94

"Mesuliyet ancak o kimseleredir ki zengin oldukları halde senden izin isterler. Bunlar geri kalanlarla beraber olmaya rızâ gösterdiler. Allah da kalblerini mühürledi. Artık onlar bilmezler. Onlara döndüğünüz vakit, size özür beyan ederler. De ki: "Özür dilemeyin, size katiyyen inanmıyoruz. Allah, bize haberlerinizi vermiştir. (Bundan sonraki) hareketinizi de hem Allah, hem de Resulü görecektir. En sonunda gizliyi ve aşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size. neler yapıyordunuz, hepsini haber verecektir".

Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele vardır:

Harpten Kaçıp Cezayı Hakedenler

Cenâb-ı Hak, bir önceki ayette "İyilik edenlere (muhsinlere-müslimlere) karşı bir yol yoktur" buyurunca,

"Mesuliyet ancak şöyle şöyle olanlaradır.." buyurmuştur. Sonraki birinci ayetteki, "Muhsinlere karşı bir yol, bir mes'uliyet yoktur" ifâdesi ile kastedilenin, savaş ve cihad hususunda olduğunu ve bu ayette bahsedilen "yol olmayış" hükmünün savaşa has olduğunu söyleyenler şöyle demişlerdir: "Cenâb-ı Hakk'ın muhsinlere karşı olmadığını söylediği o yol, yani mes'uliyet, münafıklar için söz konusu olan mesuliyet olup, bu da, cihadla ilgili olan yoldur. Buna göre mana, "Savaşa katılmama hususunda senden izin isteyen o zenginler yok mu, Allah'ın (muaheze) yolu onlar üzerine gereklidir. Allah'ın onlara, savaşa gitmeleriyle ilgili olan mükellefiyeti, onlara yöneltilmiştir ve onların savaşa katılmama hususunda kesinlikle bir mazeretleri yoktur" şeklindedir."

Buna göre şayet, "Ayetteki radû "rıza gösterdiler.." ifâdesinin i'rabtaki yeri nedir?" denilirse, biz deriz ki: "Bu, bir müste'nef cümle olup, sanki "Onlar zengin oldukları halde, niçin izin istiyorlar?" denilmiş de, "Onlar alçaklığa, düşüklüğe, kadınlar içinde oturup kalmaya razı oldular ve Allah onların kalblerini mühürledi" şeklinde cevap verilmiştir. Yani, "Onların cihaddan nefret etmelerinin sebebi, Allah'ın kalblerini mühürlemiş olmasıdır. İşte bu mühürleme yüzünden, onlar cihaddaki dinî ve dünyevî faydaların nefer olduğunu bilememişlerdir" demektir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak "Onlara döndüğünüz vakit size özür beyân ederler. De ki: "özür dilemeyin, size katiyyen inanmıyoruz" buyurmuştur. Bu, özür beyân etmekten men etmenin bir sebebidir. Çünkü özür beyan edenin maksadı, özürünü kabul ettirmektir. Binaenaleyh (karşısındaki) topluluğun, kendisinin herhangi bir hususta yalan söylediğini bildiğinde, insanın, özür beyan etmeyi bırakması gerekir. Ayetteki, "Allah bize haberlerinizi vermiştir" buyruğu onlara inanmamanın ifletidir. Çünkü Cenâb-ı Hak, Resulünü, onların kalblerindeki kötülüklere, hilelere ve nifaka muttali kılınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onları, ileri sürdükleri bu özürleri hususunda tasdik etmesi imkânsız olur.

Allahü teâlâ daha sonra ' "Bundan sonraki hareketlerinizi de hem Allah, hem Resulü görecektir" buyurmuştur. Bu, "Onlar, bu mazeretlerini ifâde ederken, kendiliklerinden peygamberi ve mü'minleri sevdikleri, onlara şefkat duyup, yardım etmek istedikleri zannını uyandırıyorlardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Bundan sonraki hareketlerinizi de hem Allah, hem Resulü görecektir", yani Allah ve Resulü, zahiren gösterdiğiniz doğruluk ve saflık üzere kalıp kalmayacağınızı bilir" buyurmuştur."

Daha sonra Cenâb-ı Hak "En sonunda gizliyi ve aşikârı bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz" buyurmuştur. Eğer "Allah amelinizi görecek" buyurduğuna göre, niçin "Siz O'na döndürüleceksiniz" demeyip, bunun başına sümme edatını getirmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Allahü teâlâ'yı "gaybın ve aşikârın alimi" diye tavsif etmede, O'nun, onların pis batınlarına ve hile ile, yalan ile dopdolu kalblerine muttali olduğuna bir delâlet vardır. Bu ifâdede çok şiddetli bir korkutma ve onlar için büyük bir sakındırma vardır.

Münafıkların Yalan Yere Yemin ve Mazeret Beyan Etmeleri

94 ﴿