MÂİDE SÛRESİ1Bu sûre yüzyirmi Ayettir ve Medine'de nazil olmuştur. "Ey iman edenler, akidlerinizi (sözlerinizi) yerine getirin. Siz ihramlı olduğunuz halde, avlanmayı helal saymamak şartıyla ve size (aşağıda) okunacak olanlar müstesna hayvanların (etleri) helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediğine hükmeder". Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır: Akdi Yerine Getirmenin Manası ve Önemi Arapça'da (aynı manada olmak üzere)o (Ahdinde durdu) denilir."Âhidlerini yerine getirenler" (Bakara, 177) âyeti de böyledir. "Akd", birşeyi birşeye çok sıkıca ve sağlamca bağlamak demektir. Buna göre "ahd", ilzam (mecbur kılma); "akd" ise iltizam, yani o mecburiyeti çok sağlam bir şekilde kabul etmek demektir. İman, Allah'ın zâtını, sıfatlarını, hükümlerini ve fiillerini bilip tanımaktan ibaret olup, bütün mükellefiyet, emir ve yasakları hususunda Allah'a inkıyadın bütün mahlûkâta vacib oluşu da O'nun hükümlerinden birisi olunca, âyette geçen akid, imanın kendisinin gerçekleşmesinde nazar-ı itibara alınan şeylerden birisi olmuş olur. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "Ey iman edenler, akidlerinizi yerine getirin" demiştir. Bu "Ey Allah'a inkıyâd ve itaati göstermede, çeşitli akid ve ahidlere iman etmeyi kabul etmiş kimseler, o akidlerinizi yerine getiriniz" demektir. Allahü teâlâ, bu âyette de olduğu gibi, kullarına olan buyruklarını, "akidler" diye ifade etmiştir. Çünkü O, bu akidleri, tıpkı birşeyin birşeye sağlam bir iple bağlanması gibi, kullarına bağlamıştır. Bil ki Cenâb-ı Allah, bu tekliflerini, hem bu âyette, hem de "Fakat (Allah), kalblerinizin akdettiği (azmettiği) yeminler yüzünden sizi hesaba çeker" (Mâide. 89) âyetinde olduğu gibi, bazan "akidler" diye; bazan da, "Siz bana karşı olan ahdinizi yerine getirin, ben de size karşı olan ahdimi yerine getireyim" (Bakara, 40) ve "Karşılıklı anlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve yeminlerinizi bozmayın" (Nahl, 91) âyetlerinde olduğu gibi, "ahidler" diye adlandırmıştır. Netice olarak diyebiliriz ki Cenâb-ı Hak bu âyette, hem yapmak hem de yapmamak açısından mükellef tuttuğu şeylerin yerine getirilmesini emretmiştir. Bir Nezir Meselesinde Hanefi İle Şafili Arasındaki Fark Şafiî (r.h) şöyle der: "Bir kimse, bayram günlerinde oruç tutmayı veya çocuğunu kesmeyi nezretse, bu nezir hükümsüz olur." Ebû Hanife (r.h) ise, tam aksine bu nezrin sahih bir nezir olduğunu söylemiştir, Ebû Hanife'nin delili şudur: Bu kimse, oruç tutmaya ve çocuğunu kesmeye nezr etmiştir. Binâenaleyh bu kimsenin oruç tutması ve kesmesi gerekir. Bu iki cümleden birincisinin izahı şöyledir: Bu kimse bayram gününde oruç tutmaya ve çocuğunu kesmeye nezretmiştir. Halbuki bayram günü oruç tutmak, hem oruç tutma, hem de o orucun bayram gününde olmasından meydana gelmiş bir mahiyettir. Çocuğu kesme de, hem kesme fiilinden, hem de o kesmenin çocuk üzerinde olmasından meydana gelmiş bir iştir. Mürekkeb bir işi yapan kimse, o mürekkeb (birleşik şeyi) meydana getiren parçalardan her birini yapmış demektir. Binâenaleyh bayram günü oruç tutmayı veya çocuğunu kesmeyi kendisine gerekli kılan kimse, hiç şüphesiz oruç tutmayı ve kesme işini iltizâm etmiş olur. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: "Akidlerinizi yerine getirin" (Mâide. 1); "Niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz" (Saf. 2) ve "(onlar), nezirlerini yerine getirirler" (insân, 7) âyetleri ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Adağını yerine getir" hadis-i şerifinden dolayı, o kimsenin oruç tutması ve kesme işini yerine getirmesi gerekir. Velhasıl o kimse, orucunun bayram günü olması ve kesme işinin çocuk üzerinde tahakkuk etmesi bakımından, bu nezrini lağv etmiş, hükümsüz kılmıştır. Fakat umumî lafız, tahsisten sonra hüccettir. (Binâenaleyh o, bayram günleri dışında orucunu tutar ve kesme işini de, kurban olabilecek bir hayvan üzerinde ifa eder.) Şafiî (r.h)'nin delili şudur: "Bu, günah olan bir işi nezretmektir. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Allah'a karşı mâsiyet olan bir hususta nezir yapılamaz" Nesai, Eyman, 41 (7/26); Müsned, 4/433 hadis-i şerifinden ötürü, bu bir lağv (hükümsüz) nezir olur." Alış-verişte Meclis Muhayyerliği Meselesinde Farklı İçtihatlar Ebû Hanife (r.h), alış-verişte meclis muhayyerliğinin olmadığını ileri sürerken, İmam Şafiî (r.h), bunun olduğunu söylemiştir. Ebû Hanife'nin delili şudur: "Alış-veriş yapılıp kesinleşince, âyetteki "akidlerinizi yerine getirin" emrinden ötürü, artık onu bozmanın haram olması gerekir." Şafiî'nin delili ise şudur: O, âyetin bu umûmi hükmünü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Alış-veriş yapan iki kişiden her biri, bulunduktan o yerden (meclisten) ayrılmadıkları müddetçe, muhayyerdirler (isterlerse, bu alış-verişi feshedip bozabilirler)" hadisi ile tahsis etmiştir. Üç Talakı Birden Verme Konusunda Farklılık Ebû Hanife (r.h), üç talak hakkının hepsini birden kullanmanın haram olduğunu söylerken; Şafiî (r.h), bunun haram olmadığını söylemiştir. Ebû Hanife'nin delili şudur: "Hak teâlâ'nın "(Farz olan iddet) son buluncaya kadar, nikah akdini bağlamaya azmetmeyin..." (Bakara. 235) âyetinden ötürü, nikah da bir akiddir. Binâenaleyh, "akidlerinizi yerine getirin" âyetinden ötürü de, o akdi bozmanın haram olması gerekir. Bu ifade ile, icmâya dayanılarak, bir talak verme (yani üç talaktan birini kullanma) hakkında amel edilmemiştir. Binâenaleyh âyetin hükmünün, birden fazla talakta, devam etmesi gerekir. Şafiî (r.h), âyetin bu umumî hükmünü şu kıyas ile tahsis etmiştir (sınırlamıştır): "Eğer cem (yani üç talakı birden vermek) haram olmuş olsaydı, (verilmesi halinde) geçerli olmazdı. Halbuki bu geçerlidir. Binâenaleyh, bu haram değildir." Yiyecekler Konusunda İnsanların Mükellefiyetleri Allahü teâlâ, "Hayvanların (etleri) size helal kılındı" buyurmuştur. Bil ki Allahü teâlâ önceki ifade ile, bütün mükelleflere, tekliflerinin hepsini kabul etmelerinin gerektiğini iyice beyân edince, külli ve esas kaide mesabesinde olan bu hükümden sonra mufassal olarak tekliflerini saymaya başlamış ve önce yiyeceklerin helal ile haram olanlarını zikredip, "Hayvanların (etleri) size helal kılındı" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: “Behimetu'l-En'am” Tabrinin İzahı Alimler şöyle demişlerdir: "Aklı olmayan her canlı, "behîme"dir. Bu, Arapların, birisine bir şey güç geldiğinde söyledikleri ve "yolu kapalı" manasında söyledikleri , sözlerinden alınmıştır. Daha sonra bu isim, karada ve denizde yaşayan her dört ayaklı hayvan hakkında kullanılmıştır. Âyette geçen "en'âm", deve, sığır ve davar demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "En'âm'ı da (Allah sizin için) yaratmıştır. Bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve nice nice faydalar vardır... Atları katırları ve merkebleri de (sizin için) yarattı" (Nahl, 5-8) buyurmuş ve böylece "en'âm" ile "at, katır ve eşeğin" farklı olduğunu belirtmiştir. Yine Cenâb-ı Allah, "Ellerimizin yaptıklarından, kendileri için onca enamı yarattığımızı, bu sayede onlara mâlik olmuş bulunduklarını görmüyorlar mı? Biz onları, kendilerine itaatkâr kıldık. İşte binecekleri bunlardan ve yiyecekleri bunlardandır" (Yasin, 71-72) ve "En'âm'dan, yük taşıyacak, (tüyünden) döşek yapılacak olanları yaratan da O'dur. Allah'ın size rızık yaptığı şeylerden yiyiniz... (Allah) sekiz çift (yarattı): Koyundan bir çift, keçiden bir çift, deveden bir çift, sığırdan bir çift" (Enam, 142-144) buyurmuştur. Vahidî (r.h); "En'âm" sözüne, tırnaklı hayvanlar girmez. Çünkü bu kelime, "yumuşak basma" manasına gelen, (......) tabirinden alınmıştır" demiştir. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: hakkında, şu sorular sorulmuştur: 1) "Behîme", bir cins; "en'âm" ise "tür"dür. Buna göre, bu tabir tıpkı "Hayvanü'l-insan" (insan olan canlı) denilmesi gibidir ki, bu sonra getirilmesi gerekenin, önce getirilmesi demektir? 2) Eğer Allahü teâlâ. "Sizin için en'âm helal kılındı" demiş olsaydı, bu da aynı manayı ifade ederdi. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, bir başka âyetteki "Karşınızda okunan (hayvanlar) müstesna, en'âm size helal kılındı" (Hacc, 30) buyruğudur. Binâenaleyh bu âyette, "behîme" kelimesinin ilaveten getirilmesinde ne fayda vardır? 3) Allahü teâlâ, "behîme" lafzını müfred, "en'âm" lafzını ise cemî olarak getirmiştir. Öyle ise bunun faydası nedir? Birinci soruya, şu iki şekilde cevap veririz: 1) Bu ifadede, gerek "behîme", gerek "en'âm" kelimeleri ile aynı şey murad edilmiştir. Binâenaleyh behîme"nin, "en'âm"a izafesi, beyân içindir. Bu tür izafet (den, dan) manasındadır. Meselâ (gümüş'den olan yüzük, gümüş yüzük) gibi. Binâenaleyh âyetteki bu izafet, "En'âm'dan olan behîme" demektir. Veyahut da bu izafet, te'kid içindir. Tıpkı bizim O şeyin kendisi, bizzat aynısı" dememiz gibi... 2) "Behîme" ile birşey, "en'âm" ile de başka birşey murad edilmiştir. Bu takdirde şu iki izah yapılabilir: a) "Behîmetü'l-en'âm" tabirinden maksad, ceylan, vahşi sığır ve benzeri hayvanlardır. Sanki Araplar, geviş getirme ve köpek dişleri olmama bakımından, "en'âm'a benzeyen behâim cinsi hayvanları kastetmişlerdir. Böylece "behîme" kelimesi, aradaki bu benzerlikten ötürü, "en'ân"a muzaf kılınmıştır. b) Buradaki "behîme"den maksad, "en'âm"ın karnındaki yavrularıdır. Nitekim rivayet olunduğuna göre, İbn Abbas (radıyallahü anh), bir sığır kesilip, karnından bir cenin çıkınca, onun kuyruğundan tutarak, "Bu, en'âm'ın behîmesidir" demiştir. İbn Ömer (radıyallahü anh)'in de, "Bu, en'âm'ın ceninleridir. En'âm'ın kesilmesi bunun da kesilmesi yerine geçer" dediği rivayet edilmiştir. Bil ki bu izah, İmam Şafiî (r.h)'nin, "Cenin, annesinin kesilmesi ile kesilmiş sayılır" şeklindeki görüşünün doğruluğuna delâlet eder. Mecuselerin Hayvan Kesmeye İtirazlarına Cevap Seneviyye şöyle demişlerdir: "Hayvanları kesmek, onlara eziyet etmek demektir. Eziyet verme ise, kabîh (kötü) biriştir. Kabîh olan işe, Rahîm ve Hakîm olan ilah razı olmaz. Binâenaleyh hayvanları kesmenin, Tanrının hükmü ile helal ve mubah olması imkânsızdır. Bunun doğruluğunu gösteren birşey de şudur: Bu hayvanlar, kendilerini müdafaa edemezler. Onlar kendilerine eziyet edene karşı, sözle müdafaa da yapamazlar. Eziyet vermek kabîhtir. Fakat böylesine âciz ve çaresiz varlıklara eziyet etmek daha kabîhtir." Bil ki bütün müslüman fırkalar (mezhepler), bu şüphe yüzünden birçok değişik gruplara ayrılmışlardır. Bu cümleden olarak Mükremiyye Mükremiyye, Haricîlerden bir Koldur. Mükrem İbn Abdullah el-İclî tarafından kurulmuştur. Namazı terkedenleri kâfir sayarlar (ç), şöyle demiştir: "Biz, hayvanların kesilirken acı duyduğunu kabul etmiyoruz. Cenâb-ı Hak onlardan, kesilmenin acısını kaldırmıştır. Bu, zaruri ve mecburi olan şeylerdeki diretip sabretme gibidir" Mu'tezile ise, "Biz, eziyetin ve acı vermenin, mutlak olarak (kayıtsız-şartsız) kabîh olduğunu kabul etmiyoruz. Bu ancak daha önce işlenmiş bir cinayete ve bir bedele karşılık olmadığı zaman kabîh olur. İşte burada Allahü teâlâ, bu hayvanlara, âhirette kıymetli karşılıklar verecektir. Binâenaleyh bu kesme, zulüm olmaktan çıkar. Sözümüzün doğruluğuna, güzel olduğu akıllarımızca da anlaşılan şu husus da delâlet eder: "Sıhhatli olmak için, kan aldırma sıkıntısına katlanmak güzeldir. Bundan dolayı, büyük bir menfaat için, bu azıcık sıkıntıya katlanmak güzel olunca, kesme ile ilgili durum da aynı olur." Ehl-i sünnet de şöyle demiştir: "Hayvanların kesilmesi hususundaki müsaade, Allah tarafından, kendi mülkünde yapılmış bir tasarruftur. Bir mal sahibi, kendi malında tasarrufâtta bulunduğu zaman ona itiraz edilmez." Bu konu çok uzundur ve usûl ilminde anlatılmıştır. Allah en iyi bilendir. Üçüncü Mesele Bazı kimseler, "Hayvanların (etleri) size helal kılındı" âyetinin mücmel olduğunu söylemişlerdir. Çünkü helal kılma, ancak fiillere nisbet edilir. Burada ise, zatlara (bizzat layvanlara) nisbet edilmiştir. Bundan dolayı bunu zahirine göre almak imkânsızdır. Bu sebeple, burada bir fiil takdir etmek gerekir. Halbuki takdir edilecek olan herhangi bir fiil, takdir edilmeyecek olanlardan daha tercihe şayan değildir. Binâenaleyh bu "helal kılma"dan muradın, o hayvanların derileri veya kemikleri veya yünleri veyahut da etlerinden istifade etmek olabileceği gibi, onları yemek suretiyle onlardan istifade etmek de olabilir. Şüphesiz ki âyetin lafzı, bütün bunlara muhtemeldir. Binâenaleyh âyet bu bakımdan mücmeldir. Ancak Hak teâlâ'nın, "Enamı da o yaratmıştır ki bunlarda sîzin için ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve nice nice menfaatlar vardır. Onlardan yersiniz de..." (Nahl, 5) âyeti, "Hayvanlarsize helal kılındı" buyruğu ile, bu hayvanlardan bütün sayılan bakımlardan, istifade edilebileceğine delâlet eder. Bil ki Allahü teâlâ, "Hayvanların (etleri) size helal kılındı" buyurunca, bunun peşisıra şu iki istisnayı yapmıştır: 1)"Size (aşağıda) okunacak olanlar müstesna..." Bil ki bu istisnanın zahirî manası mücmel (biraz kapalı)dır. Halbuki mücmel bir ifadeyi, mufassal bir ifadeden istisna etmek, istisna edilmeyen kısmı da mücmel hale getirir. Fakat müfessirler bu istisnadan muradın, bu âyetten sonra gelecek olan, "Ölü, kan, domuz eti, Allah dan başkası adına kesilen hayvan, (henüz canı çıkmadan yetişip kestikleriniz dışındaki) boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan aşağı yuvarlanmış, süsülmüş (boynuzla veya tosla vurulmuş), vahşi hayvanlarca yaralanmış olup da ölen hayvanlar ve dikili taşlar (putlar) adına kesilen hayvanlar size haram kılınmıştır" (Maide, 3) âyetinde sayılan şeyler olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bunun izahı şöyledir; Hak teâlâ'nın "Hayvanlar size helal kılındı" buyruğu, bu hayvanların bütün bakımlardan insanlara helal olmasını gerektirir. İşte bundan dolayı bunu Cenâb-ı Hak, "Bu hayvanlar, eğer ölü, boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan aşağı yuvarlanmış, susulmuş veya yırtıcı hayvanlarca parçalanmış, yahut da Allah'dan başka birisinin adına kesilmiş olurlar ise, işte o zaman haramdırlar" diye açıklamıştır. İhramlı Olana, Karada Avlanma Yasağı 2) Hak teâlâ, "İhramlı olduğunuz halde, avlanmayı helal saymamak şartı ile" diye, ikinci istisnayı yapmıştır. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Allahü teâlâ, "en'âm'ın behîmesini" helal kılınca, o hayvanların av olanları ile olmayanları arasındaki farkı zikretmiştir. Böylece biz, onlardan av olanların ihramsız olduğumuz zaman helal olduğunu, onlardan av olmayan diğer hayvanların ise, ihramlı iken de ihramsız iken de helal olduklarını anlamış olduk. İkinci Mesele Cenâb-ı Hakk'ın "İhramlı olduğunuz durumda... "ifadesi, "hacc ile umreniz veyahut da ikisinden birisi sebebi ile ihrama girmiş iseniz..." demektir. Tıpkı, "Cünüp oldu ve o cünüptür" denilmesi gibi, (Hacc ve Umre için ihrama girdi); ihramlıdır" denilir. (......) kelimesi, hem müfred, hem cemidir. Nitekim, denildiği gibi, "İhramlı kavim" de denilir. Cenâb-ı Hak da "Eğer cünüb olduysanız, temizlenin (gusledin)" (Maide, 6) buyurmuştur. Bil ki biz, dediğimiz zaman, bu, iki manaya gelir: Birincisi, şu yukarıda verdiğimiz (ihrama girme) manasıdır. İkincisi ise, "O adam Harem bölgesine girdi" manasıdır. Buna göre, âyetteki (......) ifadesi, her iki manaya da gelir. Bu sebeple, hacc veya umre sebebiyle ihrama giren kimsenin avlanması haram olduğu gibi, Harem bölgesine girenin de avlanması haramdır. İşte fukahânın görüşü budur. Üçüncü Mesele Bil ki âyetin zahiri, avlanmanın, ihrama giren kimse için haram olduğunu gösterir. Bu âyetin bir benzeri de, "İhramdan çıktığınız zaman (isterseniz) avlanın" (Mâide, 2) âyetidir. Çünkü, (zaman) kelimesi şart manası ifade eder. Bir şeye şart ile bağlı olan, o şart bulunmadığı zaman mevcut olmaz. Fakat Cenâb-ı Hak, bir başka âyetinde, ihramlı olana haram kılınanın deniz avı değil, sadece kara avı olduğunu beyân ederek, 'Deniz avı yapmak ve onu yemek size ve yolcu olana bir fayda olmak üzere helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe haram kılındı" (Mâide, 96) buyurmuştur. Binâenaleyh bu âyet, o mutlak manadaki âyetleri açıklar. Dördüncü Mesele Âyetteki (......) kelimesi, "Sizin için helal kılındı" ifadesinden "hâl" olarak, mansub kılınmıştır. Bu tıpkı senin, "Bu yemek, aşırı gitmeyerek (yemeniz) halinde size helaldir" sözün gibidir Ferrâ, "bu ifadenin "Aşırı gitmemek ve haddi aşmamak şartıyla bu şey sana helal kılındı" sözün gibi olduğunu" söylemiştir. Buna göre âyetin manası, "İhramlı iken, avlanmayı helal görmeniz müstesna, size hayvanlar helal kılındı. Çünkü bu size, ihramlı iken helal değildir" şeklinde olur. Hüsnün Kaynağı Allah'ın Emridir Sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz Allah, dilediğine hükmeder" buyurmuştur ve bu, "Allahü teâlâ, bütün hallerde en'âm'ı mubah kılmış, ama avlanılmalarını bazı hallerde mubah kılmıştır. Binâenaleyh birisi, hükmü önce tafsil edip, sonra tahsis etmenin sebebi nedir? der ise, ona cevaben, "Allah, herşeyin maliki ve yaratıcısıdır. Bundan dolayı O'nun hükmüne hiç itiraz edilemez" denir." manasındadır. İşte alimlerimizin, "Allah'ın mükellef kılmasının güzel (hasen) oluşunun sebebi, rububiyyet ve ubüdiyyettir" şeklindeki sözlerinin manası budur. Yoksa bunun sebebi, Mu'tezile'nin dediği gibi, kulların maslahatına riayet değildir. Allah'ın Şeâirine Hürmet Ediniz |
﴾ 1 ﴿