134"Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır. Yemin olsun ki biz, sizden evvel kendilerine kitap verilenlere de, size de, "Allah'a saygılı olun" diye tavsiyede bulunduk. Eğer kâfir olursanız, şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır. Allah gani ve hamîddir. Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır; vekil olarak Allah yeter. Eğer o dilerse, ey insanlar, sizi giderir de (yerinize) başkalarını getirir. Allah buna hakkıyla kadirdir. Kim dünya mükâfaatını isterse, (bilsin ki) dünyanın da âhiretin de mükâfaatı Allah yanındadır. Allah semî ve basirdir" Bu âyetlerin önceki âyetlerle münasebeti hususunda iki görüş vardır: 1) Cenâb-ı Allah, kendisinin, karı ile kocadan herbirini kendi genişliğinden zengin edeceğini ve kendisinin vâsî olduğunu beyan edince, kendisinin vâsi oluşunun bir tefsiri gibi olan şeye işaret buyurarak, "Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır" buyurmuştur. Yani, böyle olan herkesin, mutlaka kudretinin, ilminin, cömertliğinin, fazlının ve rahmetinin geniş olması gerekir. 2) Allahü teâlâ, yetimlere ve yoksullara adaletle davranmayı ve onlara ihsanda bulunmayı emredince, bu şeyleri, kulların amellerine ihtiyacı olduğu için emretmediğini, çünkü semâvat ve arzın mâliki olan yüce zâtın, son derece zayıf ve kusurlu olan insanın ameline muhtaç olmasının düşünülemiyeceğini; aksine bunu, insanların hem dünya hem de âhiretlerinde kendileri için en güzel olan şeyi görüp gözetmeleri gayesiyle emretmiş olduğunu beyan buyurmuştur. Takva Emri Bütün Ümmetlere Verilmiştir Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bi, sizden evvel kendilerine kitap verilenlere de, size de, "Allah'a saygılı olun" diye tavsiyede bulunduk" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Bu âyetten maksat şudur: Allah'tan ittikâ etme emri, bütün ümmetler için umûm bir yasa olup, kendisine herhangi nesh ve tebdil arız olmamıştır. Hatta bu, gerek evvelkiler, gerekse sonrakiler hakkında, Cenâb-ı Hakk'ın bir vasiyyeti, (emridir). Yüce Allah'ın "sizden evvel" tabiriyle ilgili olarak da şu iki izah yapılmıştır: a) Bu ifadenin başındaki, daha önce geçen "tavsiyede bulunduk" fiiline taalluk etmektedir. Buna göre kelamın takdiri, "Yemin olsun ki biz, kendilerine kitap verilenlere sizden önce tavsiye etmiştik" şeklinde olur. b) Bu (......) fiiline taalluk etmektedir. Yani, "Sizden önce kendilerine kitap verilenlere bunu tavsiye ettik" demektir. Âyetteki, size de.." sözü, "kendilerine kitap verilenler" sözü üzerine atfedilmiştir. Âyetteki "Kitap" kelimesi, cins isim olup, bütün semavî kitapları ifade etmektedir. Kitap verilenlerden maksad, yahudi ve hristiyanlardır. Cenâb-ı Hakk'ın buyruğu, tıpkı senin "Sana hayrı emrediyorum" sözün ibidir. Kisâi şöyle der: "Arapça'da "Sana şöyle yap diye veya şöyle yapmanı tavsiye ettim" denilir. Yine "Sana Zeyd'e git diye veya Zeyd'e gitmeni emretmedim mi?" denilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Müslümanların ilki olmam emrolundu" (En'am, 14) ve "Ben ancak bu şehrin Rabb ine ibadet etmekle emrolundum" (Neml. 91) buyurmuştur. Allah'ın "Ganî" ve "Hamîd" İsimlerinin İzahı Sonra Cenâb-ı Allah, "Eğer kâfir olursanız, şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır. Allah ganî ve hamîddir" buyurmuştur. Âyetteki, olursanız" sözü "Allah'dan ittika edin..." sözü üzerine atf edilmiştir. Buna göre mana, "Hem onlara, hem size takvayı emrettik. Hem onlara hem de size, "eğer kâfir olursanız, şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah'a aittir" dedik" şeklindedir. Bu âyetle ilgili şu iki izah yapılmıştır: a) Allahü teâlâ, onların yaratıcısı, maliki ve onlara her türtü nimeti verendir. Binaenaleyh her akıllının, sevabını umarak ve azabından korkarak, O'nun emir ve yasaklarına boyun eğmesi gerekir. b) Eğer sizler küfrederseniz, göklerde ve yerde kendisine ibadet edip, O'ndan korkan bütün mahlûkat Allah'ındır. Bununla beraber O, hem mahlukâtından, hem de onların yapacakları ibadetlerden müstağnidir. Nimetlerinin çokluğundan ötürü hamdolunmaya müstehaktır. Eğer hiç bir mahlukâtı O'na hamdetmezse, bilesiniz ki onlar hamdetseler de, hamdetmeseler de, O, zâtı gereği (aslında) mahmûd (hamde lâyık yegâne) varlıktır. Burada Sözünün Tekrarının Faydası Daha sonra Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır; vekîl olarak Allah yeter." Eğer "Cenâb-ı Hakk'ın, "Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır" sözünün tekrar edilişindeki fayda nedir?" denilir ise, biz de deriz ki: "Cenâb-ı Mevlâ, bu âyetlerde şu üç hususu iyice izah edip ortaya koymak için, bu sözü üç kere tekrar etmiştir: Birinci husus: Allahü teâlâ, "Eğer (karı ile koca) birbirinden ayrılacak olurlarsa, Allah herbirini, kendi genişliğinden, ihtiyaçtan vareste kılar" (Nisa, 130) buyurmuştur. Bundan murad, Allah'ın çok cömert ve lûtf-u ikram sahibi olmasıdır. Bundan dolayı Allahü teâlâ, bunun peşisıra "Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır" demiştir. Bundan maksad, Allah'ın cömertlik ve kereminin geniş olduğunu iyice ortaya koymaktır. İkinci husus: Hak teâlâ, "Eğer kâfir olursanız, şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır" buyurmuştur. Bundan murad, "Allahü teâlâ itaat edenlerin taatından ve günahkârların günahından münezzehtir. O'nun celâli, ne taatlarla artar, ne de isyan ve günahlarla noksanlaşır" manasıdır. İşte bundan dolayı, bu âyetin sonunda, "Şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır" buyurmuştur. Bundan maksad ise, Allah'ın zâtı gereği her şeyden müstağni olduğunu (hiçbir şeye muhtaç olmadığını) ortaya koymaktır. Üçüncü husus: Allahü teâlâ, "Göklerde ve yerde olan şeyler Allah'ındır; vekil olarak Allah yeter. Eğer O dilerse, ey insanlar, sizi giderir de (yerinize) başkalarını getirir. Allah buna hakkıyla kadirdir" buyurmuştur. Bu, şu manayadır: "Allah hem yoketmeye, hem de varetmeye kadirdir. Dolayısıyla, eğer O'na isyan ederseniz, bilin ki, sizi tamamen yokedip, ortadan kaldırmaya ve kendisine ibâdet ve ta'zim ile meşgul olacak başka bir topluluğu getirmeye kadirdir." Binaenaleyh bu sözün, bu âyette yer almasından maksad, Hak teâlâ'nın herşeye gücünün yettiğini iyice ortaya koymaktır. Bu tek bir delil, birçok manaya delâlet edince, kendisi ile, o manalardan herbirine istidlal olunsun diye, bunu burada zikretmek güzel ve yerinde olmuştur. Sonra Cenâb-ı Hak, bu delili, ikinci manaya istidlal edilsin diye, ikinci kez; üçüncü bir manaya istidlal edilsin diye de üçüncü kez zikretmiştir. İşte bu tekrar, delili bir defa söylemekten daha güzel ve daha uygundur. Çünkü delil zikredilince, hatıra medlulü bilmeyi gerektiren şeyler gelir. Binaenaleyh bu medlul ile elde edilen ilim, daha kuvvetli ve daha açık olmuş olur. Böylece bu tekrarın, son derece güzel ve mükemmel olduğu ortaya çıkmış olur. Hem, sen bu delili üç kez tekrar edip, her defasında da Allah'ın bir başka celâl sıfatının isbatını O'na dayandırdığın zaman, zihin Allah'ın gökleri ve yeri yaratmasının, çok yüce birtakım esrara ve gayelere delâlet ettiği hususunda gafletten uyanır. İşte o zaman da insan, göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür edip, onların halleri ve sıfatları ile yaratıcının sıfatlarına istidlal etme gayretine girer. Bu kerîm olan Kur'ân'ın genel ve esas maksadt, akılları ve fehimleri, Allah'dan başkası ile meşgul olmaktan kurtarıp, marifetullah'a gark olmaya sevketmek olup, bu tekrar da bu gayenin tahakkukunu ifade edip, onu kuvvetlendirince, hiç şüphesiz ki bu tekrar son derece güzel ve yerinde olmuştur. Cenâb-ı Hak, "Allah buna hakkıyla kadirdir" demiştir. Bu, "Allahü teâlâ, her an ve her zaman herşeye kadirdir. Zira O'nun herşeye kadir oluşu, eğer sonradan olan birşey olsaydı, sonradan olan bu kudret başka bir kudrete muhtaç olurdu. O takdirde de teselsül gerekirdi. Sonra Hak teâlâ, "kim dünyâ mükâfaatını isterse, (bilsin ki) dünyanın da, ahiretin de mükâfaati Allah yanındadır" buyurmuştur. Bu, "Yaptıkları cihad ile, sadece ganimet elde etmek isteyenler hatalıdırlar. Çünkü Allah katında, hem dünya, hem âhiret mükâfaatı vardır. Bundan dolayı niçin o insan, âhiret mükâfaatına oranla, sanki bir hiç gibi olan dünyevî mükâfaatı istemekle yetinir? Eğer o, akıllı bir kimse olsaydı, âhiret mükâfaatını isterdi ve kendisine hem bu mükâfaat, hem de ona bağlı olarak, dünya mükâfaatı verilirdi" demektir. Eğer, "Allah katında, insanın ister böyle bir isteği olsun, ister olmasın, hem dünya hem âhiret mükâfaatı olduğu halde, niçin şartın cevabının başına "fâ" gelmiştir?" denilir ise, biz deriz ki: Kelâmın takdiri şöyledir: "Eğer Allah isterse, o kimse için, hem dünyanın hem de âhiretin mükâfaatı Allah katındadır." Bu takdire göre, cevap (ceza), "Allah'ın irade etmesi" şartına bağlanmıştır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah, semi ve basirdir" buyurmuştur. Yani, Allah onların sözlerini duyar. Çünkü onlar, cihad yapmakla, ganimet elde etmekten başka bir gaye gütmezler. Yine Cenâb-ı Hak onların sadece ganimet elde etmek için yaptıkları savaşlarda say'u gayret gösterdiklerini görüp bilir. Bu ifâde, adetâ Allah'dan onları, bu gibi işlerden bir men etme manasındadır. |
﴾ 134 ﴿