113"Bir de, âhirete inanmayanların gönülleri ona ağsın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri (suçtan) işlemeye devam etsinler diye (bunu yapar)". Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Bil ki (......) kelimesi lügatte, "meyletmek" manasınadır.Bir şeyi dinleyen kimsenin kulağını sesin geldiği tarafa doğru meylettirmesini ifade etmek üzere yusğî denilir. Yine birisi kabların birini diğerine doğru eğip birbirine boşalttığında "Kabı eğdi" denilir. Ay'ın batışını ifade için de esğa denilir. Binaenaleyh âyetteki "li tesğâ" kelimesi "meyletsin diye..." manasındadır. "tesğa" ifadesinin başındaki lâm harf-i cerrinin bir müteallakı olması gerekir. Bizim alimlerimiz şöyle demişlerdir: "Bunun takdiri şöyledir: "İşte biz, her peygambere de İnsan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Bunların özelliklerinden biri, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler telkin etmektir. Biz bunu ancak, ahirete inanmayanların gönülleri ona ağsın diye yaptık. Yani, özelliklerinden biri söylediğimiz husus olan o şeytanların, kalblerine bu düşmanlığı ancak onların yaldızlı sözleri, o kâfirler yanında makbul olsun diye verdik. Âyeti bu manaya hamlettiğimiz zaman, Allahü teâlâ'nın, kâfirin küfrünü irade ettiği ortaya çıkar." Mutezile, buna şu üç şekilde cevap vermiştir: 1) Bu, Cübbâî'nin zikretmiş olduğu husustur ki, o şöyle demiştir: "Bu lafız, emir lafzı ile gelmekle beraber zecr' ve men' manası taşıyan bir kelimedir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar..." (Isra, 64) âyeti gibidir. Âyetteki "Ondan hoşlansınlar ve kazanadursunlar diye..." ifadeleri de böyledir.. Buna göre sözün takdiri şöyledir: Cenâb-ı Hak sanki, Hazret-i Peygamber'e, "Öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla (başbaşa) bırak" (En'âm, 112) demiş, sonra da, onlara, tehdit edercesine, "Bir de, âhirete inanmayanların gönülleri ona ağsın, ondan hoşlansınlar ve kazanmakta olduklarını da kazanadursunlar diye..." buyurmuştur. 2) Kabî'nin tercih ettiği görüş olup buna göre "li tesğâ" kelimesinin başındaki lâm, "âkiteb lamı, netice lâmıdır. Yani, "Onların işlerinin neticesi, bu hallere varacaktır" demektir. Kâdî, "Bu netice ahirette olacaktır" denilmesi uzak bir ihtimaldir. Çünkü mecbur etme işi, ahirette söz konusudur. Binaenaleyh, kâfirlerin kalblerinin bâtıl görüşleri kabul etmeye meyletmesi, onlara razı olmaları ve günah kazanmaları caiz değildir. Aksine, âyetin "Onların işlerinin neticesi, bâtılları kabul etmeye, onlara razı olmaya ve onlarla amel etmeye varır..." manasına hamleditmesi vacibtir" demiştir. 3) Ebu Müslim'in tercih ettiği görüş olup şöyle demiştir: "Li tesğâ" kelimesinin başındaki lâm harfi (En'âm, 112) buyruğuna mütealliktir. Buna göre kelamın takdiri, "Onunla aldatmak için ve ahirete inanmayanların gönülleri de ona ağsın, ondan hoşlansınlar ve kazanmakta olduklarını kazanadursunlar diye, onlar birbirlerine yaldızlı birtakım sözler vahyeder" şeklindedir. Böylece bundan murad, şeytanların bu vahyetmekten maksatlarının bütün bu manalar olduğunu ifade etmek olur. İşte, Mu'tezile'nin bu konuda söylemiş olduğu şeylerin tamamı budur. Cübbâî'nin öne sürdüğü birinci görüş Kâdî'nin zikretmiş olduğu sebeplerden dolayı zayıftır: a) buyruğundaki vâv harfi, bu ifadenin kendisinden önceki ifadeyle alakalı olmasını iktizâ eder. Binaenaleyh, bunu ibtida (başlangıç) manasına almak uzak bir ihtimaldir... b) kelimesinin başındaki lâm harfi (key) "için..." manasına gelen lamdır.Binaenaleyh, bunun emir lamı olduğunu söylemek uzak bir ihtimal olup bu, Allah'ın kelâmını tahrif etmeye yeltenme olur ki, bu caiz değildir. İkincisine gelince -ki bu da, bu lamın, "âkibet lamı" olduğunun söylenmesidir bu da zayıftır. Çünkü onlar, bu iâmı bu manaya hamletmenin mecaz; key manasına hamletmenin ise hakikat ifade ettiği hususunda ittifak etmişlerdir. O halde, bizim görüşümüz daha uygun olmuş olur. Üçüncüsüne gelince ki bu, Ebu Müslim'in ileri sürdüğü görüştür. Bu, bu konuda ileri sürülen izahların en güzelidir. Çünkü biz diyoruz ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlardan kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı birtakım sözler telkin eder" (En'âm, 112) buyruğu, bu telkinin maksadının, "aldatma" olmasını gerektirir. Bu ifadeye, "Bir de, âhirete inanmayanların gönülleri ona ağsın..." ifadesini atfettiğimizde, bu da aldatmanın manası değil, aldatmanın bizzat kendisi olmuş olur. Ancak ne var ki bu, içi çirkin, dışı ise güzel olan şeye o kâfirlerin gönüllerini meylettirmek anlamını taşımaktadır. Halbuki... ifadesi, bu meylettirmek istemenin bizzat kendisi olur. Binaenaleyh biz bu ifadeyi ona (112. âyetin manasına) atfedersek, o zaman matufun, matufun aleyh'ınaynısı olması gerekir ki, bu doğru değildir. Ama biz, sözün takdirinin, "İşte böylece biz her nebiye, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler söylemek şanından olan düşmanlar yaptık.. Biz bu gibi şahısları, kâfirlerin gönülleri ona meyletsin ve bu sebeple de, o peygamberin davetini kabul etmekten uzaklaşsıntar diye, peygambere düşman yaptık..." şeklinde olduğunu söylersek, bu takdire göre, bir şeyin yine kendisine atfedilmiş olması gerekmemiş olur. Binaenaleyh, bizim söylemiş olduğumuz görüşün daha uygun olduğu ortaya çıkar. Alimlerimiz, hayatiyetin bulunması için, bedenin şart olmadığını öne sürmüşlerdir. O halde, hayy (diri), kendisiyle hayatın kaim olduğu; "âlim" ise, kendisiyle ilmin kaim olduğu cüz, kısım demektir. Mu'tezile ise, "hayy" ve "âlim" olanın, cüz değil, "bütün" olduğunu söylemişlerdir. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki, âlimlerimiz, bu âyeti görüşlerinin doğruluğuna delil getirmişlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Bir de, âhirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin..." buyurmuş, meyletmek ve arzu duymakla, hayy "diri" olanın tamamını değil, onun kalbini tavsif etmiştir. İşte bu da, bizim görüşümüzün doğruluğunu gösterir. "İnsan, bedeninden başka bir şeydir" diyenler, kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir. Onların bir kısmı şöyle demiştir: İlk alâka kurulan yer, kalbtir. O kalb vasıtasıyla rûh, meselâ beyin, ciğer gibi diğer uzuvlarla alâka kurar. Bazıları da şöyle demişlerdir: Kalb, hayvanî nefsin; dimağ, nefs-i natıkanın; ciğer ise, tabiî nefsin alâka kurduğu yerdir. Birinci görüşte olanlar bu âyete sarılmışlardır. Çünkü Cenâb-ı Hak, "meyletmek ve irade etmek, istemek" demek olan "li tesğâ" ifadesinin mahallinin kalb olduğunu belirtmiştir. Bu da, rûh ile alâka kuran yerin, kalb olduğuna delâlet eder. (......) buyruğunda ileyhi kelimesindeki zamir, zuhruf (yaldızlı söz) kelimesine racidir. "Ondan hoşlansınlar" ifadesindeki mansub zamir de böyledir. (......) buyruğuna gelince bil ki, iktiraf kelimesinin manası, "kesbetmek, kazanmak" demektir. Nitekim, bir darb-ı meselde, Tevbe, büyük günahları siler, götürür " denildiği gibi, aynı şekilde, "itiraf, iktirafı, yani günahı giderir" denilir. Zeccâc da, ifadesinin manasının, "uydursunlar ve yalan söylesinler..." şeklinde olduğunu söylemiştir ki, birincisi daha doğrudur. |
﴾ 113 ﴿