114"Onların fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Bir sadaka vermeyi, ya bir İyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi emredenler müstesna. Kim Allah'ın rızasını arayarak böyle yaparsa. Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz". Bil ki bu, Allah'ın razı olmayacağı sözü "eceleyin Konuşup düzdükleri zaman, hakkında fısıidaştıkları şeye bir işarettir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Vahidî (r.h) şöyle demektedir: (......) kelimesi, Arapça'da, iki kimse arasındaki sır anlamına gelir. Nitekim, "Adam ile fısıldaştım-fısıldaşmak gizli konuşmak" denilmektedir. Yine, (Onunla fısıldaştım, gizli konuştum) manasında denilir. (......) kelimesi bazan münacaat yerinde olmak üzere masdar olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Herhangi üç kişi arasında bir nsıldaşma vaki olduğunda, muhakkak ki O (Allah), bunların dördüncüsüdür" (Mücadele. 7) buyurmuştur; bazan da, karşılıklı fısıldaşan topluluk ve kavim anlamına gelir. Nitekim Allahü teâlâ, "...Onlar gizli konuşurlarken buyurmuştur. İkinci Mesele Cenâb-ı Hakk'ın, (......) buyruğundaki (......) kelimesinin terkibteki yeri hususunda, nahivciler birtakım fikirler beyan etmişlerdir ki, bu görüşler, âyetteki (......) kelimesinin manasına bina edilmiştir. Binaenaleyh, eğer biz, Âyette geçen (......) kelimesini sır manasına alırsak, o zaman (......) kelimesinin mahallinin mansub olması caizdir. Çünkü bu, bir şeyi, cinsinden olmayan şeyden istisna etmektir (İstisnâ-i munkatî). Binaenaleyh, bu istisna mansub olur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı ".. ancak eziyyet." (Al-i İmran, 111) ifâdesinde olduğu gibidir. Cinsinden yapılmayan istisnaları merfu okuyanlara göre de, bu kelimenin mahallen merfu olması da caizdir. Bu da, şairin tıpkı, "Ceylanlar hariç ve kır develer müstesna..." ifadelerinde olduğu gibidir. Ebu Ubeyde, bu tabiri muzâfı hazfedilenler kabilinden kabul ederek şöyle demiştir: "Âyetin takdiri, "Sadaka vermeyi emreden kimsenin fısıldaşması müstesna olup, bunda hayır vardır.." şeklindedir. Daha sonra buradaki muzaf hazfedilmiştir. Bu takdire göre yerini tuttuğu için, takdir edilen ifâdedeki (fısıltı) kelimesinin yerinde olmuş olur. Bu kelime hakkında şu iki vecih de caizdir: a) Bu, âyette geçen "fısıltılarından..." kelimesinden bedel olmak üzere, mahallen mecrûrdur. Bu, senin tıpkı "Ben Zeyd hariç hiç kimseye rastlamadım" demen gibidir. b) Bu kelimenin, istisna olmak üzere, mahallen mansub olması da caizdir. Böyle olması da, tıpkı senin, "Bana Zeyd hariç hiç kimse gelmedi" demene benzer ki, bu da bir cinsi aynı cinsten istisna etmektir (İstisnâ-i muttasıl). Ama biz âyette geçen necvâ kelimesini karşılıklı fısıldaşan topluluk manasına alırsak, o zaman bu ifade, müstesna olduğu için mansûb olur. Çünkü bu da, aynı cinsin aynı cinsten istisnası olmuş olur (İstisnâ-i muttasıl) edatının, şu iki sebepten dolayı, mahallen mecrûr olması da caizdir. 1) Bu lâfzı, "çoğunda.." kelimesine tabi kılmandır. Buna göre mana, "Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır bulunmamaktadır; sadakayı emredenlerin fısıldaşmalan müstesna, (bunda bulunur) şeklinde olur. Bu, senin, "Onlardan bir kişi hariç, toplumda hiçbir hayır yoktur" demen gibidir. 2) Bu kelimeyi, Âyette geçen (......) kelimesine tâbi kılmandır. Bu da senin, "Zeyd hariç, kavmin hiçbir cemaatinde bir hayır yoktur" demen gibidir. (Bu durumda), Zeyd kelimesini istersen (......) kelimesine; istersen, (......) kelimesine tabi kılarsın.. Allah en iyi bilendir. Bu âyet, her ne kadar, o hırsızın (Tu'me) kavminin bir birleriyle fısıldaşmalan hakkında nazil olmuş ise de, bu âyetmana bakımından umûm ifâde eden bir âyettir. Buna göre mana, "İnsanların, hakkında fisüdaşıp sohbete daldıkları sözlerden, sadece hayır işlerine dair olanlar makbuldür" şeklinde olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, hayır işlerinin üç çeşit olduğunu belirtmiştir: a) Sadakayı emretmek. b) Maruf olan şeyi emretmek. c) İnsanların arasını ıslâh etmek... Cenâb-ı Allah sadece bu üç kısmı zikretmiştir; zira hayır işi, ya bir menfaat ulaştırmak veya bir zararı gidermek şeklinde olur. Hayrı ulaştırmak da, ya maddi hayırlardan olur ki, bu meselâ mal vermektir; işte bu hususa Cenâb-ı Hak, "Bir sadaka vermeyi emredenler müstesna..." ifadesiyle işaret etmiştir. Yahut manevî hayırlardan olur ki bu da, nazarî kuvveti ilimlerle; amelî kuvveti de, güzel fiillerle mükemmelleştirmekten ibaret olup, her ikisi de mârufu emretmekten ibarettir. İşte buna, Cenâb-ı Hak, "...ya da bir iyilik yapmayı.." ifadesiyle işaret etmiştir. Zararı gidermeye gelince, bu hususa da, Cenâb-ı Allah, veya insanların arasını düzeltmeyi..." ifadesiyle işaret etmiştir. Böylece, bütün hayırların bu âyette zikredilmiş olduğu sabit olmuş olur. Söylediğimizin doğruluğuna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, emretme veya münkerden sakındırma veyahuf da Allah'ı zikretmek gibi hususlar hariç, insanoğlunun bütün sözleri lehine değil aleyhinedir" İbn Mace, Fiteh, 12 (2/1315). şeklindeki hadisi de delâlet eder. Süfyan es-Sevrî'ye, "Bu ne acaip hadis!" denildiğinde o, "Allahü Teâlâ'yı dinlemedin mi! Bak O, "Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur" buyurmaktadır. İşte bu hadis, bu âyetin söylediğinin aynısını söylemektedir. Allah'ı dinlemedin mi? Zira O, "Asra andolsun ki, muhakkak insan ziyandadır. Ancak iman edenlerle güzel amellerde bulunanlar, bir de birbirine hakkı ve sabri tavsiye edenler müstesna..." (Asr, 1-3) buyurmaktadır. İşte bu hadis, bu âyetin ifade ettiğinin aynısını bildirmektedir" dedi. Sonra Cenâb-ı Hak, "Kim Allah'ın rızâsını arayarak böyle yaparsa, biz ona çok büyük bir mükâfaat vereceğiz" buyurmuştur ki, bu "Bu üç çeşit tâat, her ne kadar şerefli ve son derece yüce ise de, insan bunları, sırf Allah rızasını talep etmek ve O'nun rızasını kazanmak için yaptığı zaman bunlardan istifade edebilir. Ama, bunları gösteriş ve kahramanlık olsun diye yaparsa, bu durumda hüküm tersine döner, bütün bu tâatler en büyük kötülüklerden olmuş olur" demektir. İşte bu âyet, zahirî amellerden elde edilmek istenen şeyin, niyetin ihtaslı olup olmadığı hususunda kalbin hallerini gözetmek ve sebepleri, Allah rızasının dışında kalan maksadlara yönelmekten arındırmak olduğuna delâlet eden delillerin en kuvvetlilerindendir. Bu âyetin benzerleri ise, "Halbuki onlar, Allah'a, Onun dininde ihlas erbabı olarak., ibadet etmelerinden başka bir şeyle emrolunmamışlardı..." (Beyyine, 5) ve "Hakikaten insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur" (Necm, 39) âyetleriyle; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Muhakkak ki ameller, niyetlere göredir. (Onlara göre değerlendirilir)" hadisidir. Buhari'nin ilk hadisi. Burada, şu iki soru hatıra gelmektedir: Birinci soru: Allahü teâlâ'nın, ifadesindeki (......) kelimesi niçin mansub getirilmiştir? Cevap: Çünkü bu kelime, mef'ûlün leh'dir. Buna göre mana, "Allah'ın rızasını aramak için..." şeklindedir. İkinci soru: Cenâb-ı Hak niçin, (önce) emreden kimseler müstesna..."; daha sonra da, "Kim böyle yaparsa.." buyurmuştur? Cevap: Allah, hayrı emretmeyi zikretmiştir ki onu failine delil kılsın. Çünkü hayrı emr (eden kimse), hayırlılar sınıfına dahil olunca, hayrı bizzat yapan kimselerin bu hayırlılar sınıfına girmeleri daha uygun ve evlâ olur. İşte bu tabiriyle "Her kim bunu emrederse.." manasının kastedilmiş olması da caizdir. Böylece "emr" yerine, "yapmak" sözü kullanılmıştır. Çünkü emretmek de, fiillerden bir fiildir. |
﴾ 114 ﴿