115"Kim, kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız. (Ahirette de) kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir!" Bil ki bu âyetin kendinden öncekilerle münasebeti şudur: Rivayet olunduğuna göre Tu'me İbn Ubeyrık, Cenâb-ı Hakk'ın kendi sır perdesini yırttığını (meselenin içyüzünü ortaya koyduğunu) ve yahudiyi de hırsızlık töhmetinden arındırdığını görünce, dinden döndü; Mekke'ye gitti ve hırsızlık gayesiyle birisinin duvarını deldi... Derken duvar üzerine yıkıldı ve öldü. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. "Şikâk" ve "müşâkaka" kelimelerinin "iki şeyden herbirinin, işin bir şıkkında (tarafında) olması" veya "iki şeyden herbirinin, diğerine meşakkat ulaşmasına sebep olan bir işin faili olması" manasına geldiklerini, Bakara sûresinde zikretmiştik. Âyetteki, "Kendisine, doğru yol besbelli olduktan sonra.." tabiri "İslâm dininin doğru olduğu, delil ile o kimseye besbelli olduktan sonra.-" demektir. Zeccac şöyle demiştir: "Çünkü Allah'ın vahyettiği emir ile, ve hırsızlığını ortaya koyması ile, bu Tu'me nezdinde, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin doğruluğu aşikar olmuştu. Fakat buna rağmen o, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşman kesildi, muhalefetini açıkladı ve İslâm'dan döndü. Bu sebeple, Tu'me'nin bu hareketi, hidayet kendisine açıklandıktan sonra, muhalefetini ortaya koyması oldu. . Allah'ın, buyruğu, "Muvahhidlerin dininden başka bir dine tabi olursa.." demektir. Zira Tu'me, İslâm'ı bırakıp, putperestliğe tabî olmuştur. Daha sonra Allahü teâlâ, "Onu döndüğü o yola bırakırız" buyurmuştur. Yani, "Onu kendisi için tercih ettiği şey (yol) ile başbaşa bırakır ve tevekkül ettiği şeye, onu havale ederiz" demektir. Bazı âlimler bu âyetin, önlükle de mürtedfer hakkında, "Seyf" âyeti ile mensûh olduğunu söylemişlerdi! Sonra Hak teâlâ, (......) "Yani, "onu cehenneme sokarız" buyurmuştur. Bu ifadenin aslı, (......) masdarına dayanır ki, "İyice kızışmış olan ateşe atmak" demektir. Âyetteki (......) ifadesindeki "masîr" kelimesi, muşak mansubtur. Bu senin, "Falanca tab' itibariyle güzeldir, falancadan ter boşandı" sözün gibidir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Bu Ayet İcmaın Delillerinden Biridir Rivayet olunduğuna göre İmam Şafiî (r.h)'ye Kur'an'da, "icmâ"nın delil olduğunu gösteren bir ayet sorulduğunda, o, Kur'ân'ı üçyüz defa okumuş, nihayet bu ayeti bulmuştur. Şafiî'nin bunu delil getirişi şöyle izah edilir. Mü'minlerin yolunun dışında bir yola uymak haramdır. Binaenaleyh mü'minlerin yoluna uymanın vacib olması gerekir. Birinci mukaddimenin izahı şudur: Allahü teâlâ, "Peygambere muhalefet edip, mü'minlerin yolundan başkasına tabî olanlar için bir va'id-i ilahi'nin söz konusu olduğunu" belirtmiştir. Halbuki sadece peygambere muhalefet etmek de, böyle bir va'îdi gerektirir. Binaenaleyh eğer mü'minlerin yolundan başka bir yola uymak, böyle bir ilâhî tehdidi gerektirmemiş olsaydı, o za herhangi bir tesiri olmayan şeyi, bu va'îdi tek başına ki, böyle birşey caiz değildir. Bundan dolayı, mü'minlerin yolundan başka bir yola ittiba etmenin haram olduğu sabit olur. Bu sabit olunca da mü'minlerin yoluna uymanın vacib olması gerekir. Çünkü "mü'minlerin yoluna uymak" ifadesi, "mü'minlerin yolundan başkasına uyma" manasını gösterir. Bu sebeple, mü'minlerin yolundan başkasına uymak haram olunca, mü'minlerin yoluna uymanın da haram olması gerekir. Mü'minlerin yoluna uymamak haram olunca, onları yoluna uymak vacib demektir. Çünkü bu iki zıt tarafın (ihtimalin) dışına çıkılamaz. İmdi şayet, "Biz, mü'minlerin yoluna uymamanın, mü'minlerin yolundan başkasına uyma manasına olduğunu kabul etmiyoruz. Zira ne mü'minlerin yoluna, ne de onların yolundan başkasına ittiba etmemek imkânsız değildir" denilir ise, buna şöyle cevap verilir: "Uymak, başkasının yaptığının benzerini yapmak" demektir. Mü'min olmayanların işi, mü'minlerin yoluna uymamak olunca, mü'minlerin yoluna uymayan herkes, mü'min olmayanların yaptığını yapmış olur. Binaenaleyh bu insanın, onlara uymuş olması gerekir." Birisi şöyle diyebilir: "Uymak, başkasının yaptığının benzerini yapmak" değildir. Aksi halde şöyle o inilmesi gerekir: "Peygamberler ve melekler, ümmetin her ferdi Allah'ın birliğine inandığı gibi, Allah'ın birliğini kabul etmiş olmaları bakımından, insanların bazılarına uymuşlardır. Halbuki böyle söylenilemeyeceği herkesin malumudur. Aksine "İttiba" (uyma), başkası, o fiili yaptığı için, onun fiilinin benzerini yapmaktan ibarettir. Durum böyle olunca, kim, mü'minlere uymanın gerektiği hususunda bir delil bulunmadığı için, mü'minlerin yoluna uymayı bırakırsa, mü'minlere uymuş olmaz. Halbuki böylece bu şahıs, mü'minlerden başkasının yoluna tabî olmuş olmaz." İşte bu, delilin aleyhine getirilen güçlü bir sorudur. Bu konuda, "Kitabu'l-Mahsûl fi ilmi'l-Usûl" adlı eserimizde bahsettiğimiz, birtakım başka incelikler de bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. Bu âyet, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bütün günahlardan masum (ismet sahibi, korunmuş) olduğunu göstermektedir. Bunun izahı şöyledir: Eğer Peygamberden herhangi bir günah sudur etmiş olsaydı, O'nun, bundan men edilmesi caiz olurdu. Başkasını, yaptığı bir işten men eden her insan, o başkasına muhalefet etmiş olur. Çünkü bunlardan her biri, diğerinin bulunduğu tarafın aksi bir tarafta yer almıştır. Binaenaleyh şayet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir günah sâdır olmuş olsaydı, O'na mutlaka muhalefet etmek gerektiği sabit olmuş olurdu. Halbuki O'na muhalefet etmek bu âyetle haram kılınmıştır. Binaenaleyh O'ndan bir günahın sâdır olmamış olması gerekir. Ayet Sünnete Tabi Olanın Gereğini Gösterir Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bütün fiilleri hususunda uyulmasının vacib olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü ümmetin fiili, Peygamberin fiilinden başka olsaydı, o zaman iki taraftan herbirinin, fiil bakımından ayrı taraflarda olmaları gerekirdi. Böyle olması halinde de, arada bir muhalefet bulunmuş olurdu Halbuki Hazret-i Peygamber'e muhalefet etmek haram kılınmıştır. Binaenaleyh, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e her fiilinde uymanın vacip olduğu ortaya çıkmış olur. Mefhum-u Mualif Zanni Degildir Mütekaddimîn (Önceki) âlimlerden bazıları "Her müçtehid. kendi usûlü (prensipleri) hususunda isabet etmiştir. herbirinin inancının, inanılan şeye uygun olması manasında olmayıp, hata edenin günah işlemiş olmaması manasınadır" demişlerdir. Bu alimler, bu âyeti görüşlerine delil getirerek, şöyle demişlerdir. Allahü teâlâ, va'îdinin gerçekleşmesini, hidayetin apaçık belli olması şartı olmadığı zaman söz konusu olmaz. Bu durumda, hidayet belli olmadığı zaman va'îd-i ilâhinin bulunmamasını gerektirir?" Onlara şöyle cevap verilir: "Bu, mefhum(-u muhalife) sarılmadır. Mefhum-u muhalifi delil sayanlara göre, bu zannî bir delildir. Halbuki kâfirler için bir va'îdin söz konusu olduğuna delâlet eden delil, kâfidir. Zira Cenâb-ı Hak, bu âyetten sonra, "Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz..." (Nisa, 116) buyurmuştur. Halbuki zannî delil kât'î delile karşı koyamaz Dinde Takkik ve İsbatın Önemi Âyet, dinin ancak delil, tefekkür ve istidlal ile doğruluğunun ortaya konulabileceğine delâlet etmektedir. Çünkü Allahü teâlâ, va'îdini, hidayetin besbelli olmuş olması şartına bağlamıştır. Eğer hidayetin belli oluşu, dinin doğruluğu hususunda muteber bir şart olmasaydı, böyle bir şartın faydası olmazdı. Altıncı Mesele Âyet, "hüdâ" (hidayet)'in, ilmin değil delilin ismi olduğunu göstermektedir. Çünkü eğer, "hüdâ" (hidayet), ilmin (bilmenin) ismi olsaydı, "hidayetin (doğru yolun) besbelli olması" ifadesi, birşeyin, yine kendisine nisbet edilmesi kabilinden olurdu ki bu yanlıştır. |
﴾ 115 ﴿