ENFÂL SÛRESİ

Otuzdan otuzaltıncı âyetin sonuna kadar olan kısım hanç. bu sûrenın hepsi Medenîdir Bu âyetler ise Mekkîdır

Sûre. yetmışbeş ayettir. Bu sûre. Bakara sûresinden sonra nazil olmuştur.

Ganimet Hakkındaki Hükmü Soranlar

1

"Sana ganimetleri sorarlar. Deki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür. O halde mü'minlerdenseniz, Allah'dan sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. ".

Şii ki ayetteki, "Sana ganimetlerden sorarlar" tabiri şu beş hususun araştırılmasını gerektirir:

1) Soranın kim,

2) Sorulanın kim,

3) Ganimetin ne olduğu,

4) Bunun, ganimetin hangi hükümleri ile ilgili bir soru olduğu; ve

5) Müfessirlerin "enfâl" kelimesini nasıl tefsir ettikleri...

1) Bu soruyu soranların kimler olduğu hususunda deriz ki: Ayetteki, "Sana ganimetleri sorarlar" tabiri daha önce kendilerinden bahsedilmemiş kimselerle ilgilidir. Bunun burada, bu şekilde getirilmesi son derece güzeldir. Çünkü bu ayetler nazil olurken, bu soruyu soran belli birisidir. Binâenaleyh soranın o kimse olduğunu söylemek gerekir. Bu hususta soru soranın, ganimet ve enfâl ile ilgisi olan bazı kimseler olduğunda şüphe yoktur. Bu kimseler, sahabeden bazı insanlardır.

2) Bu, soruyu kime sorulduğu meselesidir. Bunun, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunda şüphe yoktur.

Enfâlin Ne Olduğu?

3) "Enfâl" nedir?" meselesi... Biz deriz ki: Zühri şöyle demiştir: "Arapça'da neti ve nafile kelimeleri, asıldan fazla olan şeyi ifâde ederler. Ganimetlere "enfâl" denilmiştir. Çünkü müslümanlar, ganimetler hususunda, kendilerine ganimet almak helâl kılınmamış olan diğer ümmetlere üstün kılınmışlardır. Nafile namaz da, asıl olan farz namazlara ilave namazlar oldukları için, "nafile" adını almışlardır.

Cenâb-ı Hak da"İbrahim'e, Ishak'ı ve ilaveten Ya'kûb'u ihsan ettik" (Enbiya 72) yani, "istediğine ilave olarak Ya'kûb'u ihsan ettik" buyurmuştur."

4) Bu sorunun, "enfâl"in hangi hükmü ile ilgili olduğu meselesidir: Diyoruz ki: Bu hususta iki izah yapılmıştır:

Enfâl Hakkındaki Birinci Görüş: Ayetteki "sorarlar" ifadesi, her nekadar müphem bir ifade ise de, cevabı belirlemek, o sorunun o belli cevapla ilgili olduğunu gösterir.

Hak teâlâ'nın, "Sana hayzı sorarlar' (Bakara. 222) ve "Sana yetimleri sorarlar" (Bakara, 220) ayetleri de bunun benzeridir. Bu ifâdelerden, bu sorunun hayız ve yetimlerle ilgili hükümlerden biri hakkında olduğu anlaşılıyor. Halbuki o hüküm belli bir hüküm değildir. Fakat cevap, onu belirli hale getirmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak, hayz hakkında, "De ki: "O bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan (onlarla cinsi temastan) uzak durun" (Bakara.222) buyurmuştur. Binâenaleyh cevap, o sorunun, hayız halinde kadınlarla cinsî münasebette bulunma ile ilgili olduğunu gösterir. Yine Cenâb-ı Allah yetimler hakkında da, "De ki: "Onları yararlı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizde" (Bakara. 220) buyurmuştur. Binâenaleyh bu belirli cevap, yetimler hakkındaki o sorunun, onların mallarında tasarrufta bulunma ve onlara vekil olma ile ilgili olduğunu gösterir.

Yine Allahü teâlâ, "Sana "Rûh"u sorarlar" (isra, 85) buyurmuştur. Bu ifadede, sorunun ruhun hangi hususunda olduğunu gösteren birşey yoktur. Cenâb-ı Hak, bu soruya cevap olarak, "De ki: "Ruh Rabbimin emrindendir.."(isra, 85)buyurmuştur. Bu cevap, sorunun, ruhun muhdes (yaratılmış) veya kadîm olması ile ilgili olduğuna delâlet eder.

İşte "Enfâl" ayetinde de böyledir. Allahü teâlâ bu sorunun cevabında, "De ki: Enfâl (ganimetler), Allah'ın ve Resûlünündür" buyurmuştur. Böylece bu cevap, soruyu soranların enfâl hakkındaki sorularının, ganimetin kime verileceği ve buna kimin müstehak olduğu hususunda olduğuna delâlet eder.

İkinci görüş: Ayetteki, "Sana ganimetleri sorarlar" ifadesi, "senden ganimetlerden isterler" demektir. Dolayısıyla buradaki seale (sorarlar) fiili ile, hadis-i şerifte de rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, kendilerine ganimetlerden vermesini "istediler" manası kastedilmiştir. Zira onlar, "Ey Allah'ın Resulü, bana şunu ver, bana şunu ver" diyorlardı. Ayetteki, an harf-i ceninin, min manasına olması uzak bir ihtimal değildir. Bu görüş, İkrime'ye aittir. Abdullah b. Mes'ûd (radıyallahü anh), ayeti, "Senden ganimetleri istiyorlar" şeklinde okumuştur.

5) Bu, müfessirlerin, ayetteki "enfâl" ile ne kasdedildiği konusundaki görüşlerini anlatmaktır. Deriz ki: O müslümanların "enfal" hakkında soru sormaları onlar arasında bu hususta bir çekişmenin ve münakaşanın olduğunu gösterir. Buna şunlar da delâlet eder:

a) Ayetteki, "De ki: "Enfal Allah'ın ve Resûlünündür" buyruğu bu cevabın verilmesinin maksadının, onları çekişmekten ve hasımiaşmaktan men etmek olduğunu gösterir.

b) Ayetteki, "Allah'dan sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" ifâdesi, onların bunu, aralarına bir husûmet düştükten sonra sorduklarını gösterir.

c) Ayetteki, "O halde mü'minlerdenseniz... Allah'a ve Resulüne itaat edin" ifâdesi de, aynı şeye delâlet eder. Bunu iyice kavradığında biz diyoruz ki; "Ayette geçen "enfâl" sözünde, kâfirlerden zorla alınmış matlar demek olan ganimetlerin Kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, ganimet dışında birşeyin kastedilmiş olması da muhtemeldir.

Birinci ihtimalle ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır:

1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbtn, Bedir Günü elde ettikleri ganimetleri hem Bedir Savaşı'na katılmış olanlara, hem de katılmamış olan müslümanlara bölüştürmüştü. Bedir savaşında bulunmadığı halde bu ganimetten istifade edenlerin üçü Muhacirlerden, beşi de "Ensar"dandı. Muhacirlerden biri, Hazret-i Osman idi. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu, kızı hasta olduğu için, onun yanında bırakmıştı. Diğer kişi de Talha (radıyallahü anh) ile Sa'îd b. Zeyd (radıyallahü anh) idi. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu ikisini müşriklerin kervanının durumunu gözetlemeleri için göndermişti. Onlar da bunun için Şam yoluna çıkmışlardı. Ensar'dan olan o beş kişiden birisi Ebu Lübâbe Mervan b. Abdülmünzir idi. Hazret-i Pevaamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Medine'de kendi yerine vekil bırakmıştı. Bunlardan diğer birisi Âsim (radıyallahü anh) idi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu da, "Âliye"de vekil olarak bırakmıştı. Üçüncüsü, Haris b. Hatıb olup, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu, Revhâ'dan, kendisine bir haber ulaştırmak üzere Amr b. Avf'a göndermişti. Bu beş kişiden dördüncüsü ise, Haris b. es-Samt idi. Bu da, Revha'da hastalanıp (kalmıştı). Beşincisi ise Huvât b. Cübeyr'dir. İşte Bedir savaşında bulunmadığı halde ganimet alan Ensar bunlardır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunlara da ganimetlerden pay verdi. Dolayısıyla diğer müslümanlar arasında bu husus dedikoduya sebeb oldu. İşte bunun üzerine, bu ayet nâzü oldu.

2) Rivayet olunduğuna göre, Bedir Günü genç olanlar savaştılar ve esir aldılar. Yaşlı müslümanlar ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ie birlikte gerideki saflarda beklediler. Bundan dolayı gençler, "Ganimetler bize âit. Çünkü biz vuruştuk, kâfirleri biz hezimete uğrattık" dediler. İhtiyarlar da, "Biz, sizin gerideki destekçileriniz idik. Eğer bozguna uğrasaydınız, bizim yanımıza gelip toplanacaktınız. Binâenaleyh ganimetleri, bizi dışta bırakarak almayın" dediler. İşte bundan dolayı aralarında bir çekişme meydana geldi ve ayet bunun üzerine nazil oldu.

3) Zeccâc şöyle demiştir: "Ayetteki "enfâl" kelimesi ile "ganimetler" kastedilmiştir. O müslümanlar kendilerinden önceki ümmetlere ganimet atmak haram olduğu için, bunun hükmünü sormuşlardır." Bu görüş zayıftır. Çünkü bu takdirde, bu sorunun maksadı, sadece Allahü teâlâ'nın bu husustaki hükmünü sorup öğrenmek olur. Halbuki biz, delillere dayanarak, bu sorunun, müslümanlar arasında meydana gelen bir münakaşa ve çekişmeden ötürü sorulduğunu beyan etmiştik.

Enfal Hakkındaki İkinci Görüş

İkinci ihtimale gelince ki bu, ayette bahsedilen "enfâl'in, ganimetten başka bir şey olmasıdır. Böyle olmasına göre, ayetteki "enfâl" kelimesinin tefsiri hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) Bazı rivayetlerde, İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Ayetteki "enfâl"dan maksad, hayvan, köle veya eşya gibi arada bir savaş olmaksızın, müşriklerden müslümanlara geçen şeylerdir. Bu gibi şeyler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e aittir. O, bunları istediği gibi kullanır ve dağıtır!'

b) "Enfâl" ile, Allahü teâlâ'nın ehl-i humus (yani ganimetin beşte birini alacaklar) için, hükmettiği beşte bir pay kastedilmiştir. Bu görüş, Mücahid'indir. Mücâhide göre ashab, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den humus (beştebir) hakkında soru sormuşlar ve ayet bunun üzerine nazil olmuştur.

c) Ayette bahsedilen enfâl, "seleb"tir. Bu, gaziyi savaşa teşvik için, ganimetlerden elde edeceği hisseye ilave olrak fazladan verilecek şeydir. Bu, mesela halifenin, "Kim savaşta birisini öldürürse, selebi (soykası, atı, silahı v.s.) ona aittir." Veya bir seriyyeye, "Elde edeceğiniz şey size aittir" veya "onun yarısı, üçte biri, dörtte biri size aittir" demesi gibidir. Halbuki "enfal"in humusu olmaz. Sa'd İbn Ebî Vakkas'ın, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kardeşim Umeyr, Bedir Günü öldürüldü. Ben de, buna mukabil, Sa'd İbn el-Âs'ı öldürdüm ve kılıcını aldım. Kılıç çok hoşuma gitti. Onu, Hazret-i Peygamber'e getirdim ve "Allah, müşriklerden dolayı yüreğime su serpti.... Öyleyse, bu kılıcı bana hibe et!" dedim... Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, "O, ne benim, ne de senindir; onu, ganimetlerin konulduğu yere bırak!" dedi. Ben de, kılıcı denilen yere bıraktım. Halbuki, kardeşimin öldürülüp üzerindekilerin alınmasından dolayı içimde, ancak Allah'ın bileceği bir kin ve hınç vardı.. Biraz öteye gitmiştim ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana geldi; işte o zaman, Enfâl sûresi nazil olmuştu.. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "Ey Sa'd, sen benden kılıcı istedin; halbuki or benim değildi; o şimdi benim oldu.. O halde, onu alabilirsin.." buyurdu.

Kâdî şöyle demektedir: "Ayet, bütün bu izahlara muhtemeldir. Ayette, bunların bir kısmını, diğerine tercih etmeye dair bir delil bulunmamaktadır. Eğer hadislerde, bunlardan birini tayin etmeye delâlet edecek sahih bir haber tesbit edilirse, o zaman o mânâ verilir; aksi halde bütün bu mana ve izahlar, ihtimal dahilindedir.. Bu manalardan her biri, ayrı ayrı düşünülebileceği gibi, bunların hepsinin birden murad edilmiş olması da caizdir. Çünkü aralarında herhangi bir tenakuz ve çelişki bulunmamaktadır. Ama, bunlardan, doğruya en yakın olan husus şudur: Bununla, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ganimet elde edilmeden önce de sonra da, ganimet mallarından başkasına fazladan bir şeyler verebilmesi murad edilmiştir.. Çünkü, bu, cihada teşvik ve gönülleri güçlendirip takviye etmek amacıyla, Hazret-i Peygamber'e caiz olan bir şeydir. Mesela bu, iyi savaşsın diye harbin başında, veyahut da harbten dönünce birisine fazladan bir şeyler vermek; yahut ona, savaşan kimsenin öldürdüğü kimselerden elde ettiği şeyleri vermek ya da savaşa katılanların bir kısmına, elde ettikleri ganimet mallarından az vererek, ona, Hazret-i Peygamber'e mahsus olan beşte birlik hisseden olmak üzere, fazladan bir şey vermek... gibidir. Böyle olması halinde, Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki; "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür." buyurarak mücahidlerin hak ettiklerine ilave olarak verilen şeyler kastedilmiş olur:

Cenâb-ı Hakk'ın "De ki: Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür..." ifadesine gelince, bu hususta şu iki açıklama yapılmıştır:

Birinci açıklama: Bununla şu kastedilmiştir: "Enfâlin hükmü, Allah ve Resulüne aittir. Allah, hikmetinin gerektirdiği şeye göre, o enfâtin taksimatını, Hazret-i Peygamber'e emretmiştir. Bu, enfâlin taksimatıyla ilgili mesele, hiç kimsenin görüşüne bırakılmamıştır.

İkinci açıklama: Mücahid, İklime ve Süddî şöyle demişlerdir: Bu ifade, müteakip 41. ayet ile neshedilmiştir. Bu böyledir, zira Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki; "ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür..." (Enfal. 41) buyruğu, ganimetlerin tamamının Peygamber'e ait olmasını gerektirir.. Böylece Allahü teâlâ bu hükmü, "humus" (beşte bir) ifade eden ayetlerle neshetmiştir..." Bu, bir kısım rivayetlerde yer alan İbn Abbas'ın görüşüdür.

Buna şu iki yönden cevap verilir:

a) Cenâb-ı Hakk'ın, "Deki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür" buyruğunun manası, "Bu husustaki hüküm, Allah ve O'nun peygamberine aittir..." şeklindedir. Bu mana, bu ifadede daima bulunur ve devam eder.. Binâenaleyh, bunun mensûh olması imkânsızdır.. Daha sonra Cenâb-ı Hak, ganimetlerin beşte dördünün o ganimetleri almış olan kimselerin mülkü olduğuna hükmetmiştir..

b) Beşte biri ifade eden ayet, ganimetin, onu alan kimselerin mülkü olduğuna delalet eder. Halbuki, bu ayette geçen "enfâl" sözü, ganimetlerle değil, "selebı ölünün üzerinden alınan eşya" diye tefsir edilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), herhangi bir maslahat ve faydadan dolayı, bu malları bazı kimselere vermiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak "Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" buyurmuştur. Bu hususta da iki bahis bulunmaktadır:

Birinci bahis: Bu, "Allah'ın ikabından korkunuz. Allah'ın ma'siyet dediği şeyleri yapmaya yeltenmeyiniz... Bu gibi haller sebebiyle, aranızdaki çekişme ve düşmanlıkları bırakınız ve Allah'ın Resulünün hükmettiğine razı olunuz. " demektir.

İkinci bahis: Cenâb-ı Hakk'ın, "aranızda olan şeyleri düzeltin" emri, yani, "Aranızdaki (muhtelif) görüşleri düzeltip ıslâh ediniz..." demektir.. Sözler, insanlar arasında konuşulup meydana geldiği için, tıpkı sırların, kalblerde saklı kalmasından dolayı onlara zâti's-sudûr denildiği gibi, sözlere de zâtu'l-beyn denilir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Mü'minlerdenseniz... Allah'a ve Resulüne itaat edin" buyurmuştur. Bu ayetten elde edilen mana şudur: "Allahü teâlâ, ashabı, "Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızda olan şeyleri düzeltin" buyruğu ile Resulün hükmüne muhalefet etmekten nehyetmiştir "Sonra da onlara "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emriyle Resule tâatte bulunmak suretiyle itaat etmelerini emretmek suretiyle bu hususu pekiştirmiştir.. Bunu, iyice pekiştirmek amacıyla da, daha sonra "müminlerdenseniz..." denmiştir ki bu son ifadeyle Cenâb-ı Hak, şu manayı kastetmiştir: Resulün sizi kendisine davet ve teşvik ettiği o iman, ancak Resule tâatı iltizam edip üstlenmekle tam ve mükemmel olur. Binâenaleyh, Resule itaat etme dairesinin dışında kalmaktan sakınınız.

Tâatı terketmenin, imanın yokluğunu, zevâl bulmasını gerektireceğini söyleyenler, bu ayette istidlal etmişlerdir. Bunun izahı şudur: İn şart edatı ile bir şeye bağlanan, ta'lîk edilen şey, bu şey bulunmadığında o da bulunmaz. Burada da iman, in edalıyla, "tâat" fiiline bağlanmıştır. Binâenaleyh, taât olmadığı, bulunmadığı zaman, "iman"ın da bulunmaması gerekir. Bu meselenin tamamı, Cenâb-ı Hakk'ın (Nisa, 31) ayetinin tefsirinde zikredilmiştir. Allah en iyi bilendir.

Gerçek Mü'minin Başlıca Vasıfları

1 ﴿