5

"Haram aylar çıktığı zaman, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları esir olarak yakalayın, onları hapsedin, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah gafur ve rahimdir".

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Ayın Başlangıcı ve Bitimi Hakkında Tabirler

Leys şöyle demiştir: "Arapça'da bir aydan çıkıldığı zaman, "Bu aydan çıktım (tamamladım);; denilir." Ebu'l-Heysem buna "Arapçada denilir. Bunun manası şudur? Falanca aya girdik, yani onu giyindik." Böylece biz, o ayın yarısı geçinceye kadar, ona gittikçe daha çok bürünmüş; sonra biz onu, ikinci yarısı, gün be gün tamamlanınca, sanki kendimizden soyup çıkarmış oluruz" diye izah etti ve şu şiiri söyledi:

Ben derim ki bu hususta, tam izah şöyledir: Tıpkı nasıl bir yer bir şeyi kuşatıp onun zarfı, kılıfı olursa, aynı şekilde bir zaman dilimi de, bir şeyi kuşatır ve onun adetâ zarfı, kılıfı olur. Birşeyin mekânı, sarılan cismin dış yüzeyine temas eden, saran cismin ic vüzevinden ibarettir. Binâenaleyh birşey derisinden sıyrılıp çıktığında, o, o derinin iç yüzeyinden, o satıhtan sıyrılıp çıkmış olur ki işte bu yüzey gerçekte onun mekanıdır. Tıpkı bunun gibi, bir ay tamam olduğunda, kendisini kuşatan şeyden sıyrılıp, başka bir aya girilmiş olur. O halde "selh", birşeyin, belli bir mekandan ayrılıp çıkmasıdır. Binâenaleyh bu, o şeyin, belli bir zamandan çıkıp ayrılması hakkında da kullanılmıştır. Zira mekan ile zaman arasında çok sıkı ve tam bir ilgi vardır.

Sürenin Bitiminde, "Müşrikleri Öldürün"

"Haram Aylar" meselesini biz, (Tevbe, 2)ayetinin tefsirinde açıklamıştık: Bu aylar, Kurban Bayramı gününden Rebi'üt-Âhir'in onuncu gününe kadar olan zamandır. Bunlara, "haram" denilmesi Allahü teâlâ'nın o aylarda, öldürmeyi ve savaşı haram kılmış olmasından dolayıdır.

Daha sonra Allahü teâlâ, bu aylar sona erince, şu dört şeye müsaade etmiştir:

a) "Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün."

Bu'ayet, mutlak manada, yani nerede ve ne zaman olursa olsun, müşriklerin öldürülmelerini emretmektedir.

b) "Onları esir olarak yakalayın." Arapça'da lafzı, "esir" manasınadır.

c) "Onları habsedin." "Hasr", bir şeyi, kendini kuşatan şeyin dışına çıkmaktan men etmektir. İbn Abbas (radıyallahü anh), Cenâb-ı Hakk'ın, bu tabir ile, "Eğer kendinizi koruyabilirseniz, onları engelleyin, muhasara edin" manasını kastettiğini söylemiştir. Ferrâ da, onların "hasr"ının, Beytullah'dan uzak tutulmaları ve men edilmeleri olduğunu söylemiştir.

d) "Onların bütün geçit yerlerini tutun." "Marsad", düşmanın rasad edildiği (gözetildiği) yer demektir. Bu, Arapların, birisini gözettiğinde söyledikleri "Falancayı gözetledim" şeklindeki deyimlerinden alınmıştır.

Müfessirler bu ayetin manasının, "Onların Beytullah'a, veya çöle veya ticarete gitmek için tuttukları bütün yolların üzerinde oturup, gözetleyin" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Ahfeş, bu ayette bir hazfın bulunduğunu ve kelamın takdirinin, "Onların bütün geçit yerleri üzerine.." şeklinde olduğunu söylemiştir.

Allahü teâlâ daha sonra "Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekat verirlerse, yollarını serbest bırakın" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır:

Namazı Terkeden Müslüman Hakkındaki Hüküm

Şafii (r.h) bu ayetle, namazı terkeden kimsenin öldürüleceğine istidlal ederek şöyle demiştir: "Çünkü Allahü teâlâ mutlak olarak bütün yollar ile kâfirlerin öldürülmelerini mubah kılmış ve sonra ancak şu üç şey birlikte yapıldığında, yani, küfürden tevbe edildiğinde, namaz kılındığında ve zekat verildiğinde, onların kanını haram kılmıştır. Dolayısıyla bu üç şey bir kimsede bulunmadığı zaman, onun kanının (öldürülmesinin) mubah oluşunun asliyyeti üzere kalması gerekir."

Buna göre şayet bu görüşte olmayanlar (Hanefîler), "Bundan murad, o ibâdetleri kabul edip, onların farz olduğuna inanmak olabilir. Bunun delili de, zekat vermeyenlerin öldürülmemeleridir" derlerse, Şafiîler şöyle cevap verirler: "Sizin ileri sürdüğünüz bu şey, ayetin zahirini bırakmaktır. Zekat vermeyenin öldürülmemesi meselesine gelince, bu tahsis görmüş (bir başka nass ile istisna edilmiş)tir." Eğer onlar (Hanefiler), "Bu lafzın tahsis edildiğini söylemek, niçin bu sözü, namaz ve zekatın farziyyetini ikrar etme manasına hamletmekten daha makbul olsun?" derlerse, biz deriz ki: "Fıkıh usulünde şöyle bir kaide vardır: "Her ne zaman, bir lafzın mecazi manası ile tahsis edilmesi arasında bir tezad meydana gelirse, tahsisli manayı tercih etmek evlâdır."

Zekatı Reddedelerın Hükmü

Hazret-i Ebu Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh)'in, zekatı vermeyenler hakkında şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben, Allah'ın birlikte zikrettiği şeyleri birbirinden ayıramam." Belki de Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) bununla bu ayeti kastetmiştir Çünkü Allahü teâlâ, ancak tevbe eden, namazını kılan ve zekatını veren kimselerin yollarının serbest bırakılmasını emretmiştir. Binâenaleyh Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh), zekat vermeyen mürtedlerle savaşmayı farz görmüştür. Onların zekâtın farziyyetini inkâr etmeleri halinde bu hükmün böyle olacağı açıktır. Ama onların, zekatın farz olduğunu kabul ettikleri halde, özellikle Hazret-i Ebu Bekir'e vermekten imtina etmelerine gelince, Hazret-i Ebu Bekir'in, onların zekâtı "halife"ye vermeyip, bundan imtina etmeleri açısından onlarla savaşmanın farz olduğuna kâm olmuş olması da düşünülebilir. Onun bu husustaki görüşü, tıpkı şeriatın diğer zahirî hükümlerinin bilinmesi gibi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'în dininden anlaşılan bir şeydir.

Üçüncü Mesele

Biz, "tevbe"nin manasını, Bakara sûresinde (Bakara. 37) ayetinin tefsirinde ele almıştık. Hasan el-Basrî şunu rivayet etmiştir: "Bir esir, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e duyuracak şekilde, üç defa, "Ben Muhammed'e değil, Allah'a tevbe ederim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hakkı ehline verdi, onun olduğunu bildi, onu sahn" buyurdu.

Dördüncü Mesele

Allahü teâlâ'nın "Yollarını serbest bırakın " ayetine gelince, buradaki "yollar", "Beytullah'a giden yolları " yahut, "İşlerini görmek için gidecekleri yollar " manasınadır. Allah, tevbe edip iman edenleri bağışlar ve onlara rahmet eder. Burada şöyle bir incelik vardır: Allahü teâlâ, bütün hayır yollarını onlar için daraltmış ve onları çeşitli belâların içine atmış, sonra da onların, küfürden tevbe etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri halinde, dünyevî hertürlü afetten kurtulacaklarını beyan etmiştir. Binâenaleyh biz de, Kıyamet günü durumumuzun böyle olmasını fazl-ı ilahiden umarız. Dolayısıyla tevbe, nazarî (fikri) kuvveti, cehaletten; namaz ile zekat da, amelî kuvveti, uygun olmayan şeylerden temizlemektir. Bu da, en mükemmel saadetin, bunlara bağlı olduğunu gösterir,

İltica Eden Müşrike Yapılacak İşlem

5 ﴿