113

"Üzerinde Allah'ın lütf-u inayeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir güruh muhakkak seni dahi şaşırtmayı düşünüp kurmuştu. Aslında onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar ve sana hiç bir şekilde zarar da veremezler. (Nasıl yapabilirler ki) Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi ve bilmediklerini sana öğretil. Allah'ın senin üzerindeki lütf-u inayeti çok büyüktür".

Sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuştur ki, bunun manası, "şayet Allahü teâlâ, nübüvvet demek olan fazlı ilâ, ismet demek olan rahmetini sana tahsis etmemiş olsaydı... onlardan bir güruh, muhakkak seni dahi şaşırtmayı düşünüp kurmuştu. demektir. Çünkü, Tu'me'nin sülâlesi, hırsızın Tu'me olduğunu biliyorlardı. Ama buna rağmen onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den onu savunmasını, onun lehine mücadele vermesini, hırsızlık fiilinden onun uzak olduğunu söyleyerek, bu hırsızlık hadisesini yahudiye isnâd etmesini istemişlerdi. Buna göre lafzının manası, "Onlar, seni yanlış ve bâtıl olan bir hükme düşürmeye yeltenirler.." demektir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak buyurmuştur ki bu, "Onlar, günah, haksızlık, yalan ve iftira ile şehadette bulunma hususunda birbirleriyle yardımlaşmaları sebebiyle, onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Onlar bu gibi amelleri yapmaya yeltenince, sapıtanların ameli gibi iş ve amelde bulunan kimseler olmuş olurlar " demektir.

Yüce Allah'ın, "Ve sana hiçbir şekilde zarar da vermezler" buyruğuyla ilgili olarak da şu iki izah yapılmıştır:

a) Kaffâl (r.h): "Onlar, gelecekte sana hiçbir zarar verem ivecekler" şeklindedir" demiştir. Böylece Cenâb-ı Hak peygamberine, bu âyetinde, onların O'nu bâtıla düşürmek istemelerine mukabil, ismet sıfatını devam ettireceğini ve O'nu koruyacağını va'adetmiştir.

b) "Onlar, her ne kadar seni bâtıla düşürme hususunda sa'y ü gayret gösterseler bile, sen bâtıla düşmedin. Zira sen hükmetme işini, durumun zahirine bina ettin. Zaten sen, hükümleri zahire göre vermekle emrolundun" demektir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Nasıl yapabilirler ki Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi" buyurmuştur.

Bil ki, şayet biz Cenâb-ı Hakk'in, "Ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler" buyruğunu, "Allahü teâlâ gelecekte de O'nu korumayı va'adetmiştir" şeklinde tefsir edersek, o zaman O'nun, "(Nasıl yapabilirler ki) Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi" ifâdesi, Cenâb-ı Hakk'ın bu va'adini pekiştirmiş olur. Yani "O, sana kitap ve hikmeti indirip, sana, şeriatını insanlara tebliğ etmeni emredince, şüphelere ve sapıklığa düşmekten seni korumaması, hikmetine nasıl uygun düşer?" demektir.

Yok eğer biz bu âyeti, "Hazret-i Peygamber, hükümleri zahire göre verme hususunda mazurdur" şeklinde tefsir edersek, o zaman mâna, "O, sana kitabı ve hikmeti indirip, o kitapta, şeriatın hükümlerini zahire bina etmeni vacib kılmıştır... Binaenaleyh, işleri zahire bina etmen sana nasıl zarar verebilir?" şeklinde olur.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah'ın senin üzerindeki lütf-u: inayeti çok büyüktür" buyurmuştur.

Kaffâl (r.h) bu ifâdenin, şu iki manaya gelebileceğini söylemiştir.

1) Bundan maksad, dinle ilgili olan şeylerdir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Halbuki kitap nedir, iman nedirr sen bilmezdin" (Şûra, 52)buyurmuş olduğu gibidir. Bu izaha göre âyetin takdiri, "Allah daha önce sen onlar hakkında hiç bir şey bilmezken, sana kitabı ve hikmeti indirmiş, seni bunların sırlarına muttali kılmış ve hakikatlarına vâkıf kılmıştır. Binaenaleyh, sana bunları yaptığı gibi, sonraki günlerinde de, hiçbir münafık, seni saptırmaya ve ayağını kaydırmaya muktedir olamıyacaktır" şeklinde olur.

2) Bundan maksad, "Allahü teâlâ sana, evvelki ümmetlerin haberleri hususunda bilemiyeceğin şeyleri öğretti" demektir. Bunun gibi sana, kendisiyle münafıkların çeşitli hile ve tuzaklarından sakınabileceğin onların çok çeşitli hile ve tuzaklarını öğretmektedir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Allah'ın senin üzerindeki lütf-u inayeti çok büyüktür" buyurmuştur ki, işte bu ifade, ilmin, üstünlük ve faziletlerin en şereflisi olduğuna delâlet eden delillerin en büyüklerindendir. Çünkü Allahü Teâlâ, insanlara pek az ilim vermiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (İsra, 85) buyurmuştur. Bir şahsın, bütün mahlûkatın ilimlerinden olan payı, azdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (İsra, 85) buyurmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu azı büyük; dünyanın tamamını ise, az diye adlandırmıştır: Çünkü Cenâb-ı Hak, "dünyanın faidesi pek azdır" (Nisa, 77) buyurmuştur. İşte bu da, ilmin çok şerefli olduğuna delâlet eder.

Hayr Gayesiyle olmaksızın Kulis (Fısıldaşma) Doğru Değildir

113 ﴿