127"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Allah onlara dair hükmünü ize açıklıyor: Kitapda mallarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek istediğiniz öksüz kadınlar ve zavallı çocuklar hakkında ve öksüzlere karşı adaleti yerine getirmeniz hususunda size okunan âyetler, Allah'ın hükmünü açıklamaktadır" Bil ki, bu kerim kitabın tertibinde Allahü teâlâ'nın âdeti, en güzel bir biçimde vaki olmuştur. Bu daşudur: O, herhangi bir hüküm zikrettikten sonra, bunun peşinden vaad -vaîd, tergib- terhib hususunda birçok âyet zikreder, bunları Allah'ın azametine, kudretinin celal ve ululuğuna ve uluhiyyetinin yüceliğine delalet eden âyetlerle karıştırır. Daha sonra da, tekrar hükümleri beyan etmeye döner. Bu, tertip çeşitlerinin en güzeli ve kalblerde tesir uyandırmaya en elverişli olanıdır. Çünkü, meşakkatli şeyleri yapmayı teklif etmek ancak, vaad ve vaîd ile birlikte bulunduğu zaman kabul edilebilir, kabul mevkiinde bulunur. Vaad ve vaîd ise kalbe ancak, kendisinden vaad ve vaîd sadır olan zatın kemalinin nihayetsizliğinin kati olarak bilinmesiyle tesir eder. Binâenaleyh bu tertibin, hak dine davete uygun olan tertiblerin en güzeli olduğu ortaya çıkar. Bunu anladığın zaman biz deriz ki: Allahü teâlâ bu surenin başında birçok şer'î hüküm ve mükellefiyet zikretmiş, bunların peşisıra kâfirlerin ve münafıkların hallerinin izahını getirip, bu hususu iyice ortaya koymuştur. Sonra, Allah'ın celalinin azametine ve kibriyasının kemaline delalet eden bu âyetleri getirmiştir. Bundan sonra yine hükümlerini açıklamaya dönerek, "Senden kadınlar hakkında fetva isterler.De ki: "Allah, onlara dair hükmünü size açıklıyor.." buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Vahidî (r.h) şöyle demiştir: "İstifta, fetva istemek manasındadır. Mesela Arapça'da "Adamdan, mesele hakkında fetva sordum, oda bana tam olarak, fetva, verdi" denilir. Bufiilin masdarı ifta olup fetva ve fütya kelimeleri de ifta manasına kullanılan iki isimdir. Arapça'da, "Rüyasını tabir ettim" manasında (falancaya, gördüğü bir rüya hakkında fetva verdim) denilir. Hak teâlâ da, "Yusuf, ey çok doğru sözlü! Yedi besili inek hakkında bize bir fetva ver. (Yusuf, 46)buyurmuştur. "İfta" kelimesi, müşkil olan bir şeyi açıklığa kavuşturmak manasındadır. Kelimenin aslı, kuvvetlenen ve kemale eren genç manasındaki, (......) ve (......) kelimesidir. Buna göre kelimenin manası şöyledir: "Sanki fetva veren kimsenin açıklaması ile, müşkil olan mesele kuvvet bufür ve güçlü kuvvetli olur." (Nisa, 27) Ayetinin Nüzul Sebebi Alimler, âyetin sebeb-i nüzulü hakkında iki şey zikretmişlerdir: 1) Araplar, bu surenin baş kısmında da açıkladığımız gibi, kadınlara ve çocuklara mirastan hiçbir pay vermiyorlardı. İşte bu âyet-i kerime, onların da varis kılınması için nazil olmuştur. 2) Âyet-i kerime, kadınlara mehirlerini tam olarak verme hususunda nazil olmuştur. Yetim kız, bir adamın himayesinde bulunur, güzel ve zengin de olursa, o adam onunla evlenir ve malını yerdi. Ama yetim kız çirkin ise, adam onunla evlenmek isteyen başkalarına mani olur ve kız ölünce de onun malına konardı. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ bu âyeti indirmiştir. Bil ki fetva isteme, kadınların kendileri hakkında değil, ancak onların bir halleri ve bir sıfatları hakkında olmuştur.Bu halin hangi hal olduğu âyette zikredilmemiş, bundan olayı âyet mücmel olmuş ve hakkında fetva istenenhususu göstermemiştir. Allahü teâlâ'nın, "Size kitapta okunup duran âyetler..." ifadesi hakkında birkaç görüş bulunmaktadır: 1) Buradaki (......) ism-i mevsulü, mübteda olduğu için mahallen merfudur. Buna göre ifadenin takdiri şöyledir: "De ki: "O kadınlara dair fetvayı Allah size veriyor ve kitapta okunan şeyler de size onlar hakkında fetva veriyor. Kitapta okunan bu şey şu âyettir:) 'Eğer yetim kızlar hakkında, adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız..." (Nisa, 3). Sözün özü şudur: Müslümanlar, kadınların pek çok halleri hakkında soru sormuşlardı. Bu hallerden, hükmü açıklanmamış olanlar hakkında Allahü teâlâ'nın, onlara fetva vereceği zikredilmiş; daha önceki âyetlerde hükmü açıklanmış olanlarla ilgili olarak da okunmakta olan o âyetlerin müslumanlara fetva verdiği belirtilmiştir. Böylece Kur'an'ın o hükme delalet etmesi, kitap tarafından bir fetva verme kabul edilmiştir. Görmüyor musun ki meşhur mecazî ifadede, "Bize bu hükmü Allah'ın kitabı açıkladı" denilir. Bu denilebildiği gibi, "Allah'ın kitabı bize bu fetvayı verdi" de denilebilir. 2) Âyetteki "Size okunup duran" ifadesi mübteda, "kitaptır" ifâdesi haberdir ve cümle, bir cümle-i mu'tarızadır. Buradaki "Kitap"dan maksad, Levh-i Mahfuz'dur. Bu ifadenin gayesi, onlara okunan âyetlerin durumunun yüceliğini belirtmek; yetimlerin hakları hususunda adaletli ve insaflı davranmanın, Allah katında riayet edilmesi ve gözetilmesi gereken büyük işler cümlesinden olacağına ve bunları ihlat edenlerin, Allah'ın yüceltip önemli kıldığı şeyi küçük görerek zulmetmiş kimse olacağına dikkat çekmektir. Kur'an'ın yüceltilmesi ne dair benzeri bir âyet de şudur: "Şüphesiz o (Kur'an), nezdimizdeki ana kitapda (olan), çok yüce ve çok kıymetli bir kitaptır" (Zuhruf, 4). 3) Bu ifade, kasem olduğu için mahallen mecrurdur. Sanki şöyle denilmektedir: "De ki: "Allah, o kadınlar hakkında fetva veriyor. Size Kitapta okunup duran (âyetlere) yemin olsun ki..." Kasem de, bir ta'zim (yücelik gösteren) ifadedir. 4) Bu tabir âyetteki, (......) kelimesindeki mecrur zamir üzerine atfedilmiştir. Buna göre mana şöyle olur: "De ki: "Allah, o kadınlar ve kitapta, yetim kadınlar (kızlar) hakkında okunan şeyler hususunda size fetva veriyor..." Zeccâc şöyle demiştir: "Bu izah şekli, lafza ve manaya bakıldığında son derece uzak bir ihtimaldir. Lafza nazaran böyledir. Çünkü bu durumda açıkisim, zamir üzerine atfedilmiş olur ki bu caiz değildir." Nitekim biz bu hususu (Nisa. 1) âyetinin tefsirini yaparken açıklamıştık. Manaya nazaran bunun uzak oluşuna gelince, çünkü bu görüş, Allahü teâlâ'nın bu meseleler hakkında fetva verdiğini ve kitapta okunup duran şeyler hususunda da fetva vermesini gerektirir. Malumdur ki burada kastedilen bu değildir. Maksad ancak, Allahü teâlâ'nın, onların sorduğu meselelerde fetva vermiş olduğu hususudur. Burada geriye iki soru kalmaktadır: Birinci soru: Âyetteki, sözü neye taalluk etmektedir? Cevap: Biz deriz ki: Bu ifade, birinci izah şekline göre, fiilinin sılasıdır. "O yetim kızlar hakkında size okunup duran" demektir. Diğer izah şekillerine göre ise, bu söz, (......) kelimesinden bedeldir. İkinci soru: sözündeki izafet, ne çeşit bir izafettir? Cevap: Kufeliler şöyle demişlerdir: "Bu, "Yetim kadınlar" manasındadır. Buna göre sıfat, mevsufuna izafe edilmiştir. Nitekim sen "yevmu'l-cum'a" (cuma günü) ve "hakke'l-yakin" (kat'î gerçek) dersin." Basralılar ise şöyle demişlerdir: "Sıfatın, mevsufuna izafe edilmesi caiz değildir. Binâenaleyh, denilmez. Çünkü sıfat ile mevsuf, tek bir şeydir. Bir şeyin kendisine izafe edilmesi imkansızdır." Bu izah zayıftır. Çünkü mevsuf bazan, sıfat olmaksızın bulunabilir. Bu da mevsuf'un, sıfattan başka bir şey olduğuna delâlet eder. Sonra Basralılar, bu görüşlerine bazı hükümler bina edip şöyle demişlerdir: "Âyette geçen kadınlar, yetimler değillerdir, yetimlerden başkalarıdır. Bu "kadınlardan murad "yetimlerin anneleri" olup, yetim evlatları da kendilerine izafe edilmiştir. Âyet-i kerime'nin Ümmü Kuhha hakında inmiş olması da buna delalet eder. Çünkü bu hanımın yetimleri vardı." Sonra Cenâb-ı Hak, "Kendileri için yazılmış olanı, kendilerine vermediğiniz (kadınlar)..." buyurmuştur. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "Hak teâlâ bununla, o kadınlar için âyette belirlenmiş mirası murad etmektedir." Bu izah, âyet-i kerimenin, yetimlerin ve çocukların miraslarının verilmesi hakkında nazil olduğunu söyleyenlerin görüşüne göredir. Diğer alimlerin görüşüne göre ise, bundan maksad mehirdir. Sonra Hak teâlâ, "ve nikahlamalarını beğenip istemediğiniz (yetimler)" buyurmuştur. Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "Bu tabir, hem istemek, hem de istememek manasına gelebilir. Eğer sen bunu isteme manasında alırsan, o takdirde mana "ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz.." şeklinde olur. Fakat bunu "istememe" manasına hamledersen, o takdirde mana, 've çirkin oldukları için nikahlamayı istemediğiniz..." şeklinde olur. Ebu Hanife (r.h)'nin ashabı bu âyeti, baba ve dede durumunda olmayan kimselerin (akrabaların), yetim kızı evlendirmelerinin oaiz olduğuna detil getirmişlerdir. Hanefilerin bu hususta, bu âyetten muradın, "Buluğa erdiklerinde, kendilerini (başkalarına) nikahlamayı arzu ettiğiniz..." şeklinde olabileceğine dair bir delilleri yoktur. Bizim görüşümüzün doğruluğuna delil ise şu rivayettir: Kudame Ibn Maz'un, kardeşi Osman İbn Maz'un'un kızını Abdullah İbn Ömer (radıyallahü anh) ile evlendirdi. Kıza Muğire İbn Şube de talib olmuştu. Kızın annesi de, (Muğire'nin) malının çokluğuna rağbet etmişti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldiler. Kudame, "Ben, onun amcası ve babası tarafından tayin edilmiş vasisiyim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "O henüz küçüktür ve ancak annesinin izniyle evlenebilir" dedi ve o kız ile Abdullah İbn Ömer'in arasını ayırdı (nikahlarını iptal etti)." Bir de âyet-i kerimede, velilerin, yetim kızları nikahlama arzularını zikirden öte birşey bulunmamaktadır. Bu durum ise bunun caiz olduğuna delalet etmez. Hak teâlâ daha sonra "ve aciz küçük çocuklar hakkında" demiştir. Bu kelime mecrur olup, (......) kelimesi üzerine atfedilmiştir. Araplar cahiliyye döneminde çocukları ve kadınları mirasçı saymıyorlardı. Onlar, çocukları ve kadınları değil de, sadece ağır ve güç işleri yapabilecek yaşa gelmiş olanları varis sayıyorlardı. Cenâb-ı Hak sonra, "Bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanızı..." buyurmuştur. Bu kelime de (mahallen) mecrur olup, "el-mustaz'afin"-in üzerine ma'tuftur ve bunun takdiri şöyledir: "Kitapta size okunup duran (âyetler), yetim kadınlar, aciz küçük çocuklar ve yetimler için adaleti ayakta tutmanız hususunda size fetva vermektedir. Her ne hayır yaparsanız, muhakkak ki Allah onu hakkıyla bilicidir." Yani, ona karşı sizin mükâfaatınızı verir ve O'nun katında, yaptığınız hiçbirşey boşa gitmez. |
﴾ 127 ﴿