106"Hakîkaten biz, sana kitabı, Allah'ın sana gösterdiği şey ile insanlar arasında hükmetmen için, hak olarak indirdik. Hainlere bir müdafaacı olma ve Allah'dan mağfiret iste. Çünkü Allah gafür ve rahimdir". Âyetin, önceki âyetlerle münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir: 1) Allahü teâlâ, münafıkların durumunu iyice anlatıp, sonra da bunun peşine cihad işini ve meselâ kâfir zannederek yanlışlıkla bir mü'mini öldürme, yolcu namazı ve korku namazı gibi, savaş ile ilgili bazı şer'î hükümleri getirince, sözü tekrar münafıklar konusuna döndürerek, onların (Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hak hükmü bırakıp, bâtıl bir hükme sevketme çabasında olduklarını bildirmiş, böylece de Resûlü'nü bu işe muttali kılıp, onlara iltifat etmemesini ve bu konuda onların sözlerini reddetmesini emretmiştir. 2) Allahü teâlâ, bu sûrede pek çok hüküm beyan edince, bilinen herşeyin, Allah'ın indirdiği vahiy ile bilinebildiğim ve milletinin rızasını elde etmek maksadı ile, peygamberinin bu hükümlerin hiçbirinden sapam ayacağını beyân etmiştir. 3) Cenâb-ı Hak, kâfirlerle cihad etmeyi emredince, her nekadar emir böyle ise de, onlara hainlik etmenin caiz olmayacağını, yapmadıkları bir işin onlara isnâd edilemeyeceği ve kâfirin küfrünün, o kâfire müsamahayı mubah kılmayacağını, aksine insanın lehine.olsun, aleyhine olsun, Allah'ın indirdiği hüküm ile hükmetmenin dinen vâcib olduğunu ve münafık hoşnûd olsun diye, kâfire zulmetmenin uygun olamayacağını beyân buyurmuştur. Ayetin (Nisa 105-106) Nuzul Sebebi Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Müfessirler, bu âyetlerin çoğunun, Tu'me İbn Ubeyrık hakkında nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra bu sebeb-i nüzul hâdisesinin nasıl cereyan ettiği hususunda değişik rivayetler vardır: 1) Tu'me bir zırh çalmıştı. Bu zırh kendisinden istendiği zaman, bu hırsızlığı yanudileraen birinin üzerine attı. Onun ile o yahudinin kavmi arasında davalaşma iyice kızışınca, Münafık Tu'me'nin sülalesi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek, bu dava hususunda kendilerine yardım etmesini ve bu hırsızlık işini yahudinin yaptığına hükmetmesini istediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, (onların sözüne güvenerek) bunu yapmak isteyince, işte bu âyet nazil oldu. 2) Birisi, Tu'me'ye bir zırh emânet etti, fakat o anda buna bir şahid yoktu. O adam, Tu'me'den zırhı isteyince, Tu'me inkâr etti. 3) Zırhı emanet eden bunu isteyince, Tu'me onu falan yahudinin çaldığını iddia etti. Bil ki âlimler, "Bu âyet, Tu'me ve sülalesinin münafık olduklarına delâlet eder. Böyle olmasaydı onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den asılsız bir şeye yardım etmesini ve bu hırsızlığı, bir yalan ve iftira olarak o yahudiye isnad etmesini isteyemezlerdi" demişlerdir. Bunu, "Onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler" (Nisa, 113) âyeti de te'kid eder. Rivayet edildiğine göre, Tu'me daha sonra Mekke'ye kaçıp, irtidâd etmiş ve orada hırsızlık yapmak için bir duvarı delmiş ve derken o duvar üzerine göçmüş, böylece orada ölmüştür. Ebu Ali el-Fârisi, şöyle demiştir: "Âyetteki, (Sana gösterdi) kelimesi, ya "Göz ile görmek" manasına gelen fiilinden veya, iki mef'ûl alan fiilinden, veyahut da"inad" manasına gelen filinden başına bir hemze getirilerek yapılmıştır. Birincisindenolması bâtıldır. Çünkü bir hadisenin hükmü, göz ile görülen bir şey değildir. İkincisi de olmaz. Çünkü bu durumda, bu âyette fiil iki değil, üç mef'ûl alması gerekirdi. Halbuki burada bu fiiliin iki mef'ûl aldığı biliniyor. Bu mef'ûllerden birisi sana"manasındaki kâf harfidir. Diğeri ise, mukadder mef'ûldür. Bunun takdiri, "Onu, sana Allah gösterdi" şeklindedir. İlk ikisi bâtıl olunca, geriye sadece üçüncüsü kalır. Binaenaleyh bu kelime "inandı" manasına gelen fiilinden elde edilmiştir." Bil ki bu bahsettiğimiz şeyler ile, âyetteki (......) tabirinin "Allah'ın sana bildirdiği şeylerle.." manasına geldiği sabit olur. Cenâb-ı Hak bu bildirmeyi, "gösterme" ile ifade etmiştir. Çünkü hertürlü şek ve şüpheden uzak yakinî bir bilgi, kuvvet ve açıklık bakımından, görme gibidir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), "Hiç kimse, "Allah'ın bana gösterdiği ile hükmettim" demesin. Çünkü Allahü teâlâ, bu vasfı sadece Peygamberine vermiştir. Fakat bizden birisini görmesi (görüşü), ilim değil zan ifade eder" demiştir. Peygamberimizin İçtihad ve Kıyas Yapması Hakkında Bunu iyice anladığında biz deriz ki: Muhakkik âlimler, "Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, ancak vahye ve nassa dayanarak hüküm verdiğine delâlet eder" demişlerdir. Bunu da iyice kavradığında biz diyoruz ki: Buna şu iki mesele dayanmaktadır: 1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ancak nass ile hükmettiği sabit olunca, onun içtihad yapmasının caiz olmayacağı sabit olmuş olur. 2) Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sadece nassa (vahye) dayanarak hüküm verdiğini göstermektedir. Allah'ın, "O (Peygambere) uyun" (Enam, 153) âyetinden ötürü de, ümmetinin hâlinin de böyle olması gerekir. Böyle olunca da, kıyas ile amel etmenin haram olması gerekir. Buna şu şekilde cevap verilir: Kıyasın bir hüccet olduğuna delil bulunduğuna göre, kıyas ile amel etmek, gerçekte nass ile amel etmek gibi olur. Çünkü bunun takdiri şöyle olur: Sanki Cenâb-ı Hak, "Her ne zaman zann-ı gâlib ile bu iki şey arasında bulunan müşterek bir sebepten ötürü, hakkında söz edilmeyen meselenin hükmünün, hakkında nass bulunan meselenin hükmü gibi olduğuna karar verirsen, bil ki sana yüklediğim mükellefiyet, o zann-ı galibine göre amel etmendir" demektedir. Durum böyle olunca, kıyas ile amel etmek, bizzat nass ile amel etmek gibi olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Hâinlere bir müdafaacı olma" buyruğuna gelince, bu hususta birkaç mesele vardır: Bu, "hainlerden ötürü, günahsız kimselere davacı olma, yani münafıktan ötürü, yahudiye hasım olma"demektir. Vahidî (r.h), "Senin hasmın, seninle davalaşandır. Bu kelimenin cem'i, "husemâ" şeklinde gelir. Bunun aslı, birşeyin ucu, köşesi, tarafı manasına olan (......) kelimesidir. "Hasm", açının bir tarafı, uçlardan birisi demektir. Davadaki iki tarafa da "hasm" denilmiştir. Çünkü bunlardan herbiri, hüccet ve dava bakımından iki uçtadırlar, ifadesi de, bir bulutun kenarları demektir. Hazret-i Peygamber Günahtan Masup (Korunmuş)tur. Peygamberlerin ismet sıfatına sahip olduklarını kabul etmeyenler, "Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den birgünahın sudur ettiğini gösteriyor. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hâin münafıktan ötürü, yahudiye hasım olup o münafığı müdâfaa etmeyi istememiş olsaydı, bundan nehyedilmezdi" demişlerdir. Bunlara şöyle cevap verilir: Bir şeyi nehyetmek, nehye muhatab olan kimsenin, yasaklanan o şeyi yapmış olması manasına gelmez. Hatta bir rivayete göre Tu'me'nin sülâlesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, onu müdafaa etmesini ve o hırsızlık suçunu yahudinin yaptığına hükmetmesini isteyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hüküm vermek için vahyi beklemiş ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Âyette geçen bu nehyin maksadı ise, Tu'me'nin yalan söylediğine ve yahudinin o hırsızlık suçundan uzak olduğuna, peygamberin dikkatini çekmektir. Mağfiret Emri, Günah İşlediğine Delil Olmaz Buna göre eğer, "Böyle bir hatanın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sâdır olduğuna, bu âyetten sonra gelen, "Allah'tan mağfiret iste" buyruğu delildir. Cenâb-ı Hak, Peygamberine mağfiret istemesini emrettiğine göre, bu emir ondan böyle bir hatanın sâdır olduğuna delâlet etmektedir?" denirse, buna birkaç şekilde cevap verilir: 1) Belki de, zahiren müslüman göründüğü için, o münafık Tu'me'ye yardım etmeye, Hazret-i Peygamberin gönlü meyletmiştir. İşte bu kadarcık birşeyden dolayı, mağfiret istemesi emredilmiştir. Çünkü ebrânn hasenatı (iyilikleri), mukarreblerin seyyiatı (kötülükleri) mesabesindedir. 2) Belki de münafık Tu'me'nin sülalesi, bu hırsızlığı o yahudinin yaptığına ve Tu'me'nin bu suçtan berî olduğuna şahidük edip, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, onların şehadetlerinden şüphelenmesini gerektiren birşey görülmeyince, Hazret-i Peygamber bunu yahudinin yaptığına hükmetmeye yönelmişti. Sonra Cenâb-ı Hak, Peygamberini, o şahidlerin yalancı olduklarına muttali kılınca, O, böyle bir hükmün verilmesi halinde, bir hata olacağını anlamış, böylece de her ne kadar Allah katında mâzûr olsa da böyle bir hüküm vermesi halinde, hiç şüphesiz bir hata işlemiş olacağı için, buna niyetlenmiş olmasından dolayı Allah'tan mağfiret istemiştir. 3) "Allah'tan mağfiret iste" emrinden murad, "Tu'me'yi müdafaa eden ve onun hırsızlık suçundan uzak olduğunu ortaya koymak isteyen, o kimseler için, Allah'tan mağfiret iste" şeklinde olabilir. Hıyanet Edenlere Yardımcı Olunmaz |
﴾ 106 ﴿