2"Ey iman edenler, Allah'ın şeâirine, haram olan aya, kurbanlık hediyelere, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden hem bir ticaret, hem de bir rıza arayarak Beyt-i Haram'a ziyaret niyet edip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin. İhramdan çıktığınız vakit (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevketmesin. Birr ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak hususunda yardımlaşmayın. Allah'a saygılı olun. Şüphesiz ki Allah, cezalandırması şiddetli olandır" Bil ki Allahü teâlâ, birinci âyette ihramlı olana, avlanmayı haram kılınca, bu âyette de, Allah'ın tekliflerine (emirlerine) muhalefet etmeyi yasaklayarak, aynı şeyi te'kid etmiştir ve "Ey İman edenler, Allah'ın şeâirine hürmetsizlik etmeyin (onları helal saymayın)" buyurmuştur. Şeâir Kelimesinin Manası Bil ki "Şe'âir", cemî bir kelimedir. Çoğu alimler onun, "Şaire" kelimesinin cem'i olduğunu söylemişlerdir. İbn Fâris ise bunun müfredinin "şî'are" olduğunu söylemiştir. Şaîre, müş'ire manasınadır. Müş'ire, "bildiren"; iş'âr ise "bildirmek" manasınadır. Binaenaleyh bildiren herşey, iş'ar etmiştir. Birşeye alem kılınan veya birşeyle alametlendirilen her şeye şaîre denilebilir. Mekke'ye gönderilen kurbanlık hayvanlar da "şe'âir" diye adlandırılırlar. Çünkü bu hayvanlar, kendilerinin kurbanlık olduklarını gösteren alametlerle süslenmişlerdir. Müfessirler, âyetteki "şe'âir"den ne kasd edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu hususta iki açıklama yapılmıştır: a) Âyetteki, "Allah'ın şe'âirine hürmetsizlik etmeyin (onları helal saymayın)" emri, "Allah'ın, kullarına farz ve vacib kıldığı şeylerden ve şe'âirden herhangibirini ihlâl etmeyin" demektir. Buna göre, "Allah'ın şe'âiri", bütün mükellefiyetleri içine alan umûmi bir tabir olup, muayyen bir şeye tahsis edilmemiştir. Hasan el-Basrî'nin, "Allah'ın şe'âiri, O'nun dini demektir" şeklindeki sözü de, bu görüşe yakın bir sözdür. b) "Bundan maksad belli bazı mükellefiyetlerdir." Bu görüşe göre de, şu izahlar yapılmıştır: 1) Bu "İhramlı iken size haram kılınan avı, kendinize helal saymayınız" demektir. 2) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Müşrikler, Kâ'be'yi ziyaret ediyor, oraya kurbanlıklar götürüyor, hacc mekânlarına saygılı davranıyor ve kurban kesiyorlardı. Müslümanlar, bu işleri değişik yapmak isteyince, Allahü teâlâ bu âyeti indirmiştir." 3) Ferrâ: "Bütün Araplar Safa ile Merve'yi haccın şe'âirinden (mukaddes mekânlarından) kabul etmiyor ve oraların arasında sa'y etmiyorlardı. İşte Allahü teâlâ bunun üzerine, "Haccın herhangi bir menasikini bırakmayı helal saymayın. Bütün menâsiki tastamam ve eksiksiz yapın" demiştir" der. 4) Bazı alimter de, şe'âirin, kurbanlık olduğu bilinsin diye hörgücüne (keserek) işaret yapılmış olan kurbanlık develer olduğunu söylemişlerdir. Bu, Ebû Ubeyde'nin de görüşüdür. Ebû Ubeyde: "Bunun delili, "Biz, kurbanlık develeri, sizin için Allah'ın şe'âirinden kıldık" (Hacc. 36) âyetidir" demiştir. Bence bu görüş zayıftır. Çünkü Hak teâlâ, "Allah'ın şe'âiri"zikrettikten sonra bunun üzerine (ve kurbanlık hediyelere) tabirini atfetmiştir. Halbuki matufun, matufun aleyhden başka birşey olması gerekir. Sonra Cenâb-ı Allah, "Haram olan aya da... "buyurmuştur. Bu, "Haram olan ayda savaşmak sureti ile, o haram aylan helal saymış olmayın" demektir. Bil ki âyette geçen "haram ay", Arapların mukaddes kabul edip, savaşmadıkları ay demektir. Nitekim Cenâb-ı Allah, "Gerçekten ayların sayısı, Allah katında Allah'ın kitabında onikidir ve bunlardan dördü, haram aylardır" (Tevbe. 36) buyurmuştur. İşte bu sebeple haram ayların, zi'l-kade, zi'l-hicce, muharrem ve recep olduğu söylenmiştir. Buna göre âyette "haram ay" tabirinin müfred kelime cins ifade etmek için kullanılabildiğine göre, bütün bu dört aya bir işaret olması caizdir. Yine bununla, sadece recep ayının kastedilmiş olması da mümkündür. Çünkü recep ayının haramlığı diğerlerine göre daha fazladır. Hedy Kelimesinin Manası Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kurbanlık hedylere de..." buyurmuştur Vahidî: "Hedy, Beytullah'a (orada kesilmek üzere) gönderilen deve veya sığır veyahut da davardır. Bu kelimenin müfredi, lafzıdır. Bu müfredin şeklinde olduğu söylenmiştir. Her ikisinin cem'i de şeklindedir" demiştir. Nitekim Şair "Mekke'nin, orada namaz kılanın Rabb'ine ve gerdanlık takılmış kurbanlıkların boyunlarına yemin ettim..." demiştir. Bu âyetin bir benzeri de. "Ka'be"ye ulaşmış bir hedy (kurbanlık) olarak..." (Maide.95) ve ... "(Onlar) hedylerin, mahalline ulaşmasına mâni olanlardır" (Fetih, 25) âyetleridir. Kelaid Kelimesinin Tefsiri Sonra Allahü teâlâ, "(Onlardaki)gerdanlıklara da..." buyurmuştur. Kalâid, "kilâde" kelimesinin cem'idir ve kılâde, deve ve onun dışındaki kurbanlıkların boynuna bağlanan şeydir ki bu meşhurdur. Bu kelimenin tefsiri hususunda şunlar söylenmiştir: 1) Bundan murad, boynuna gerdanlık (alâmet) takılmış kurbanlıklardır. Bu kelime, o hayvanlar kurbanlıkların en kıymetlisi oldukları için, iyice itina gösterilmesi için, (kurbanlıklar) kelimesine atfedilmiştir. Bu tıpkı, "Meleklerine... ve Cibrile ve Mîkâile..." (Bakara, 98) denilmesi gibidir. Buna göre sanki, "o kurbanlıklardan, özellikle gerdanlık takılmış olanlarına hürmetsizlik etmeyin" denilmektedir. 2) Bu, hedyin (kurbanların) kendisine hürmetsizlik etmekten iyice sakındırmak için, hedy şöyle dursun, onların kalâidine (gerdanlıklarına) bile hürmetsizliği yasaklama manasınadır. Bu tıpkı, (O mü'min kadınlar), zînetlerini göstermesinler" (Nur, 31) âyetinde olduğu gibidir. Cenâb-ı Hak burada, kadınlara zînet yerlerini göstermeyi iyice nehyetmek için, zînetini göstermeyi bile nehyetmiştir. 3) Bazı alimler şöyle demişlerdir: Araplar, cahiliye döneminde haram ayların dışında, her zaman savaşırlardı. Bu ayların dışında, kime tesadüf edilse, hemen tepelenirdi. Fakat eğer o kimse, devesini veya sığırını, Harem-i Şerifin ağaçlarının kabuğu ile alâmetlendirmiş ise veya Kâ'be'yi ziyaret için ihrama girmiş ise, bu müstesna. İşte o zaman ona kimse sataşmazdı. Bu sebeple Allah müslümanların bunu pekiştirmelerini emretmektedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, demiştir. Yani, "Mescid-i Haram'ı ziyaret niyeti ile gelen topluluklara da hürmetsizlik etmeyin" demektir. Abdullah İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), bunu izafet ile, şaklinde okumuştur. Daha sonra Hak teâlâ, "Rablerinden hem bir ticaret (fazl), hem de bir rızâ arayarak..." buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Humeyd İbn Kays el-A'rec, âyetteki fiili, mü'minlere hitap olmak üzere "tâ" ile (ararsınız) şeklinde okumuştur. İkinci Mesele Âyetteki "fazl" ve "rıdvan" (rıza) hakkında iki izah şekli vardır: 1) Bu, "Hacc yaparken, kendileri için mubah bir ticaret yapmak suretiyle Rablerinden bir fazl arayarak..." demektir. Şu âyet de bunun gibidir: "Rabbinizden bir fazl aramanızda size bir vebal (günah) yoktur" (Bakara, 198). Alimler bu âyetin, müslümanların hacc mevsimi günlerinde yaptıkları ticaret hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu, "Onları ticaret yapmaktan men etmeyin. Onlar ancak dünya ve ahiretlerini yoluna koymak için Beytullah'a yönelmişlerdir. Onların fazl-ı ilâhiyi istemeleri dünyaları için, rıdvan-ı ilâhiyi taleb etmeleri de âhiretleri içindir" demektir. İlim ehli şöyle demiştir: Müşrikler, yapmış oldukları hacdan ile, her ne kadar nail olamasalar da rıdvan-ı ilâhiyi elde etmeyi kastediyorlardı. Yine onlar hakkında, bu yöneliş sebebi ile bir nevi hürmetin meydana gelmesi de uzak ihtimal değildir. 2) Fazl-ı ilahîden murad, sevap; rıdvan-ı ilahîden maksad ise, Allah'ın onlardan razı olmasıdır. Bu böyledir, çünkü cahiliye müşrikleri her nekadar fazl-ı ilahi ve rıdvana nail olamasalar da, bu fiilleri ile her ikisini istemiş olduklarını zannediyorlardı. Binâenaleyh onların zanlarına göre, bu şekilde anlatılması caizdir. Nitekim Hak teâlâ, Hazret-i Musa'nın Samiri'ye şöyle dediğini nakletmiştir: "Üstüne düşüp taptığın tanrına bak, biz onu yakacağız" (Tâhâ, 97) ve "Tat o azabı, çünkü sen, çok ulu ve çok şerefli idin" (Duhan, 49)buyurmuştur. (Burada maksad "Senin ilah zannettiğin şeye bak" ve "sen kendi iddiana göre çok ulu ve çok şerefli idin" demektir.) Bu Ayetteki Hükmün Mensuh Olup Olmadığı Alimler ihtilaf etmişler ve bir kısmı şöyle demiştir: "Bu âyet mensuhtur. Çünkü âyetteki, "Allah'ın şeâirine ve haram olan aya hürmetsizlik etmeyin" ifadesi, haram aylardasavaşın haramlığını gerektirir. Bu ise, "Müşrikleri, nerede bulursanız öldürün" (Tevbe, 5) âyeti ile neshedilmiştir. Âyetteki, "Beyt-i Harama ziyaret niyet edip gelenlere hürmetsizlik etmeyin " ifadesi de, müşrikleri Beytullah'dan men etmenin haramlığını gerektirir. Bu da, Hak teâlâ'nın, "Bu yıllarından sonra onlar Mescid-i Harama yaklaşmasınlar" âyeti ile neshedilmiştir. Bu, İbn Abbas, Mücahid, Hasan Basrî ve Katâde gibi pek çok müfessirin tercih ettiği görüştür. Şâ'bî "Mâide sûresinde, sadece bu âyet neshedilmiştir" demiştir. Diğer bir grup müfessir ise "Bu âyet mensuh değildir" demişlerdir. Bunların iki izah şekli bulunmaktadır: a) Allahü teâlâ, bu âyette bize Kâ'be'yi ziyaret niyetiyle gelen müslümanlan korkutmamamızı emretmiş ve bize, kurbanlık develeri sevkeden kimselerin develerine, eğer o kimseler müslüman iseler, el koymamamızı emretmiştir. Bunun delili ise, âyetin baş ve son kısmıdır. Âyetin baş kısmı, "Allah'ın şe'âirine hürmetsizlik etmeyin" buyruğudur. "Allah'ın şe'âiri" deyimi ancak, müslümanların yaptıkları ibadet ve taatlara uygun düşer, kâfirlerinkine değil... Âyetin son kısmı, "Rablerinden hem bir fazl, hem de bir rıza arayarak..." ifadesidir. Bu da ancak kâfirlere değil, müslümanlara uygundur. b) Ebu Müslim el-İsfehânî şöyle demiştir: "Bu âyet ile kastedilenler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki kâfirlerdir. Tevbe sûresinin nüzulü ile, müşriklerle olan ahid (anlaşma) sona erince, bu yasak da sona ermiş ve "Bu yıllarından sonra onlar Mescid-i Harama yaklaşmasınlar" (Tevbe, 28) âyetinin ifade ettiği hükme (yani Kâ'be'den onları men etme hükmüne) bağlanmak gerekmiştir. İhramdan Çıkınca Avlanma Mubahtır Sonra Allahü teâlâ, "İhramdan çıktığınız vakit, (isterseniz) avlanın" buyurmuştur. Bununla ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Bu ifade şeklinde de okumuştur. Nitekim Arapça'da ihramdan çıkan bir kimse için denilir .Yine buradaki (......) kelimesi, fâ harfinin kesresi ile, şeklinde de okunmuştur. Bunun, cümlenin başında olması halinde hemzenin kesresinden bedel olduğu söylenmiştir. İkinci Mesele Bu ifade "Siz ihramlı olduğunuz halde, avlanmayı helal saymamak şartı ile (......) ifadesine bağlıdır. Yani, "Avlanmanın helallığına mani olan şey, ihramlı olmak olunca, işte ihram hali ortadan Kalkınca, bu yasağın da kalkması gerekir. Üçüncü Mesele Buradaki "avlanın" emri, zahiren, her ne kadar vacip oluşu gösteriyor ise de sadece mubah oluşu ifade etmektedir. Hak teâlâ'nın "Artık o (cuma) namazı kılınınca, yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından arayın" (cuma. 10) âyeti de (aynı şekilde) mübahlığı gösterir. Bunun bir benzeri de, bir insanın, "Fiatını ödemediğin sürece bu eve girme. Fiatını ödersen oraya gir" demesidir. Bu söz, "Onun fiatını ödediğin zaman, o eve girmen mubah olur" demektir. Sözün özü şudur: Biz, bu âyetteki emrin, başka bir delil sayesinde, vacib oluşu ifade etmediğini öğrendik. Allah en iyi bilendir. Bir Kavme Olan Kininiz Sizi Haksızlığa Sevketmesin Sonra Hak teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sizi Mescid-i Haramdan alıkoydular diye bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevketmesin, Birr ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak hususunda yardımlaşmayın." Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "Bu ifade, "Allah'ın şeâirine, haram olan aya, kurbanlık hedylere, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden hem bir ticaret, hem de bir rıza arayarak Beyt-i Harama niyet edip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin..." buyruğu üzerine atfedilmiştir. Yani, "Sizi Mescid-i Haram'dan men ettikleri için, bir kavme olan düşmanlığınız, sizi haddi aşmaya ve böylece de onları Mescid-i Haram'dan men etmeye sevketmesin. Çünkü bâtıldan ötürü haddi aşmak caiz değildir. Buna göre insanların, düşmanlık ve haddi aşma hususunda birbirlerine yardım ederek, bir insan diğerine karşı haddi aştığında, onun da misliyle mukabele yaparak haddi aşması doğru değildir. Fakat yapılması gereken, iyilik ve takva hususlarında yardımlaşmadır. İşte bu âyetten kastedilen budur." İkinci Mesele Keşşaf sahibi şöyle demiştir: fiili, bazan bir mef'ul bazan da iki mef'ul alması bakımından, (kazandı) fiili gibidir. Nitekim sen, (Onu kazandı) manasında, (Bir günah işledi); ve Sadece onu kazandım)" manasında, (Onu bir günah olarak işledim) dersin. Yine Arapça da fiilin, müteaddi olan fiilin başına hemze getirilip babına nakledilmesi) ile, iki mef'ul alır hale getirilir. Mesela "Ona bir günah işlettirdim" denilir. Bu, (Ona bir günah kazandırdım) sözü gibidir. Nitekim Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un, yâ harfinin zammesi ile, şekilindeki kıraatt da buna göredir. Her iki kıraate göre de, fiilin birinci mef'ulü muhatab zamiri, ikinci mef'ûl ise ifadesidir. Binaenaleyh âyetin manası, "Sizi Mescid-i Haram'dan men ettiler diye bir topluluğa olan kininiz, size haddi aşma günahını istetmesin ve sizi buna sevketmesin" şeklinde olur. “Şenan” Kelimesinin İzahı (......) kelimesi, buğz, kin manasınadır. Arapça'da lafızları kullanılarak kin duygusu ifade edilir. Yine, munsarif olarak, "Buğzeden erkek" ve "Buğzeden kadın" denilmektedir; gayr-i munsarif olarak da, denilir. Çünkü vezni bazan sıfat, bazan da masdar olarak kullanılır. Dördüncü Mesele İbn Amir, Âsım'ın ravisi Ebu Bekr ve Nâfi'in ravîsi İsmail birinci nûnun cezmiyle ; diğerleri ise, fethasıyla (......) şeklinde okumuşlardır. Fetha ile okumanın masdar olarak bu kelimenin benzerlerinin çokça kullanılmasından dolayı daha güzel olduğu söylenebilir. Meselâ, (vurmak), (akmak), (kaynamak, kızgınlık) ve (örtmek) kelimeleri gibi. Bu kelime nûnun sûkûnuyla okunduğundaysa, genel olarak vasıf, sıfat olarak kullanılmıştır. Vahidî şöyle der: Bu kelimenin masdar olarak kullanıldığı yerlerden birisi de, onların, "Onun hakkını inkâr ettim, yadırgadım" demeleridir. Ebu Ubeyde'nin görüşüne göreyse, kelime (......) şeklindedir. Nitekim Ebu Ubeyde, Ehvas'a ait şu mısrayı nakletmiştir: "kin sahibi olan kimse, onu ayıplayıp, yalanlasa da.." Buna göre, tabiri hemzesiz olarak, tahfifle okunmuştur. Arapların tıpkı hemzeyi hazfedip harekesini kendinden önceki harfe vererek, (Ben susamışım), (falanca susamıştır) demeleri gibi. Beşinci Mesele İbn Kesir ve Ebu Amr, şart ve ceza olmak üzere, elifin kesresiyle "eğer sizi men ederlerse"; diğerleri ise elifin fethasıyla, (sizi men etmeleri) şeklinde okumuşlardır ki, bu "Sizi, men ettiler diye" demektir. Muhammed İbn Cerir et-Taberi, bu ikinci okuyuşun tercih edilen kıraat olduğunu, çünkü onların, o müslümanları Mescid-i Haram'dan alıkoymalarının, Mekkelilerin Hudeybiye günü Allah'ın Resulü ile ashabını umreden men etmeleri hadisesi olduğunu; bu sûrenin ise, Hudeybiye'den sonra nazil olduğunu, binâenaleyh bu alıkoymanın, hiç şüphesiz bu âyetin nüzulünden önce olması gerektiğini söylemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah'a saygılı olun. Şüphesiz ki Allah cezalandırması şiddetli olandır" buyurmuştur. Bu ifadeden maksad, tehdit ve vaîddir. Yani, "Allah'a saygılı olun da, O'nun haramlarından herhangi birisini helal saymayın; çünkü Allah, hiç kimsenin, cezalandırmasına tahammül edemeyeceği derecede cezalandırması şiddetli olandır" demektir. Yenilmesi Haram Olan Başlıca Onbir Çeşit Et |
﴾ 2 ﴿