya başlayarak, "Allah'ım, bu senin için; bu. Resulün için... sana Resûlü'nün biat ettiği her hususta ben de biat ediyorum" dediği ve daha sonra öldüğü rivayet edilmiştir. Cündeb'in bu haberi ashaba ulaşınca, onlar "Medine'de ölseydi, daha hayırlı olurdu" dediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Amel İle Cennete Girmek Konusunda Mu'tezile İddası Mutezile şöyle der: "Bu âyeı, ibadetin, Allah'ın mükâfaat vermesini gerektirdiğine delalet eder. Çünkü Allahü teâlâ, "Muhakkak ki ona mükâfaatım vermek Allah üzerine düşmüştür" buyurmuştur. Bu tabir, üç bakımdan bizim görüşümüze delalet eder; 1) Allah âyette, "düştü" kelimesini kullanmıştır. "Vücub"un hakiki manası da, düşmek ve sakıt olmaktır. Nitekim Allahü teâlâ, "(O kurbanlar) yanlan üstü düşüp öldükleri vakit..." (Hacc, 36) buyurmuştur. 2) Allah burada "ecr" (ücret) kelimesini kullanmıştır. "Ecr" ise, hak edilmiş olan bir menfaatten ibarettir. Müstahak olunmadan alınan şey için "ücret" denilemez, aksine "hibe" denilir. 3) Âyetteki "Allah'ın üzerine" tabiri vacib oluşu gösterir. Nitekim Hak teâlâ, "Beytuliah'a haccetmeleri Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" buyurmuştur." Mutezileye şöyle cevap verilir: Biz, bunun Allah'a gerekli (vacib) olduğu hususunda ihtilâf etmiyoruz. Fakat bu vacib oluşun, Allah'ın va'adi, ilmi, fazlı ve ikramı olması sebebi ile olup, ama bunu yapmaması halinde mâbudiyetten çıkacağı bir haketme sebebi ile olmadığını söylüyoruz. Biz bunun delillerini daha önce zikretmiştik. Bir grup alim bu âyete dayanarak, savaşa giderken ölen gazinin, cihad mükâfaatı vacib olduğu gibi, ganimetten hissesinin de (ehline) verilmesi gerektiğini söylemişlerdir ki bu görüş zayıftır. Çünkü âyetin lafzı, "ücret" ile ilgilidir. Bir de ganimetten paya düşeni almak, ancak ganimeti elde etmekle mümkün olur. Çünkü bir şey, ancak elde edildikten sonra ganimet olur. Nitekim Allahü teâlâ, "Bilin ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri Allah'a ve Resulüne, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir" (Enfal, 41) buyurmuştur. Allah en iyi bilendir. Sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. Bu, "Allah, savaşa çıkmayıp oturup kalanların günahını bağışlar ve cihadın ücretini tam olarak vererek mücahidlere rahmet eder" demektir. |
﴾ 100 ﴿