101"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kâfirlerin size fenalık yapmasındanendişe ederseniz, namazları kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır" Nisa, 101) Bil ki mücahidin muhtaç olduğu şeylerden birisi de, korku esnasında ve düşmanla savaşırken namazını nasıl eda edeceğini bilmesidir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu âyette bu hususu zikretmiştir. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Vahidî, bu kelimenin (......) ve (......) ve (Falanca namazını kısalttı) şeklinde kullanıldığını, hepsinin geçerli olduğunu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın bu kelimeyi if'âl babından (......); Zühri'nin ise, tef'il babından (......) şeklinde okuduğunu ve bu kıraatlerin, kelimenin her üç şekilde de kullanılabileceğine delil olduğunu söylemiştir. Namaz Kasr Etmenin (Kısaltmanın) Keyfiyeti Bilki ayette geçen “kısalmamızda” tabiri bir hafifletmenin olduğunu ihsas ettirmektedir. Çünkü bu, kısaltmanın rekatın sayılarında ve adedinde mi, yoksa eda edilmesi keyfiyetinde mi olduğu hususunda sarih bir ifade değildir. Bu sebeple, âyet hakkında şu iki görüş ileri sürülmüştür: Rekat Sayısı Bakımından Kısaltma Olması Birinci görüş: Bu, cumhurun görüşü olup, bundan maksat, '"Namazın rekatlarının adetleri hususunda bir kısaltmadır" şeklindedir. Sonra bu görüşü benimseyenler de aralarında ihtilaf ederek şu iki görüşü öne sürmüşlerdir: a) Bundan murad, müsafirin namazıdır. Zira, mukim iken dört rekat olarak kılınan her namaz, seferde iki rekat olarak kılınır. Buna göre bu kısaltma, öğle, ikindi ve yatsı namazları hakkında söz konusudur; ama, akşam ve sabah namazları kısaltılamazlar. b) Bu âyetle, müsafirin namazı değil, korku namazı kastedilmiştir. Bu, İbn Abbas, Ca'bir İbn Abdillah ve bir kısım (sahabenin) görüşüdür. İbn Abbas şöyle demektedir: "Allah, Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in lisanı üzre mukimin namazını dört, müsafirin (yolcunun) namazını iki, korku namazını da bir rekat olarak farz kıldı." Bu iki görüş de bizim dediğimiz gibi, âyette bahsedilen kısaltmadan maksadın, rekat sayılarını azaltma olduğu görüşüne dayanmaktadır. Rek'atların Eda Keyfiyetinde Kısaltma İkinci görüş: Bu, kısaltmanın rekatların eda edilmesi hususunda olduğudur. Buna göre namazda, rüku ve sücud yerine ima ve işaretle yetinilir; namazda yürümek ve elbiseler kana bulaşmış olduğu zaman da namaz kılmak caiz olur. Bu, savaşın şiddetlendiği vakit kılınan namazdır. Bu görüş, İbn Abbas ve Tavûs'tan rivayet edilmiştir. Bunlar kendi görüşlerinin doğruluğuna şu şekilde istidlal etmişlerdir: Düşmanın fitnesinden korkmak, iki rekatın bütün vasıfları tamamlanarak kılındığı zaman da devam eder. Bu ancak, harb iyice şiddetlendiği zaman, korku da iyice arttığında olabilir... Bu görüş zayıftır, çünkü şöyle de denilebilir: Müsafirin namazının rekatları az olduğu zaman, o yolcu, düşmanının onun namaz kıldığını anlayamayacağı bir tarzda eda etmesi de mümkün olur. Ama, rekat sayıları çoğalıp süre uzayınca, o kimsenin bu namazını, düşmandan habersiz olarak kılması mümkün olmaz. Bil ki, bu tabirin muhtemel olduğu manayı izah tarzı, bizim söylediğimiz gibi olup şöyledir: Âyette bahsedilen kasr (kısaltma), bir hafifletmeyi ihsas ettirmektedir.Hafifletme, rekatların bir kısmını kaldırmak suretiyle olabileceği gibi, ima ve işaretin, rüku ve sücud yerine geçmesiyle de mümkün olur. Bil ki "kısaltmak" lafzını, rekatların bir kısmını eda etmemek manasına almak daha uygundur. Bunun delilleri ise şunlardır: a) Ya'la İbn Ümeyye'den rivayet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: Ömer İbnu'l-Hattab'a, "Biz kendimizi emniyette hissettiğimiz halde namazda nasıl kısaltma yaparız? Oysa ki Cenâb-ı Hak, endişe ederseniz, namazları kısaltmanızda size bir vebal yoktur" buyurmuştur!" dedim de, o "Senin şaşırdığın şeye ben de şaştım. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e sordum da O, "Bu, Allah'ın size bağışladığı bir sadakadır. Binâenaleyh, O'nun bağışını kabul ediniz" Müslüm, Müüsafirin, 4 (1/478);Ebu Davud, Sefer, 1 (2/3). buyurdu" dedi. İşte bu, âyette bahsedilen kısaltmanın rekat sayıları hakkında bir kısaltma olduğuna ve âyetin onlar tarafından da böyle anlaşıldığına delalet eder. b) Kısaltma, bir şeyin bir kısmını yapıp, onunla yetinmekten ibarettir. Ama başka bir şeyi yapmak, "kasr" (kısaltma) ve iktisar etme diye adlandırılamaz. Halbuki, imayı rüku ve sücud yerine ikame etmek; namazda yürümeyi ve kanlara boyanmış olduğu halde kanlı elbiselerle namaz kılmayı tecviz etmenin hiç biri, bir kısaltma olmayıp, aksine bunların hepsi yeni bazı hükümleri isbat etmek ve bir şeyi başka bir şeyin yerine geçirmek, ikame etmektir. Binâenaleyh, âyette bahsedilen kısaltmayı, bizim tefsir ettiğimiz şekilde anlamak daha uygun ve evla olur. c) Hak teâlâ'nın, "namazları.." tabirindeki harf-i cerri ba'zıyyet ifade eder. Bu ise, namazın bir kısmıyla yetinmenin caiz olmasını gerektirir. Binâenaleyh, bu izahlarla âyette bahsedilen "kısaltma" işini, "rekatların bir kısmını kılmama" anlamına tefsir etmenin, onların zikretmiş olduğu "ima ve işaret" manasına hamletmekten daha evlâ olduğu sabit olmuş olur. d) "Kısaltma" onların örfüne göre, rekatların sayılarını noksanlaştırma anlamına tahsis edilmiştir. İşte bu sebeple, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını iki rekat olarak kıldırınca, Zülyedeyn, "Namaz mı kısaltıldı, yoksa sen mi unuttun?" demişti. e) "Namazı değiştirme" manasındaki kısaltma, bu âyetten sonra zikredilen âyette geçmektedir. Binâenaleyh, bu âyetten maksadın, bir tekrar olmaması için namazın rekatlarını eksiltme anlamında bir kısaltma olması gerekir. Allah en iyi bilendir. Namazı Kısaltma Şafii'ye Göre Ruhsat, Hanefi'ye Göre Azimettir Şafiî (r.h), "kısaltma bir ruhsattır. Binâenaleyh, mükellef isterse namazı tam kılar, isterse kısaltır" derken, Ebu, "Kısaltma farzdır. Binâenaleyh, yolcu olan bir kimse, namazını dört rekat olarak kılar, ikinci rekatın başında tahiyyata oturmazsa, namazı fasid olur. Eğer ikisi arasında teşehhüd miktarı oturursa namazı tam olur. demiştir. Şafiî (r.h) görüşüne delil olarak şunları zikretmiştir: Birinci delil: Hak teâlâ'nın, "namazları kısaltmanızda size bir vebal yoktur" buyruğunun zahiri, farz olmamayı ihsas ettirmektedir. Zira, farz olan namazları edada "size bir vebal yoktur..." denilemez. Aksine bu lafız ancak, o şeyle mükellef olmayı kaldırmak için kullanılır. Ama o şeyi, alettayin farz kılmak durumuna gelince, o vakit bu lafız bu hususta kullanılmaz. Ebu Bekr er-Razî el-Cessas, Şafiî'nin bu görüşüne, "Bu âyette bahsedilen kısaltmadan maksat, "Rekatları azaltmak değil, aksine yapılması gereken şeyleri hafifletmektir" diyerek cevap vermiştir. Bil ki biz, delile dayanarak, âyeti el-Cessas'ın zikrettiği şeye hamletmenin caiz olmadığını beyan etmiştik. Böylece Ebu Bekr er-Razî'nin bu şekildeki cevabı sakıt olur. Keşşaf sahibi, bu hususta bir başka cevap olarak da şunu zikreder: "İnsanlar namazlarını tam olarak kılmaya alışınca, çoğu kez onların gönüllerine, kısaltmada sanki bir noksanlığın bulunacağı düşüncesi gelir., . İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onların gönüllerini ferahlatmak için, kısaltmada bir günah bulunmadığını beyan etmiştir..." Keşşafa şöyle cevap verilebilir: "Böyle bir ihtimal onların gönüllerine ancak Şâri-ı Hakîm'in onlara, "Bu kısaltma konusunda size ruhsat verdim" demesi durumunda gelebilir. Ama o, "Bu kısaltmayı size farz kıldım. Onu tamamlamayı size haram kıldım... Ve bunu, namazınızı bozan bir şey kabul ettim..." dediğinde, aklı olan hiç kimsenin gönlüne bu ihtimal asla gelmez. Binâenaleyh, sizin söylediğiniz bu söz, buraya hiç uygun düşmez. İkinci delil: Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Aişe (radıyallahü anhnha) şöyle demiştir: "Allah'ın Resûlüyle beraber Medine'den Mekke'ye yönelmiştim. Mekke'ye geldiğimde, "Ya Resûlullah babam annem sana kurban olsun! Sen kısalttın ben tamamladım; ben oruç tuttum, sen ise tutmadın..." dedim. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Güzel yaptın ey Aişe..." dedi ve beni kusurlu bulmadı." Hazret-i Osman (radıyallahü anh) da hem tam kılıyor, hem de kısaltıyordu; sahabeden hiç kimse de onun bu hareketini yadırgamamıştı. Üçüncü delil: Seferdeki bütün ruhsatlar, kesin ve kati olmak üzere değil, "yapılabilirlik" anlamında meşru kılınmıştır. İşte burada da böyledir. Manefiler ise, birçok hadisle istidlal etmişlerdir. Bunlardan bir tanesi Hazret-i Ömer'in, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiş olmasıdır: "Bu, Allah'ın size bağışladığı bir sadakadır. Binâenaleyh, O'nun bağışını kabul ediniz..." Emrin zahiri, vücub ifade eder... Yine İbn Abbas'tan, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sefere çıktığı zaman namazlarını iki rekat olarak kılardı..." dediği rivayet edilmiştir. Hanefilerin bu görüşlerine de şu şekilde cevap verebiliriz: "Bu hadisler, namazları kısaltmanın meşru ve caiz olduğuna delalet eder. Ancak ne var ki söz, "Bundan başkası caiz olur mu?" konusundadır. Kur'an'ın lafzı, başkasının da caiz olacağına delâlet edince, buna hükmetmek daha evlâ olur. Allah en iyi bilendir." Bazıları, "Yolcunun namazı iki rekattır; bu tam bir namaz olup, kısaltma yapılmamıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde sefer namazı iki rekat olarak öylece devam ettirildi, ikamet halindeki namaza ise ilave yapılıp (dört rekat kılındı)" demişlerdir. Bil ki, âyetin lafzı bu görüşün yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Bu böyledir, çünkü âyette bahsedilen "kısaltma"dan maksad, rekatların sayısını hafifletmek, azaltmaktır. Eğer iş onların dediği gibi olsaydı, bu kısaltma, seferî namazda olmaz, aksine bu mukîmin namazına yapılmış bir ziyade olmuş olurdu. Zehirlere Göre Seferde Mesafe Anlayışı Davud ez-Zahirî ve Zahirîler seferin azının da çoğunun da, bu ruhsatın caiz olması hususunda aynı durumda olduğunu iddia etmişlerdir. Cumhur-u fukaha ise, seferin mesafesi belli bir mikdara ulaşmadıkça, onun hakkında bu ruhsatın hasıl olmayacağını söylemişlerdir. Zahiriler bu âyeti delil getirip ve şöyle demişlerdir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, namazları kısaltmanızda size bir vebal yoktur" beyanı, şart ve cezadan mürekkep bir cümledir. Şart, yeryüzünde yürümek; şartın cevabı ve cezası da, namazın kısaltılmasının caiz olmasıdır. Şart bulununca, bu şart ister uzun bir sefere çıkmak, isterse kısa bir sefere çıkmak olsun, cezanın da buna terettüp etmesi gerekir." Bu konuda söylenebilecek son söz şudur: Bu âyet, insan bir mahalleden bir mahalleye, bir evden bir eve geçtiği zaman, söz konusu ruhsatın bulunmasını gerektirir. Ancak biz buna şu iki şekilde cevap verilebileceğini söyleriz: a) Bir mahalleden bir mahalleye geçmek hakkında eğer yeryüzünde sefer etmek tabiri kullanılmıyorsa, bu problem ortadan kalkar. Ama, böyle ifade ediliyorsa, bu durumda biz şöyle deriz: "Müslümanlar, bunun itibara alınmayacağı hususunda icma etmişlerdir. Binâenaleyh bu icmanın delaletiyle bu âyete gelmiş olan bir tahsistir. Umumi ifade, tahsis edildikten sonra da bir hüccettir. Binâenaleyh âyetin, ister uzun ister kısa olsun, sefer hususunda muteber ve geçerli olmaya devam etmesi gerekir. b) Âyetteki, "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman..." tabiri, bu ruhsatın hasıl olması için Cenâb-ı Allah'ın yeryüzünde seferi şart kıldığına delalet eder. Eğer yeryüzünde yürümek, mutlak manada bir yerden bir yere geçmenin ismi olsaydı, bu intikal işi, daima mevcut olmuş olurdu. Çünkü insan, ömrü boyunca daima evden camiye, camiden çarşıya vb. intikal halindedir... Böyle bir şey daima bulunduğuna göre, bunun, o hükmün meydana gelebilmesi için bir şart kılınmış olması imkansız olurdu. Allahü teâlâ o hükmün bulunması için, yeryüzünde sefere çıkmayı şart kıldığına göre, anlıyoruz ki bu, mutlak manada bir yerden bir yere geçmekten farklı bir şey olup, "sefer", "yolculuk" diye isimlendirilen şeydir. Malumdur ki "yolculuk" yakın olan için de, uzak olan için de kullanılmaktadır. Binâenaleyh biz âyet-i kerime'nin, bu ruhsatın söz konusu olabilmesi için mutlak olarak sefere, yolculuğa delalet ettiğini anlıyoruz." Cumhur-u Fukaha'ya Göre Seferde Asgari Mesafe Fukahaya gelince onlar şöyle demiştir: Selef, seferin en azının muayyen bir mikdar olduğunda icma etmiştir. Bu meselede birçok rivayetin bulunması da buna delalet etmektedir: 1) Hazret-i Ömer'den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: "Namaz, bir tam günlük yolculukta kısaltılır..." Zührî ve Evzâî de bu görüşü belirtmişlerdir. 2) İbn Abbas (radıyallahü anh), "Sefer, bir gün bir geceyi aşarsa, namaz kısaltılır" demiştir. 3) Enes İbn Malik, "Seferde mu'teber olan mesafe beş fersahtır" demiştir. 4) Hasan el-Basrî, bunun iki gecelik bir mesafe olduğunu söylemiştir. 5) Şa'bî, Nehâî ve Said İbn Cübeyr, bunun Kûfe'den Medain'e kadar olan mesafe olup bunun da üç günlük yol olduğunu söylemişlerdir. Bu, aynı zamanda, Ebu Hanife'nin de görüşüdür. Hasan İbn Ziyad, Ebu Hanife'nin, bir kimse iki tam gün ile, üçüncü günün ekserisini içine alan bir yere yolculuk yaparsa, onun namazı kısaltmasının caiz olduğunu söylediğini rivayet etmiştir. İbn Sumâ'a, Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed'den de aynı şeyi rivayet etmiştir. 6) İmam Malik ve İmam Şafiî, bunun her biri dört fersah olan dört "berid"lik mesafe olduğunu söylemiştir. Her fersah ise, Hazret-i Peygamber'in dedesi olan Haşim'in ölçü birimi olan mil ile, üç mildir. Bu mil de, onikibin ayaktan ibaret olan, Badiye milinin miktarı kadar olup, dörtbin adım eder. Çünkü üç ayak bir adım eder. Fukaha şöyle demişlerdir: İnsanların, bu değişik görüşlerde ihtilâf etmeleri, bu hükmün mutlak manada sefere bağlı olmadığı hususunda bir icma'nın bulunmasına delâlet eder. Zahirîler ise, "Fukahanın, böyle değişik görüşler beyan ederek ihtilaf etmeleri, bu meselede, sefer müddetini belirlemek için kuvvetli bir delil bulamadıklarını gösterir. Çünkü, eğer bu meselede, delaleti açık olan bir delil bulunmuş olsaydı, bu ihtilaf meydana gelmezdi. Diğer sahabenin bu meselenin hükmü hususunda susmaları, belki de ancak onlar bu âyetin, hükmün, mutlak manada sefere bağlanmış olduğuna delalet ettiğine inanmış oldukları içindir. Binâenaleyh bu hüküm, mutlak sefer hakkında, bu âyetin hükmüyle sabit olmuş olur. Hüküm Kur'an'ın âyetinde zikredilince, onların bu hususta içtihad ve istinbatta bulunmaya ihtiyaçları kalmaz... İşte bundan dolayı, bu meşalede susmuşlardır. Hanefi ve Şâfiîlere Göre Mesafe Bil ki Ebu Hanife'nin taraftarları, sefer müddetini üç gün olarak belirleme hususunda, Hazret-i Peygamber'in "Müsafir (yolcu) üç gün mesh eder" İbn Mace, Taharet, 86 (1/183-184). hadisine dayanmışlardır. Bu ise, üç gün mesh bulunmadığı zaman, o kimsenin müsafir olmamasını gerektirir; müsafir olmayınca da, sefer hususunda meşru olan ruhsat bulunmaz. İmam Şafiî'nin ashabı (radıyallahü anh) ise, Mücahid ve Atâ İbn Ebî Rabah'ın, İbn Abbas'tan rivayet ettikleri şu hadise dayanmışlardır: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ey Mekkeliler, dört "berid"lik mesafeden daha az, (mesela) Mekke den Astan 'a kadar olan mesafeden daha az olan bir yolculuk esnasında namazlarınızı kısaltmayınız" buyurmuştur. Zahirilerin Cumhura Karşı Cevapları Zahirîler ise şöyle demişlerdir: "Buna mukabil olarak söylenecek söz, birkaç yöndendir: a) Bu, Kur'an'ın umumi ifadesini haber-i vahid ile tahsis etme durumuna göredir. Bizce bu, iki sebepten dolayı caiz değildir: 1) Kur'an ve haber-i vahid, her birinin lafzının hükme delalet etmesi bakımından müşterektirler. Kur'an'ın metni kesin ve katidir; haber-i vahidin metni ise, zannîdir. Binâenaleyh Kur'an'ın delaleti, haber-i vahidin delaletinden daha kuvvetlidir. Zayıf olan delili, kuvvetli olan delile tercih etmek ise caiz değildir. 2) Hadis-i şerifte rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden bir hadis rivayet edildiğinde, onu Yüce Allah'ın kitabına vurun. Eğer ona muvafakat ederse, onu kabul edin. Eğer ona muhalefet ederse, onu reddedin." Bu, Allah'ın kitabına muhalif olarak gelen her hadisin reddolunacağını gösterir. Binâenaleyh seferle ilgili olan hadis, Kur'an'ın umumi ifadesine muhalif olarak geldiğine göre, kabul edilmemesi gerekir. b) Bu gibi haberler kabul edilmez, çünkü bunlar, herkesin hükmünü bilmeye muhtaç olduğu bir hâdise hakkında gelmiş olan haber-i vahidlerdir. Binâenaleyh, bunların kabul edilmemesi gerekir. Biz, bunların hükmünü herkesin bilmeye muhtaç olduğunu söyledik, çünkü sahabenin çoğu, çoğu zaman, yolculukta ya da savaşta idiler., seferde namazı kısaltma ruhsatı belli miktardaki bir yolculuğa mahsus olsaydı, ruhsat ifade eden bu sefer miktarını bilme hususundaki ihtiyaç, bütün mükelleflere şamil olan umumi bir ihtiyaç olurdu. Eğer durum böyle olsaydı, sahabe onu bilir, bilhassa Kur'an'ın zahirinin hilâfına olduğu vakit, onu mütevatir olarak naklederdi. Durum böyle olmadığına göre, anlıyoruz ki bu haberler zayıf ve merduddurlar. İş böyle olduğu zaman, bunlar sebebiyle Kur'an'ın zahirini terketmek nasıl caiz olabilir? c) Şâfiîlerin ve Hanefilerin delilleri, birbirine karşı ve zıddırlar. Deliller taaruz ettiklerinde sakıt olurlar. Binâenaleyh, Kur'ân'ın zahirine rücu etmek gerekir. İşte bu konudaki sözün tamamı budur." Bence, bu konuda söylenecek şey şudur: Öt ve edatları, sadece normal durumda, şartın peşinden ceza ve cevap geleceğine delâlet ederler. Ama, bu şartın peşinden, bütün vakitlerde ceza ve cevabın gelmesi gerekmez. Bunun delili şudur: Bir kimse hanımına "Eğer eve girersen, sen boşsun" veya "Eve girdiğinde, sen boşsun" derse ve, kadın da bir kez eve girerse, talâk vâki olur. Fakat ikinci kez girdiğinde talâk vâki olmaz. Bu, kelimelerinin, kesinlikle umûm ifâde etmediklerini gösterir. Bu sabit olunca, Zahirilerin bu âyetle istidlal etmeleri de düşer... Çünkü âyet, yeryüzünde yolculuk etmenin peşinden sadece bir kere bu ruhsatın bulunacağını ifade eder. Bizce, sefer uzun olduğu zaman durum böyledir. Ama sefer ktsa olduğu zaman, (......) kelimesinin ancak umum ifade ettiğini söylememiz halinde bu kısa olan sefer de âyetin hükmüne dahil olur. Durumun böyle olmadığı sabit olduğuna göre bu istidlal düşer. Bu sabit olunca da, müçtehidlerin, sefer hususunda muayyen bir miktarın bulunması gerektiğine dair söyledikleri delillerin, Kur'an'ın zahirine aykırı olmadığı ortaya çıkar; binâenaleyh bu deliller makbul ve sahihtirler. Allah en iyisini bilendir. Edatının Müsbet Ve Menfi Cümlelerde Farklı Manaya Gelmesi Davud ez-Zahirî ve Zahirîler, namazın kısaltılmasının caiz oluşunun, korku haline has olduğunu iddia edip, şu şekilde istidlal etmişlerdir: Allahü teâlâ, bu hükmün, korkunun bulunması şartına bağlamış ve "Eğer kâfirlerin size fenalık yapmasından endişe ederseniz, namazları kısaltmanızda size bir vebal yoktur" buyurmuştur. Bir şarta bağlanan şey, o şart bulunmadığı zaman bulunmaz. Binâenaleyh emniyet hali bulunduğunda, namazı kısaltmanın caiz olmaması gerekir. Zahiriler daha sonra şöyle demişlerdir: "Bir haber-i vahidle bu şartı gözardı etmek caiz değildir. Çünkü bu, Kur'an'ın haber-i vahid ile neshedilmesi demektir ki bu caiz değildir." Bu itiraz, bir ktsım kimselere kuvvetli görünmüş, âyet hakkında zorlamalı ifadeler kullanmak suretiyle, bu tenkidden kurtulmaya çalışmışlardır. Bence bunda bir kapalılık yoktur. Çünkü biz, Hak teâlâ'nın, "Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah)lardan kaçınırsanız..." (Nisâ, 31) âyetini tefsir ederken, (Eğer) ve (olduğu zaman) kelimelerinin, şart bulunduğu zaman, meşrutun (şart koşulan şeyin) da bulunacağını gösterdiklerini, fakat şart olmadığı zaman, meşrutun olmayacağına delalet etmediklerini anlatmış ve bunun doğruluğuna pek çok âyet ile istidlal etmiştik. Bu sabit olunca biz deriz ki: Âyette ki, "endişe ederseniz... "ifadesi, endişe ve korku bulunduğu zaman namazı kısaltma ruhsatının da bulunacağını gerektirir, ama korku bulunmadığı zaman bu ruhsatın bulunmayacağını göstermez. Durum böyle olunca âyet, emniyet halinin bulunması hususunda menfi veya müsbet bir hüküm oelirtmemektedir. Binâenaleyh emniyet halinde bu ruhsatın bulunduğunu söylemek, Kur'an'ın bahsetmediği bir hükmü, haber-i vahid ile ortaya koymak olur ki bu imkânsız değildir. İmkânsız olan, ancak Kur'an'ın delalet ettiği şeyin aksine bir hükmü, haber-i vahide dayanarak söylemektir ki biz bunu söylemiyoruz. Yolculukta Korku Olmasa Da Namaz Kısaltıldığına Göre (......) Kaydının Manası Buna göre şayet, "Hem emniyet hali, hem de korku halinde söz konusu olduğuna göre, bu hükmü korku ve endişe hali ile kayıtlamanın faydası nedir? " denilir ise, biz deriz ki: "Âyet, genel olarak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in seferleri (yolculukları) hakkında nazil olmuştur. Bu seferlerin çoğu .düşman korkusundan uzak ve halî değildir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, genel bir durum olması hasebi ile bu şartı zikretmiştir." Namazı Kasretmeden Maksadın îmâ İle Kılma Olduğunu Söyleyenler Alimlerden bazıları buna şu şekilde cevap vermişlerdir: "Âyette bahsedilen "kısaltmadan" maksad, namazda rüku ve secde yerine, îmâ ve işaret ile yetinmektir ki bu, korku çok şiddetli olduğu zaman kılınan namaz (salat-ı havf)dır. Bu namazın, korku zamanına has olduğunda bir şüphe yoktur. Çünkü emniyet zamanında bu şekilde namaz kılınamaz. Ama kılınması halinde haram da değildir, sahih de değildir." Allah en iyi bilendir. Sonra Zahirilere şu da söylenebilir: Âyetin zahirî, namazı kısaltmanın ancak kâfirlerin fenalık yapmasından korkulduğu zaman caiz olmasını gerektirir. Fakat başka bir sebepten dolayı bir korku bulunduğunda, namazı kısaltmanın caiz olmaması gerekir. Eğer Zahiriler bunu kabul ederlerse, tenkidden kurtulurlar. Ama bunu kabul etmeleri uzak bir ihtimaldir. Eğer kabul etmezler ise, görüşlerinde bir çelişkiye düşmüş olurlar. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Eğer kâfirlerin size fenalık yapmasından endişe ederseniz..." buyurmuştur. Bu ifade, hükmün şartının, bu belli korku olmasını gerektirir. Onlar şöyle diyebilirler: "Mutlak korkunun bu hüküm için yeterli olduğuna sahabe ve ümmetin, ya icmâı vardır, ya da yoktur." Eğer böyle bir icma varsa, o zaman biz deriz ki: İcmaın delaleti ile Kur'an'ın zahiri manasına muhalefet ettik. Bu icma da, kat'î bir delil olup, zannî bir delil ile, ona muhalefet etmek caiz değildir. Eğer bu hususta bir icma hasıl olmamış ise, bu soru düşer. Çünkü biz, namazın ancak, bu belli korku esnasında kısaltılabileceğini kabul ediyoruz. Allah en iyi bilendir. Cenâb-ı Hak, "Eğer kâfirlerin size fenalık yapmasından endişe ederseniz..." buyurmuştur. Buradaki "fitne" (fenalık) hususunda iki görüş vardır: 1) Siz, kâfirlerin, bütün namazda rükû ve secdelerinizi tamamlamanız hususunda size fırsat vermeyeceklerinden korkarsanız... 2) Eğer siz, kâfirlerin size düşmanlıkları sebebi ile, fenalık yapmasından korkarsanız... Netice olarak her türlü belâ, sıkıntı ve meşakkat bir fitnedir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz ki kafirler, sizin apaçık düşmanınızdır" buyurmuştur. Bu, "kâfirler ile sizin arasında meydana gelen bu düşmanlık, eskiden beri bulunan bir düşmanlıktır. Şu anda sizler, din hususunda onlara muhalif olduğunuzu ortaya koyduğunuz için, onların düşmanlığı arttı. Düşmanlıkları arttığı için de, sizinle savaşmaya, hatta güçleri yeterse sizi yok etmeye niyetlenmiş ve yönelmişlerdir. Binâenaleyh eğer namazlarınız uzarsa, çoğu kez onlar sizi öldürmeye fırsat bulmuş olurlar. İşte bundan dolayı, namazlarınızı kısaltmanıza ruhsat verdim" demektir. Allahü teâlâ, demeyip buyurdu. Çünkü "adüvv" kelimesinin müfredi de, cem'i de birdir. Nitekim Allahü teâlâ, "İşte onlar benim muhakkak adüvvümdür. Fakat alemlerin Rabbi böyle değil" (Şuara. 77) buyurmuştur. |
﴾ 101 ﴿