143"Münafıklar, (akıllarınca) Allah'ı aldatmak isterler. Halbuki O, kendi oyunlarını başlarına geçirendir. Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı ancak birazcık anarlar. Onlar, (küfr ile iman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır. Ne onlara, ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol bulamazsın" Cenâb-ı Hakk'ın, "Münafiklar, (akıllarınca) Allah'ı aldatmak İsterler. Halbuki O, kendi oyunlarını başlarına geçirendir" buyruğundaki "hud'a"nın tefsiri, Bakara süresindeki (Bakara. 8) âyetinin tefsirinde geçmişti. Zeccâc bu âyetin tefsiri hususunda şöyle demiştir: "Onlar Allah'ı, yani Allah'ın Resulünü aldatmak isterler. Yani, Allah'ın Resulünün yüzüne karşı iman ettiklerini söyler, ama içlerinde küfürlerini muhafaza ederler. Bu ifade şekli, şu âyette olduğu gibidir: "Gerçekte sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar" (Fetih, 10). Allah'ın "O da onlara hud'a yapar" buyruğu, "Onları, yaptıkları tuzaklarına karşılık cezalandırır" demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Allah, onlara ahirette hud'a yapar. Çünkü orada, mü'minlere verdiği gibi, o münafıklara da bir nur verir. Derken onlar sırat köprüsüne geldiklerinde, nurları sönüverir ve karanlık içinde kalıverirler. Bunun delili, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların hail bir ateş yakanın hali gibidir ki o (ateş), çevresindekileri aydınlatınca Allah ışıklarını giderip, kendilerini karanlıklar içinde, görmez kimseler halinde bırakıvermiştir" (Bakara, 17) âyetidir" demiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Onlar namaza kalktıktan vakit, üşene üşene kalkarlar" buyurmuştur. Yani onlar müslümanlarta birlikte namaza kalktıklarında, ağırdan alarak yavaş yavaş kalkarlar. İşte Arapça'da (......) kelimesinin manası budur. Bu tembelliğin ve üşenmenin sebebi şudur: Onlar namaza, o esnada yavaş yavaş kalkıp giderler, kıldıkları namazdan bir sevap ummaz, kılmadıkları namazlardan bir ceza beklemezler. İşte bu bakımlardan, onları namaz kılmamaya götürecek olan sebep daha kuvvetlidir. Namaz kılmaya götüren sebep ise, sadece insanlardan çekinmeleridir. Onları namaz kılmaya götüren sebep, her ne zaman böyle olursa, onlardan çıkacak fiil, işte bu şekilde üşenme ve gevşeklikle yapılmış olur. Keşşaf sahibi, buradaki (......) kelimesinin cem'i olarak, kef'in zammesi veya fethasıyla okunduğunu ve bunun tıpkı, (sarhoş) kelimesinn cem'inin, sîn'in fethası ve zammesi ile şeklinde olması gibi olduğunu söylemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "İnsanlara, gösteriş yaparlar. Allah'ı ancak birazcık anarlar" buyurmuştur. Bu, "onlar namaza, dinin emri olduğu için değil, gösteriş ve desinler için kalkıp giderler" demektir. Eğer, "ru'yet (görmek) masdarının, mufa'ale babındaki "mura'at" şekli ne demektir?" denilir ise, biz deriz ki: "Müra'i, insanlara yaptığı işin güzelliğini göstermeye çalışır, insanlar da onu görürler." Münafık, Allah'ı Çok Az Hatırlar Bu ifadedeki, "Allah'ı ancak birazcık anarlar" sözü hakkında şu izahlar yapılmıştır: a) Burada bahsedilen "Allah'ı anma"dan murad, namazdır. Buna göre ifade, "Onlar, çok az namaz kılarlar" demektir. Çünkü her ne zaman, yanlarında yabancı birisi (yani bir mü'min) bulunmazsa, namazı kılmazlar. Ama mü'minlerin yanında oldukları ve namaz vakti girdiği zaman, namaz kılmamak için zorlanırlar ve böylece de müminlerin gözlerinden kaybolurlar. b) Bahsedilen, "Allah'ı anma "dan murad şudur: Onlar kıldıkları namazlar esnasında, Allah'ı çok az anarlar. İşte bu az olan anmaları da, mesela namazın tekbirleri gibi açıktan söylenmesi gereken hususlardır. Fakat namazdaki kıraat ve tesbih gibi, gizli (sessiz) okunan şeylere gelince, onlar bunları hiç söylemezler. c) Bundan murad şudur: "Onlar ister namaz vakitleri olsun, ister olmasın, bütün zamanlarında, Allah'ı nadiren anarlar." Keşşaf sahibi, "İşte bu şekilde, müslümanlıktan dem vuran bir çok insanla, günler ve geceler boyu arkadaşlık yapıp beraber buıunsan, kendisinden ne bir tehtil (lâilahe illallah sözü), ne de bir tesbih duyamazsın. Ancak dünyevi işlerden bahsetmek bütün günlerini ve gecelerini alır ve bu sözlerden hiç ayrılmaz. Bunlardan birçoğunu işte böyle görürüz" demiştir. d) Katâde, "Bu âyette "Ancak birazcık" buyrulmuştur. Çünkü Allah onların anmalarını kabul etmemiştir. Allah'ın kabul etmediği şey, ne kadar çok olursa olsun, az; kabul ettiği şey de ne kadar az olursa olsun, çok sayılır." Münafık İki Sürü Arasında Bocalayan Şaşkın Koyundur Sonra Cenâb-ı Hak, "Onlar, (küfür ile iman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır. Ne onlara, ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol bulamazsın" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Buradaki (......) kelimesi, ya (gösteriş yaparlar) tinden veya "Allah'ı ancak birazcık anarlar" ifadesinden hâldir. Bunun "zemm"den ötürü mansub olması da muhtemeldir. Münafıktaki Kararasızlığın Tahili "Müzebzebîn", "şaşkın olarak" demektir. Hakiki manada "müzebzeb", her iki tarafa da gidip gelen ve bir tarafta karar kılmayan demektir. Ancak (......) fiilinde, (......) fiilinde bulunan "bu işi tekrar tekrar yapma" manası yoktur. Binâenaleyh manası, "O, her ne zaman bir tarafı tutsa ve yönelse, onu müdafaa eder. Bil ki bunun sebebi şudur: Fiil, bir sebebe dayanır. Binâenaleyh fiile götüren sebep, dünyevî bir maksad olunca, hareket ve gidip gelme çoğalır. Çünkü bu dünyanın menfaatleri ve sebepleri değişkendir ve süratli bir şekilde değişir. Fiil, sebebine; sebep de maksada bağlı olup, maksad da çabuk çabuk değişince, insanın meyil ve isteğinde de değişikliklerin meydana gelmesi gerekir. Çoğu kez sebepler ve maniler birbiriyle çatışır. Bundan dolayı insan, şaşkınlığa ve tereddüde düşer. Ama yaptığı işteki gayesi, kalıcı hayır işleri yapmak ve manevi saadetleri kazanmak olan bu gayelerin, kalıcı ve değişikliklerden uzak şeyler olduğunu bilen kimseye gelince, şüphesiz böylesi insan, daha kararlı ve sebatlı olur. İşte bu manadan dolayı, Cenâb-ı Allah mü'minleri. "sebatlı" olarak tavsif etmiş ve "Allah, iman edenlere daima sebat ihsan eder" (ibrahim, 27); "Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile mutma'in olur" (Rad, 28) ve "Ey mutmain nefis..." (Fecr, 27) buyurmuştur İbn Abbas bu kelimeyi, ikinci "zal"ın kesresi ile (......) şeklinde okumuştur ki, "onlar, kalblerini, dinlerini veya görüşlerini (iman ile küfür arasında) bocalatanlardır" manasına gelir. Bu, (dalgalı ses çıkardı) kelimelerinin aynı manaya gelmeleri gibi, bu da, ile aynı manayadır. Abdullah İbn Mes'üd (radıyallahü anh)'un mushafında bu kelime, şeklinde yer almıştır. Ebu Cafer'in, bu kelimeyi dâl ile, (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir ki, bu sanki şu manada olur: "Onlar, kâh şu yolda, kâh öteki yolda olurlar ve tek bir yolda durmazlar yol manasında olup, hayvanların yürüdüğü yer demektir. Âyetteki (......) ifâdesi, "küfür ile iman arasında" veya "kâfirlerle mü'minler arasında" manasındadır. işareti ile, bir topluluğa işaret edilebilir. Bunun izahı, (Bakara, 68) âyetinin tefsirinde geçmişti. Kâfirler ve mü'minlerden, "Onlar mü'minlerî bırakıp, kâfirleri dost edinenlerdir" (Nisa, 139) âyetinde bahsedilmiştir. Bu iki grup insanın bahsi yukarıda geçince, küfür ve imandan da bahsedilmiş gibi oldu. Katâde âyetin, "Onlar, ne ihlâslı mü'min, ne de şirklerini açıkça ifade eden müşrik olmuşlardır" manasında olduğunu söylemiştir. Alimlerimiz bu âyeti, dindeki şaşkınlığın da, Allah'ın yaratması ile olduğuna delil getirerek şöyle demişlerdir: "Âyetteki, "müzebzebin" ifadesi, onları bocalatan ve onları hayret ile şaşkınlıkta bırakan bir varlığın olmasını gerektirir. Bu, kulun iradesi ile olmaz. Çünkü tereddüd ve şaşkınlık verecek, birbirine zıd sebepler insanın kalbine geldiğinde, insan bu tereddüdü gidermeye çalışsa da, buna gücü yetmez. Ama kendine dönse ve kendi durumunu iyice düşünse, halinin, bizim söylediğimiz şekilde olduğunu anlar. Bu şaşkınlığa düşmesinin mutlaka bir sebebi (faili) olması gerektiği ve bunun da kendisi olmadığı sabit olduğuna göre, bunun yaratıcısının Allahü teâlâ olduğu sabit olur. Böylece de herşeyin Allah'dan olduğu ortaya çıkar. Eğer, "Âyetteki, "Ne onlara, ne bunlara (mal olurlar)" ifadesi, o münafıkları, hem mü'minterin hem de tam kâfirlerin yolunu bırakmış olmalarından dolayı zemmedilmeleri manasına gelir. Bu ise Allahü teâlâ'nın, onları, kâfirlerin yolunda olurlarsa, kınamayacağı manasına gelir ki caiz değildir?" denilir ise, biz deriz ki: "Kâfirlerin yolu, her ne kadar kötü ise de, münafıkların yolu daha kötüdür. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, Bakara suresinin başında kâfirleri iki âyette, münafıkları ise on küsur âyette kınamıştır. Bu da ancak, münafıkların yolunun kâfirlerin kinden daha kötü ve adi olmasından ileri gelmiştir. Binâenaleyh Hak teâlâ münafıkları, küfrü bıraktıkları için değil, fakat küfürden daha adi ve kötü bir yola dönmüş oldukları için kınamıştır. Sonra Cenâb-ı Hak, "Allah kimi şaşırtırsa, attık ona yol bulamazsın" buyurmuştur. Alimlerimiz, bu âyeti kendi görüşlerine şu iki şekilde delil getirmişlerdir: 1) Allahü teâlâ'nın, bu ifadeyi "Onlar (küfür ile îman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır" sözünün peşinden getirmesi, bu bocalatmanın Allah tarafından olduğunu gösterir. Aksi halde, bu ifadenin kendinden öncesi ile bir ilgi ve bağı kalmaz. 2) Bu, Allahü teâlâ'nın onları dinden saptırmış olduğu hususunda açık bir ifadedir. Mutezile ise şöyle der: "Bu âyette bahsedilen saptırma, Allah'ın, lütuf fiillerini o kuldan çekip alması veya o kulun sapıtmış olduğuna hükmetmesi, veyahut da o kulu, Kıyamet günü cennetin yolundan saptırması manalarına gelir." Mutezilenin bu izahlarına defalarca cevap vermiştik. |
﴾ 143 ﴿