141

"Onlar, hep sizi gözetleyip duranlardır. Onun için eğer Allah'dan size bir feth nasib olursa: "Biz sizinle beraber değil miydik?" derler. Şayet kâfirlere bir hisse düşerse, (o zaman da onlara), "Biz size (yardım ederek) galib gelmenizi temin etmedik mi? Sizi mü'minlerden korumadık mı?" derler. Artık Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, kâfirlere, müminlerin aleyhinde olacak bir yol (ve imkanı) asla bahşetmez"

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar, hep sizi gözetleyip duranlardır" buyruğu, ya (Nisa, 139) sözünden bedeldir, yahud, (Nisa. 140) kelimesinin sıfatıdır, veyahut da zemmolmak üzere mansubtur. Hak teâlâ'nın sözü ise, "Onlar, meydana gelebilecek hayır ve şerri gözetirler... Bu durumda, eğer sizin yahudilere bir üstünlüğünüz söz konusu olursa, onlar size (mü'minlere), "Biz sizinle beraber değil miydik?" derler. Yani, "Bize, ganimetten payımıza düşeni veriniz." Eğer yahudiler, müslümanlara karşı guiib gelirlerse, onlar, "Biz size (yardım ederek) galip gelmenizi temin etmedik mi?" derler" demektir.

Tabirinin Tefsiri

Bir kimse bir kimseye üstün gelip, onu yendiğinde, denilir. Bu tabirin tefsiri hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a) Bu tabirin, "Biz size galip gelmedik mi ve sizi öldürmek ve esir etmek imkanına sahip olmadık mı? Ama buna rağmen, işte bunlardan hiçbirisini yapmadık... Onları sizden uzaklaştırmak, onların kalblerini zayıflatacak (morallerini bozacak) şeyleri, onlara varmış gibi göstererek ve onların sizlere galib gelmelerine önem vermeyerek, sizi müslümanlara karşı korumadık mı? Binâenaleyh, elde ettiğiniz şeylerden, ganimetlerden bize düşen payı verin!" anlamında olmasıdır.

b) Bu ifadenin manası şöye olabilir: "Muhakkakk ki bu kâfirler ve yahudiler, İslam'a girmeye yeltenmiş, sonra münafıklar, kâfirleri ve yahudileri bundan caydırmışlar, onları İslam'dan alabildiğine nefret ettirmişler ve onlara, "Hazret-i Muhammed'in davası gittikçe zayıflayacak, sizinki ise kuvvetlenecektir" hissini vermişlerdir. Tesadüfen, o kâfir ve yahudilerin, müslümanlar üzerinde bir hükümranlığı söz konusu olduğunda münafıklar, "Biz, İslam'a girmeniz hususundaki görüşünüze galip gelip baskın çıkıp da, sizi o İslam'a girmekten men etmedik mi? Size, O'nun davası zayıflayacak, sizin davanız ise güç ve kuvvet bulacak demedik mi? Binâenaleyh siz, bizim sözümüzün doğruluğunu şu anda müşahede ettiğinize göre, elde ettiğiniz ganimetlerden bizim hissemizi veriniz..." Netice olarak diyebiliriz ki münafıklar, "Bu faydalı şeylere sizi iletip götüren biziz... Binâenaleyh, elde ettiğiniz şeylerden bizim hissemizi de verin!.." diyerek, yaptıklarını kâfirlerin başına kakıyorlardı.

İmdi şayet, "Cenâb-ı Hak niçin, müslümanların zaferini "feth"; kâfirlerin başarısını ise, "hisse, nasib" diye adlandırmıştır?" denilirse, biz deriz ki:

Bu, mü'minlerin şanını yüceltmek, kâfirlerin hisselerini hakir görüp önemsememektir. Çünkü mü'minlerin zaferi, öylesine büyük bir iştir ki, bundan ötürü göklerin kapıları açılmış ve böylece de melekler, Allah'ın dostlarına fethi indirmişlerdir.

Kâfirlerin başarısı ise, değersiz, sona erici ve dünyada zemm, ahirette de cezadan başka bir izi ve eseri kalmayan bir nasibtir, hissedir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Artık Allah, kıyamet günü, mü'minler ile münafiklar arasında hükmünü verecektir" buyurmuştur. Buna göre mana, "Allahü teâlâ, bu dünyada münafıkların öldürülmesini emretmemiş, aksine onların cezalarını ahirete ertelemiştir.

Allah'ın, Mü'minlere Karşı Kâfirlere Fırsat Vermemesi

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah, kâfirlere, mü'minlerin aleyhinde olacak bir yol (ve İmkanı) asla bahşetmez" buyurmuştur. Bu ifadenin izahı hakkında iki görüş vardır:

a) Bu, Hazret-i Ali ve İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür. Buna göre bu ifadeden murad, bunun, lyamet gününde böyle olmasıdır. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadeyi, "Artık Allah, kıyamet günü, aranızda hükmünü verecektir" ifadesine atfetmiş olmasıdır.

b) Bundan muradın, bunun dünyada böyle olmasıdır. Ancak ne var ki bu, "delil bakımından" olma manasına tahsis edilmiştir. Buna göre mana, "Müslümanların delili herkesin deliline galibtir, üstündür... Hiç kimse, hüccet ve delil bakımından müslümanları mağlub edemez" şeklindedir.

c) Bu, delilin tahsis ettiği durumlar hariç, her şey hakkında genel bir hükümdür. Şafiî (r.h) bu âyete dayanarak birkaç mesele irad etmiştir:

1) Kâfir, müslümanın malına el koyup, o malı da daru'l-harbte koruduğu zaman, o, bu âyetin delaletiyle o malın maliki ve sahibi olamaz.

2) Kâfir kimse, bu âyetin delaletiyle, müslüman bir köleyi satın alamaz.

3) Bu âyetin delaletine göre, müslüman, (kısas yoluyla) zımmiye mukabil öldürülemez.

Münafıklar Aldattıklarını Sanırken Asıl Kendileri Aldanırlar

141 ﴿