130"Ey cin ve ins topluluğu! İçinizden size ayetlerimi nakleden, bu gününüzün gelip çatacağını bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? "Ey Rabbimiz diyecekler, kendimiz aleyhine olarak (buna) şahidlik ederiz." Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece gerçek kâfir kimseler oldukianna, kendileri de kendi aleyhlerinde şahid oldular". Bil ki bu âyet, Allahü teâlâ'nın, Kıyamet gününde kâfirleri azarlamak üzere yapacağı hitabın devamıdır. Böylece Allahü teâlâ onların, inkâr etmeye bir yol bulamayacaklarını, kendilerinin kâfir olduklarına bizzat kendilerinin şehadette bulunacaklarını ve onların ancak, delile dayanılarak azab göreceklerini beyan buyurmuştur. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Allah Cinlere Peygamber Göndermiş midir? Dilciler şöyle demişlerdir: "Ma'şer kelimesi, işleri aynı olan ve aralarında bir ünsiyyet ile içli dışlılık bulunan her topluluğa verilen addır. Bu kelimenin çoğulu ise, me'âşir kelimesidir." Âyette buyurulan "içinizden peygamberler..." hakkında alimler, cinlerden peygamber gelip gelmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir: 1) Bu cümleden olarak Dahhâk, "Tıpkı insanlar gibi, cinlerden de birtakım peygamberler gönderildiğini" söylemiş, hem bu âyeti, hem de "Hiçbir ümmet müstesna olmamak üzere onun içinde mutlaka bir uyarıcı gelip geçmiştir" (Fatır, 24) ayetini okumuştur. Dahhâk, bir başka izah tarzı olan şu hususla da istidlal edebilirdi: Cenâb-ı Hak, "Eğer onu bir melek yapsaydık, o (meleği) de herhalde bir adam (suretinde) gösterirdik..." (Enâm, 9) buyurmuştur. Müfessirler bunun sebebini, "İnsanın insan ile olan ünsiyyeti, onun melek ile olan ünsiyyetinden daha mükemmeldir; binaenaleyh, Allah'ın hikmetine göre, bu ünsiyyetin daha mükemmel olması için, insanların peygamberini insanlardan yapma.. Bunun böyle olduğu sabit olunca, bu sebep, cinler hakkında da söz konusudur. Binaenaleyh, cinlerin peygamberinin de cinlerden olması gerekir. 2) Ekseri ulemânın görüşü olup, buna göre, cinlerden kesinlikle peygamber gelmez.. Peygamberler ancak, insanlardan olur. Bu görüşün izahı hususunda, "icmâ bulunduğu" iddiasından başka, hiçbir delil görmedim... "İcmâ'ın bulunduğu" da söylenemez; çünkü, ihtilaf bulunuyorken, icmâ nasıl tahakkuk edebilir ki? Bu hususta "Muhakkak ki Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim hanedanını, İmrân ailesini, alemlerin üzerine mümtaz kıldı..." (Al-i Imran, 33) ayetiyle istidlalde bulunmak mümkündür. Alimler, burada (Al-i İmran, 33) bahsedilen "ıstıfâ" (seçme, mümtaz kılma) tabiri ile, sadece nübüvvetin kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir. Binaenaleyh, nübüvvetin sadece o kimselere tahsis edilmiş olması gerekir. Ama Dahhâk'ın, bu ayetin zahirine tutunmasına gelince, bu hususta şu açılardan söz edilebilir: a) Allahü teâlâ, "Ey cin ve ins topluluğu, içinizden (....) peygamberler gelmedi mi size?" buyurmuştur. Bu, cinlerin ve insanların peygamberlerinin, bu müşterek topluluğun kısımlarından bir kısım olmasını gerektirir. Peygamberler insanlardan olunca, peygamberler o topluluğun kısımlarından bir kısım olmuş olurlar. Binaenaleyh bu kadar bir izah, lafzı zahirine hamletme hususunda yeterli olur. Âyetin zahirinden, cinlerden de peygamber gelmiş olduğunun kabulü gerekmez. b) Şöyle denilmesi de uzak bir ihtimal sayılamaz: Peygamberler, insanlardandır. Ancak ne var ki Cenâb-ı Hak, cinlerden bir topluluğun kalelerine, peygamberlerin irşadını dinleme arzusu düşürmüş, böylece onlar peygamberlerin sözlerini dinlemiş, sonra kendi kavimlerine gelmiş, peygamberlerden duyup dinledikleri şeyleri haber vermişler ve duydukları şeylerle onları inzar etmişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Hani cinlerden bir taifeyi, Kur'ân dinlemeleri için sana (doğru) yöneltmiştik" (Ahkâf, 29) buyurmuştur. Binaenaleyh o cinler, elçilerin (peygamberlerin) elçileri olmuş olurlar, böylece de Allah'ın elçileri olurlar. Bunun böyle olduğunun delili, Allahü teâlâ'nın, Hazret-i İsa'nın elçilerini, bizzat kendisinin elçileri olarak gösterip, "Biz o zaman onlara iki elçi göndermiştik" (Yasin. 14) buyurmastdır. Bu hususta sözün özü şudur: Allahü teâlâ bu âyet ile, kâfirleri azarlayıp susturmuştur. Çünkü O, bütün herkese müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler göndermekle, hertürtü mazeret kapısını kapatmıştır. Binaenaleyh işte bu yolla herkese müjde ve inzar (korkutma-ikaz) ulaşınca, hertürlü mazeret ve bahaneyi kaldırma maksadı gerçekleşmiş olur. Böylece de bizzat maksadın kendisi meydana gelmiş olur. c) Vahidî şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, "içinizden peygamberler..." buyruğu ile "siz iki topluluktan birinizden..." manasını kastetmiştir ve bu birisi, "İnsan cinsi"dir. Bu tıpkı, "O iki denizden inci ve mercan çıkar" (Rahman, 22) ayetinde olduğu gibidir. Bu âyet, "O iki denizin birinden (...)" demektir ve o da, tatlı olmayıp tuzlu olan denizdir." Bil ki ilk iki izahta, ayetin zahirî manasını bırakmaya ihtiyaç kalmamaktadır. Ama üçüncü izah, ayetin zahirinin bırakılmasını gerektirmektedir. Ama ayrı bir delil bulunmadığı müddetçe, ayetin zahirini bırakma cihetine gidilmez. "Size ayetlerimi nakleden.." buyruğundan maksad, "gerek okuma ve gerekse açıklama sureti ile delillere dikkat çekme" manasıdır. Âyetteki, "Bu gününüzün gelip çatacağını inzar ederek haber veren.." buyruğu O peygamberler sizi, bu günün azabı hususunda uyarırlardı" demektir. Binaenaleyh bütün mahlûkât o esnada, iliraf etmekten başka çare bulamazlar ve bundan dolayı da, "kendi aleyhimize şahidlik ederiz" derler. Kâfirlerin Ahirette Suçlarını İtirafları İmdi eğer (birileri), "Kâfirlerin, "Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, biz müşrik olmadık" (En'âm. 23) şeklinde, kabul etmedikleri küfür ve şirklerini, bu ayetteki ifade ile kabullenmelerinin sebebi nedir?" derler ise, biz deriz ki: "Kıyamet, çok uzun bir gündür ve insanların halleri o gün halden hale değişir. Bu cümleden olarak onlar birşeyi bazan kabullenir, bazan reddederler. Bu da, onların korkularının şiddetli ve durumlarının karışık olduğuna delâlet eder. Çünkü korkusu fazla olan kimsenin sözleri karışık ve tutarsız olur. Daha sonra Hak teâlâ, "dünya hayatı onları aldattı" buyurmuştur ki bu, "Onlar, dünyadaki kâfirliklerini itiraf edince, Allahü teâlâ sanki, "Onlar bu küfürlerine ancak, dünya hayatı onları aldattığı için düşmüşlerdir" demiştir" manasınadır. Bundan sonra "Gerçek kâfir kimseler olduklarına, kendileri de kendi aleyhlerinde şahid oldular" buyuruldu. Bundan murad şudur: Onlar, her nekadar peygamberlere düşman iseler ve onların şeriatları ile mu'cizelerini tenkidde ileri gitmiş iseler de, işlerinin sonu kendilerinin gerçekten kâfir olduklarını itiraf etmek olmuştur. Bazı alimler, ayetteki, "Gerçek kâfir kimseler olduklarına, kendileri de kendi aleyhlerine şahid oldular" ifadesini, "uzuvları, onların aleyhine, onların müşrik ve kâfir olduklarına dair şahidlik eder" manasına hamletmişlerdir. Bu alimlerin, (âyete bu manayı vermede) maksadlan, ayette bir tekrarın olmamasını temin etmektir. Her ne şekilde olursa olsun, o kâfirlerin bu âyette, Kıyametteki hallerinin ortaya serilmesinden maksad, onları dünyada inkâr ve günahlarından caydırmaktır. Bil ki alimlerimiz, ayetteki, "Ey cin ve ins cemaati, içinizden size ayetlerimi nakleden, bu gününüzün gelip çatacağını inzâr ederek haber veren peygamberler gelmedi mi?" hitabını, şeriat gönderilmeden bir farziyyetin söz konusu olmayacağına delil getirmişlerdir. Çünkü bir şeriat gelmeden, bir farziyyet veya bir cezayı haketme söz konusu olsaydı, ayette bunun sebep olarak gösterilişinin ve bu sözü söylemenin bir manası olmazdı. |
﴾ 130 ﴿