29

"Ey iman edenler, eğer Allah'dan ittika ederseniz, O size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir Furkân verir, suçlarınızı bağışlar ve sizi mağfiret eder. Allah büyük fazl-u ikram sahibidir".

Bil ki Hak teâlâ, mal ve çocuk sebebiyle düşülecek fitneden sakındırınca, mal ve evlât sevgisine fazla düşüp meyletmeyi temin edecek olan takvaya teşvik etmiştir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Takva, Allah'ın Furkân Vermesine Vesile Olabilir

Bir kimse şöyle diyebilir: "Bir hükme in şart edatını getirmek, ancak işlerin sonunun nereye varacağını bilmeyen kimseler için yerinde olur. Bu ise Allahü teâlâ'ya uygun düşmez." Buna şöyle cevap verilir: "Bizim, "Eğer şu olursa, neticede şu olur" şeklindeki sözümüz, ancak bu şartın, o neticeyi gerektirdiğini ifade eder. Ama şartın mevcut olup olmadığı meselesi, ya bilinir, ya şüpheli olur. Bu husus, şart (eğer) edatından anlaşılmaz. Bu edatın bir şüphe ifade ettiğini kabul etsek bile, Cenâb-ı Hak ceza hususunda kullarına, sanki şüphe eden bir kimse gibi davranır. Hak teâlâ'nın "Andolsun ki sizi imtihan edeceğiz. Ta ki içinizden mücahidleri ve sabr-u sebat edenleri bilelim " (Muhammed. 31) ayeti de bu manadadır.

İkinci Mesele

Bu şarta bağlı hükmün şartı tek bir şeydir. O da Allah'dan İttika etmektir. Allah'dan ittika, bütün büyük günahları işleme hususunda Allah'dan korkmayı içine alır. Biz, bu ttikanın, bilhassa büyük günahlarla ilgili olduğunu söylüyoruz. Çünkü Allahü teâlâ, şartın cevâbı olan (neticesi olan) hükümde, seyyiatın (suçların) bağışlanmasından bahsetmiştir. Halbuki neticenin (cevabın), şart koşulan şeyden başka olması gerekir. Binâenaleyh şart ile ceza (cevap) arasındaki farkın ortaya çıkması için, ayette bahsedilen "ittika"yı. "büyük günahlardan korunma"; "seyyiât"ı da, "küçük günahlar" manasına hamlettik.

Bu şarta bağlı olan netice şu üç şeydir:

a) Ayette, "O, size (iyi ve kötüyü ayırdedecek) bir Furkân verir" ifadesi ile anlatılan husustur. Bu, "Allah sizinle kâfirlerin arasını ayırır" demektir. Lafız mutlak olarak zikredildiği için bu"Furkânı", mü'minlerle kâfirler arasında meydana gelen bütün ayırıcı vasıflar manasına hamletmek gerekir. Bundan dolayı diyoruz ki: Bu farklar ya dünya, ya da âhiret halleri ile ilgilidir. Dünya halleri ile ilgili olanlar ise, ya kalbin halleri ile, yani bâtınî haller ile ilgili olur; ya da zahirî hallerle ilgili olur. Kalbin halleri ile ilgili olanlar ise şunlardır:

a) Allahü teâlâ, hidayeti ve marifetullahı (Allah'ı bilmeyi), mü'minlere has kılmıştır.

b) Allah yine inşirahı (iç genişliği ve gönül huzurunu) da müminlerin kalblerine vermiştir. Nitekim Allahü teâlâ, "Öyle ya, Allah'ın, göğsünde islam için bir inşirah verdiği kimse, kalbini mühüriediği kişi gibi midir? Çünkü o, Rabbinden bir nur üzerindedir" (Zümer, 22) buyurmuştur.

c) Münafık ve kâfirlerin kalbi öylesi kötü huylar ve âdi hallerle dolup taştığı halde; Allahü teâlâ, mü'minlerin kalblerinden ve gönüllerinden kini, öfkeyi, hasedi, hile ve tuzakları gidermiştir. İyi hallerin kalblerde doğmasının sebebi şudur: Kalb, Allah'a itaat etmekte nurlanınca, bütün karanlıklar ondan gider. Çünkü mahfetullah (Allah'ı tanıyıp bilmek), bir nurdur. O kötü huylar ise adetâ birer zulmet karanlıktır. Dolayısiyle nûr gelince, karanlık mutlaka zail olur.

Zahirî hallerle ilgili olan bu farklar da şunlardır: Allahü teâlâ yüceliğini, fethini, muzafferiyetini ve yardımını müslümanlara tahsis etmiştir. Nitekim O: "Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Resulünündür, mü'minlerindir" (Münafikûn, 8) ve "Çünkü O (Allah), bu dini diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır" (Saf, 9) buyurmuştur. Kâfir ve fâsıkların hali ise, bunun aksinedir.

Âhiret halleriyle ilgili farklara gelince, bunlar mükafaat, daimî menfaatlar, Allah ve melekleri tarafından ta'zim edilme bakımlarındandır. Bütün bu haller, âyetteki "Furkân"a dahildir.

b) Ayetteki, "Suçlarınızı bağışlar" ifadesi ile anlatılan husustur. Diyoruz ki: Ayetteki "Eğer Allah'tan ittikâ ederseniz..." tabirini "Eğer Allah'ı inkar etmekten sakınırsanız" manasına alırsak, "O, suçlarınızı bağışlar" sözü ile, bu inkârdan önce bulunan bütün seyyiât kastedilmiş olur. Yok eğer bu tabiri "Büyük günahlardan ittika eder, sakınırsanız.." manasına alır isek, o zaman "O, suçlarının bağışlar" ifadesi ile, küçük günahların affedilmesi kastedilmiş olur.

c) Ayetteki, "Sizi mağfiret eder" buyruğu ile anlatılan husustur. Bil ki bir tekrarın söz konusu olmaması için, deriz ki: "Seyyiatın bağışlanması" ifadesi ile, dünyada iken "onların örtülmesi, saklı ve gizli kalması" manası; "mağfiret" ile de, "ahirette tamamen bağışlanması" manası kastedilmiştir.

Allah'ın Geniş Lütfü

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah büyük fazl-u ikram sahibidir" buyurmuştur. Vasfı bu olan bir zat, birşey vaadettiğinde mutlaka va'adini yerine getirir. Biz şu sebeblerden ötürü Allah'ın fazl-u ikramının, başkalarınınkinden daha büyük olduğunu söylüyoruz:

1) Hak subhanehû ve Teâlâ dışında herkes, ancak kalbinde lütuf ve ihsanda bulunma niyet ve fikri meydana geldiği zaman, lütuf ve ihsanda bulunur. O niyet ve fikir ise sonradan meydana gelmiştir. Binâenaleyh ancak Allah'ın yaratması ile meydana gelmiştir. İşte bu durumda da, ihsanda bulunanın, iyiliğin yapılmasına sebep olan o düşünce ve niyeti yaratan Allah olduğu ortaya çıkar.

2) Lütuf ve iyilikte bulunan herkes, ya karşılığında bir mal kazanmak, ya bir övgüye nail olmak, ya da hemcinsine acımadan dolayı kalbinde meydana gelen bir elem ve üzüntüsünü gidermek gibi, bir başka çeşit karşılığı elde etmek gibi, bir çeşit kemal elde etmiş olur. Allahü teâlâ ise, böylesi hiçbir karşılık beklemeksizin lütuf ve İhsanda bulunur. Çünkü O, zaten kâmildir. Zâtı gereği mevcud olan bir varlığın, başkasından istifade etmesi imkânsızdır.

3) Başkasına bir iyilikte bulunan herkese göre, iyilik yaptığı kimse, o iyilik başına kakıiabilecek bir duruma düşer. Bu ise, nefret ettirici bir durumdur. Ama Cenâb-ı Hak, herkesi hertürlü özelliği ile yaratmış olandır. Binâenaleyh Allah'ın ihsanını kabul etmeme gibi birşey söz konusu olamaz.

4) Başkasına iyilikte bulunan herkese göre, kendisine iyilikte bulunulan o kimse bu iyilikten ancak, gören bir gözü, işiten bir kulağı ve hazmedebilen bir midesi bulunduğu zaman istifade edebilir. Bu durumda da yine gerçekte iyilikte bulunanın, (ona bunları vermiş olan) Allahü teâlâ olduğu ortaya çıkmış olur. Dolayısıyla bu aklî deliller ile de, Allahü teâlâ'nın büyük fazl-u ikram sahibi olduğunun doğruluğu sabit olur.

Kureyş'in Hazret-i Peygamber Aleyhindeki Komplosu

29 ﴿