3

"Rabbinizden size indirilene uyun, ondan başka dostlar edinip de onlara uymayın, fie kadar az öğüt tutuyorsunuz!".

Bil ki, risalet meselesi, ancak bir "mürsii" (resul gönderen) -ki bu, Allahü teâlâ'dır-; bir "mürsel" (gönderilen) -ki bu da peygamberdir- ve bir "mürselun ileyh" kendisine peygamber gönderilendin olmasıyla tamam olur... Dolayısiyle Cenâb-ı Hak önceki âyette peygamberine, kuvvetli bir kalb ve sağlam bir azim ile tebliğ ve inzârda bulunmasını emredince, ümmet demek olan "mürselun ileyh"e de, Allah'ın Resûlüne uymalarını emrederek, "Rabbinizden indirilene uyun..." buyurmuştur.

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Nass Bulunduğunda Kıyasa Uyulmaz

Hasan el-Basrî, (bu âyeti tefsir ederken), "Ey insan oğlu! sen, Allah'ın kitabıyla Resûluliah'ın sünnetine ittiba etmekle emrolundun!" demiştir.

Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbinizden size indirilene uyun" buyruğu Kur'ân ve sünneti içine alır.

Buna göre şayet, "Bu Kur'ân, Hazret-i Peygamber'e indirilmiş olduğu halde, daha niçin Cenâb-ı Hak, "size indirilene" buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Bu Kur'ân, herkese bir hitab olmak anlamında, herkese indirilmiştir.

Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu âyet, Kur'ân'ın umûmî olan ifadelerinin, ktyas ile tahsis edilmesinin caiz olmayacağına delalet eder. Çünkü Kur'ân'ın umûmî ifadeleri Allah tarafından indirilmiştir ve Allahü teâlâ da, O'na uymayı vacib kılmıştır. Binaenaleyh, Kur'ân'ın umumî ifâdeleriyle amel etmek gerekir. Bunlarla amel etmek vacib olunca da, kıyas ile amel etmek imkânsız olur. Aksi halde, bir çelişki (tenakuz) ortaya çıkar.

Buna göre şayet onlar: "Kur'ân-ı Kerim'de kıyas ife ilgili emir bulununca, ki bu Cenâb-ı Hakk'ın "işte ey akıl ve basiret sahipler siz ibret alın" (Haşr 2) ayetidir. O zaman kıyas ile amel etmek, Allah'ın indirdiği ile amel etmek olur..."

Farzedelim ki bu böyle olsun; ancak ne var ki, biz diyoruz ki: Kıyas ile amel etmenin vacib olduğuna delalet eden âyet, kıyas ile sabit olan hükme, doğrudan değil de, ancak o kıyas vasıtasıyla delâlet eder. Ama, Kur'ân'ın umûmî ifadelerine gelince, bunlar, hükmün mevcudiyetine, bir vasıta ile değil de, doğrudan doğruya delâlet ederler. Bu iki durum arasında böylesi bir farklılık bulununca, Allah'ın indirdiğinin doğrudan doğruya delâlet ettiği hüküm, gözetilip nazar-ı dikkate alınmaya, Allah'ın dırdiğine başka bir vasıta ile delâlet eden hükümden daha lâyık ve evlâ olur... Binaenaleyh, tercih bizden yanadır. Allah en iyi bilendir.

Kıyas Aleyhinde Olanların Bu Ayete Dayanmak İstemeleri

Cenâb-ı Hak, "Ondan başka velilere (dostlara) uymayın" buyurmuştur. Alimler bu ifadenin, "Allah'ı bıraktp, cinlerin ve insanların şeytanlarını dost edinmeyiniz. Eğer böyle yaparsanız, onlar sizi putlara ibadete, kendi hevâ, heves ve bidâtlarına uymaya sevkederler" manasında olduğunu söylemişlerdir.

Birisi şöyle diyebilir: Âyet, uyulanın ya Allah'ın indirdiği, ya da başka birşey olduğunu gösterir. Birincisine gelince; bu Allah'ın uyuimasını emrettiği husustur. İkinin de, Allah'ın uyulmasını yasakladığı şeylerdir. Dolayısiyle âyetin manası, "Allah'ın indirdiği şeylerin hükmüne uygun olmayan hiçbir şeye uymak caiz değildir" şeklindedir.

Bu sabit olunca biz deriz ki: Kıyası kabul etmeyenler, kıyası red hususunda bu ayete tutunarak şöyle demişlerdir: "Bu âyet, Allah'ın indirdiğinden başka bir şeye uymanın caiz olmayacağına delalet eder. Kıyas ile amel etmek ise, Allah'ın indirdiğinin dışında bir şeye uymaktır. Binaenaleyh bunun caiz olmaması gerekir." Buna göre eğer onlar, "Hak teâlâ'nın, "Ey akıl ve basiret sahipleri siz ibret alın" (Haşr, 2) âyeti, kıyas ile amel etmeye delil olduğuna göre, kıyas ile amel etmek de (bir bakıma) Allah'ın indirdiği ile amel etmek olur' derlerse, kıyası kabul etmeyenler buna da şöyle cevap verirler: Kıyas ile amel etmek, eğer Allah'ın indirdiği ile amel etmek sayılsaydı, kıyasa göre amel etmeyenler, "Kim Allah'ın İndirdiği (hükümlerle) hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (Maide, 44) ayetinden dolayı, kâfir olmuş olurlar. Halbuki ümmet-i Muhammed kıyasa göre amel edenlerin kâfir sayılamayacağı hususunda icma ettiğine göre, biz kıyasın neticesi ile amel etmenin, Allah'ın indirdiği ile amel etmek sayılmayacağını anlamış olduk. İşte bu noktada, kıyası reddedenlerin delili tamamlanır.

Kıyası Kabul Edenlerin Cevabı

Kıyası kabul edenler ise buna şöyle cevap verirler; "Kıyasın hüccet oluşu, Sahabenin icmâı ile sabittir. İcmâ, kesin delildir. Sizin söylediğiniz şey ise, âyetlerin umûm oluşunun zahirine tutunmadır. Bu da zannî bir delildir. Halbuki kesin olan, zannî olandan daha evlâdır."

Evvelkiler de buna şu şekilde cevap vermişlerdir: "Siz icmanın delili olduğunu, Hak teâlâ'nın: "Kim mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yalda bırakırız" (Nisa, 115); "Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti) uasat (örnek, mutedil) bir ümmet yapmışızdır" (Bakara, 143) ve "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bîr ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındınrsınız" (al-i Imrân, 110) âyetlerinin umûmî olan manası ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak (icma) etmez" Keşfu'l-Hafâ, 2/350 (Müsnedden ve Taberânî'den...) hadis-i şerifinin umûmî olan manası ile isbat ettiniz. Buna göre icmanın hüccet olmasını isbat etme işi, âyetlerin umûmî oluşlarına sarılmanın bir neticesi ve "fer"idir. Fer' ise asıldan daha kuvvetli olamaz.

Kıyası kabul edenler ise şu şekilde cevap vermişlerdir: "Ayetler, hadisler ve icmâ, kıyâsı isbat etme hususunda birbirlerini destekleyip kuvvetlendirince, kıyasın kuvveti iyice artmış olur. Böylece de kıyası tercih etmek gerekir." Allah en iyi bilendir.

Üçüncü Mesele

Aklî tefekkürü ve aklî delilleri inkâr eden Haşeviyye, bu âyeti delil getirmişlerdir ki, bu, hakikatten uzaktır.

Çünkü Kur'ân'ın bir delit olduğunu bilmek de, aklî delillere tutunmanın doğru oluşuna dayanır. Binaenaleyh eğer biz Kur'ân'ı, aklî delillerin doğruluğunu ta'n eden bir şey kabul edersek, o zaman bir tenakuz ortaya çıkar ki, bu bâtıldır.

Âyetteki Farklı Kıraatlerin İzahları

İbn Âmir, bazan yâ, bazan da tâ ile, (......) şeklinde okumuştur. Hamza, Kisâî ve Âsım'ın ravisi Hafs, tâ ile ve şeddesiz zâl ile; diğer kıraat imamları ise tâ'lı ve şeddeli zâl ile okumuşlardır.

Vahidî (r.h) şöyle demiştir: (......) fiilinin aslı, (......) şeklidir. Buna göre (......) babının tâ'sı, bu fiilde zâl harfine idğam edilmiştir. Çünkü tâ mehmus, zâl ise mechur edilmiştir. Çünkü tâ mehmus, zâl ise mechur harftir. Mechur olan, mehmus olandan daha fazla seslidir. O halde daha az seslinin, daha çok sesli olana idğam edilmesi güzel ve yerindedir. (......) buyruğundaki mâ, fiil ile sılalanan bir ism-i mevsul olup, ikisi birlikte te'vil-i müfred (masdar) hükmündedir. Buna göre kelamın takdiri "Öğüt tutmanız ne kadar az" şeklindedir.

İbn Âmir'in bu fiili bazan ya, bazan ta ile okumasının izahı da şöyledir: Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hitaptır. Yani "Bu hitapla vâ'zu nasihat olunan o kimselerin öğüt tutmaları ne kadar az!" demektir.

Hamza, Kisâî ve Hafs'ın, zâl'ı şeddesiz ve kâfi şeddeli olarak okumalarına gelince; bunlar evvelkilerin idğam ettikleri tâ'yı hazfetmişlerdir. Birbirine mahreçleri yakın üç harf biraraya geldiği için, bu hazf güzel olmuştur. Allah en iyi bilendir.

Keşşaf sahibi, Malik b. Dinar'ın (......) masdarından olmak üzere (......) yerine, (aramayın) şeklinde okuduğunu; bunu "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa..." (Âl-i imran, 85) âyetinden hareketle okuduğunu söylemiştir.

3 ﴿