23"Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip dururken, ondan yüz çevirmeyin. Ve kendileri dinlemedikleri halde dinledik diyenler gibi olmayın. Çünkü yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, (hakkı) akıllarına sığdıramayan sağırlar ve dilsizlerdir. Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi, elbette onlara duyururdu. Onlara duyursaydı bile, onlar yine de muhakkak kî yüz çevirip arkalarını dönerlerdi" Bil ki Cenâb-ı Hak mü'minlere, "Eğer vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, biz de döneriz. Sayınız çok bile olsa, bu sizden hiçbirşeyi defetmez" (Enfal, 19) diye hitab edince, bunun peşisıra onları eğitmeyi hedef alan bir hükmü getirerek, "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip dururken, ondan yüz çevirmeyin" buyurmuştur. O burada onların neyi dinleyip durduklarını açıklamamıştır. Fakat sûrenin başından buraya kadar gelen söz cihad hakkında olduğu için, bu ayetten maksadın, "Siz o peygamberin cihad çağrısını ve davetini işitip dururken" manası olduğu anlaşılmış olur. Sonra cihad iki şeyi ihtiva eder: a) Canı tehlikeye atmak; b) Mal elde etmek. İşte canı tehlikeye atmak herkese zor gelip, aynı şekilde ele geçirebilecekken, bir malı da bırakmak herkese çok ağır geldiği için, Allahü teâlâ bu hususta te'dîb ve terbiye ifade eden hükmünü şiddetlendirerek, "Resûlün cihada çağrısına ve Allah ona mal almamasını emrettiği zaman, mal (ganimet) almama konusundaki çağrısına icabet etmede, Allah'a ve Resulüne itaat ediniz" buyurmuştur. Bundan maksad, Cenâb-ı Hakk'ın, (Enfal, 1) ayetinin tefsirinde bahsettiğimiz hususları anlatmaktır. Eğer, "Allahü teâlâ niçin, "Ondan yüzçevirmeyin" buyurarak, daha önce Allah ve Resulü zikredilmiş olduğu halde zamiri niçin "onlardan" değil de "ondan" şeklinde tekil kullanmıştır?" denilirse, biz deriz ki: Allahü teâlâ, Allah'a itaati ve Resulüne itaati emretmiş; sonra da "Ondan yüz çevirmeyin" buyurmuştur. Çünkü yüzçevirme, Allah'ın Resulü hakkında, ancak O'ndan, onun sözünü kabul etmekten ve cihadda O'na yardımda bulunmaktan geri durmakta yapılmış olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bunu te'kid etmek için, "Kendileri dinlemedikleri halde, "dinledik" diyenler gibi olmayın" buyurmuştur. Bunun manası şudur: İnsanın, bir teklifi kabul edip üstlenmesi, ancak onu duyduktan sonra mümkün olabilir. Bundan dolayı, "duyup işitmek" birşeyi kabul etmek manasına mecaız kabul edilmiştir. Nitekim mü'minlerin (namazdaki) "Allah, kendisine hamdedeni duyar" şeklindeki sözleri de bu manadadır. Buna göre, bu ifadenin manası şudur: "Ey mü'minler sizler, dilleriyle "Biz Allah'ın emirlerini kabul ettik" dedikleri halde, kalbleri ile onları kabul etmeyen kimseler gibi olmayın." Bu, Cenâb-ı Hakk'ın kendilerinden "onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman, "inandık" derler. Şeytanlanyla başbaşa kalınca ise, "Emin olun, biz sizinle beraberiz, "derler (Bakara. 14) diye haber verdiği münafıkların özelliğidir. Allahü teâlâ daha sonra "Çünkü yerde yürüyen canlıların en kötüsü, (hakkı) akıllarına sığdıramayan sağırlar ve dilsizlerdir" buyurmuştur. Alimler, ayette geçen "devâb" kelimesi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak şöyle denilmiştir: "Cehaletleri ve söyledikleri şeylerden faydalanmaktan uzak olmaları sebebiyle, Allah o müşrikleri hayvanlara benzetmiştir. İşte bundan ötürü Allah onları "sağırlar", "dilsizler" ve "akıllarını kullanamayanlar" diye tavsif etmiştir" denilmiştir. Yine onlar "devâb"dandır. Çünkü "devâb", yeryüzünde hareket eden her canlının ismidir. Allahü teâlâ bu kelimeyi, bir benzetme sadedinde kullanmamış, aksine Allah onları zemmetmek üslubuyla, kendilerine uygun bir vasıfla nitelendirmiştir. Nitekim, sözü anlamayan kimseler hakkında, onları zemmetmek için, "O, bir gölgedir, bir ceseddir ve bir harabedir" denilmektedir.. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara duyururdu " buyurmuştur. Bunun manası şudur: "Mevcut olan her şeyi, Allah'ın bilmesi gerekir. Binâenaleyh, Allah'ın o şeyin varlığını bilmemesi, o şeyin yokluğunun gerekçelerindendir. Dolayısiyle, hiç şüphesiz, o şeyin bizzat yokluğunu "Allah'ın, onun varlığını bilmemesi" ile ifade etmek, son derece güzel olmuştur. Buna göre bu ifadenin izahı şöyle yapılabilir: "Eğer onlarda bir hayır bulunsaydı, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak hüccet ve öğütlerini, öğretecek ve anlatacak bir biçimde onlara duyurur, işittirirdi. Şayet Allah onlarda bir hayır olmadığını bildiği halde, onlara yine de duyursaydı; onlar bu duyurmadan istifade edemezler, yine de muhakkak yüz çevirip arkalarını dönerlerdi." Şu da söylenmiştir: "Kâfirler, Hazret-i Peygamber'den, kendilerine nübüvvetinin doğruluğunu haber vermesi için, Kusayy b. Kilab ve benzeri ölülerini diriltmesini istemişlerdi. Böylece Allahü teâlâ, eğer onlarda bir hayır olsaydı, yani onların o ölülerinin söyleyecekleri sözden istifade etmeleri ihtimali olsaydı, onların sözlerini dinlesinler diye, o ölülerini dirilteceğini beyan buyurmuştur. Fakat Allah, onların bu sözü (teklifi) ancak inad için ve işi yokuşa sürmek için söylediklerini ve onlara ölülerinin seslerini-sözlerini duyurması halinde bile hakkı kabul etmeyip yüz çevireceklerini biliyordu." Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Allahü teâlâ, onların delillerden yüz çevireceğini, hakkı kabul etmeyeceklerini ve onların, kesinlikle hakka yanaşmayıp, haktan istifade etmeyeceklerini bildirmiştir. Bu sebeble diyoruz ki: Onlardan imanın sâdır olmasının imkansız olması gerekir. Zira eğer onlardan iman sâdır olacak olsaydı, bu iman ya Allah'ın bu haberinin doğru olmasının yanısıra söz konusu olurdu, ya da bu haberin yalan olması ile birlikte söz oturdu. Birinci ihtimal imkansızdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın iman rini haber verdiği halde onların iman etmesi, iki zıd şeyi birleştirmek olur r. İkinci ihtimal de imkansızdır. Zira Allah'ın doğru olan haberinin yalana -Kansızdır; hele hele bu haber, olup bitmiş mâzîdeki birşeyle ilgili olursa... Allahü teâlâ'nın ilminin cehalete dönüşmesi hususunda söylenecek söz de böyledir. Bunun izahı defalarca geçmişti. Nahivciler şöyle demişlerdir: "Lev (eğer) edatı, bir başka İunrnaması sebebiyle birşeyin yok olacağına delalet etmek için kullanılır. Dolayısıyla sen, mesela "Eğer bana gelseydin, sana ikram ederdim" dediğinde, bu söz, hem "gelme" işinin, hem de "ikram" işinin olmadığını gösterir." Bazı fakihler şöyle demişlerdir: Bu edat, ancak istilzamı (gerekliliği) ifade eder. Ama başka birşeyin bulunmasından ötürü, birşeyin yok olduğunu bu lafız ifade etmez. Bunun böyle oluşunun delili hem ayet, hem de hadistir: Ayetten delil, işte bu (tefsir ettiğimiz) ayettir. Bunu şöyle izah ederiz: Eğer lev edatı, nahivcilerin söylemiş olduğu manayı ifade etseydi, ayetteki, "Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi, elbette onlara duyururdu" beyanı, Allahü teâlâ'nın onlarda bir hayır görmediğini ve dolayısıyla onlara (hakkı) duyurmadığını ifade eder. Daha sonra Cenâb-ı Hak '"Eğer onlara duyursaydı, muhakkak ki arkalarım dönerlerdi" buyurmuştur. Bu da, "Allah onlara duyurmadı, onlar da yüz çevirmediler. Fakat yüz çevirmeme hayırlardan bir hayırdır" manasına gelirdi. Böylece de ayetin başı, onlarda hayrın olmadığını; sonu ise bir hayrın bulunduğu manasına gelirdi ki, bu bir tenakuzdur. Binâenaleyh lev edatının, "başkasının bulunmayışı sebebiyle birşeyin yok olacağını ifade ettiğini" söylemenin böyle bir tenakuzu gerektireceği sabit olur. Bundan dolayı, ona bu mananın verilmemesi gerekir. Bunun hadisten delili, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Süheyb ne güzel bir yiğit! Eğer o Allah 'dan korkmasaydı bile, yine de O'na isyan etmezdi" sözüdür. Binâenaleyh eğer, lev edatı nahivcilerin söylemiş olduğu manayı ifâde etmiş olsaydı, bunun manası, "O Allah'dan korktu ve Allah'a isyan etti" şeklinde olurdu. Bu ise bir tenakuzdur. Böylece lev edatının, başkasının bulunmaması sebebiyle birşeyin bulunmamasını ifade etmeyip, aksine sadece bir gerekliliği ifade ettiği sabit olmuş olur. Bil ki bu, çok güzel bir delildir. Fakat bu görüş, ekserî ediblerin görüşünün aksinedir. Allah'ın malûmatı dört kısımdır: 1) Bütün mevcûd şeyler; 2) Bütün ma'dûm (yok) olan şeyler; 3) Mevcûd şeylerden herbirinin yok olması halinde durumunun nasıl olacağı; 4) Ma'dûm (yok olan) bulunmayan her birşeyin var olması halinde, durumunun nasıl olacağı... İlk iki kısım, mevcut hal ile bilinir. Son iki kısım da, mevcut olmayan takdir ile bilinir. O halde ayetteki, "Eğer Allah onlarda bir hayır buseydi, elbette onlara duyururdu" ifadesi, ikinci kısımla ilgili olmuş olur ki bu da mukadderat ile bilinen kısımdır ve bu mevcut hal ile bilinen kısma girmez. Bunun bir benzeri de, Hak teâlâ'nın, münafıklardan naklettiği şu sözdür, "Eğer siz yurdlarınızdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Eğer sizinle harbedilirse, muhakkak ve muhakkak size yardım ederiz" (Haşr, 11). Cenâb-ı Hak buna karşılık, "Andolsun ki onlar çtkanlaccak olurlarsa, bu münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulurlarsa bunlar, onlara yardım da etmezler. Onlara yardım etseler bile, mutlaka dönüp kaçarlar" (Haşr, 12) buyurmuştur. Böylece Allahü teâlâ, yok olan birşeyin var olması halinde durumunun nasıl olacağını bildirmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, "Eğer onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine vazgeçirilmek istendikleri şeylere döneceklerdi" (En'âm. 28)buyurmuş ve yok olan birşeyin var olması halinde, durumunun nasıl olacağını bildirmiştir. |
﴾ 23 ﴿