HÛD SÛRESİBu sûre, 123 ayettir. 1"Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış, sonra da apaçık bildirilmiş, her işi hikmetle yapan, her şeyden kemâliyle haberdâr ola Allah tarafından indirilmiştir". Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: İ'rab Meselesi Bil ki "Elif-Lâm-Râ" kısmı bu sûrenin ismi olub mübtedâ kitab kelimesi onun haberi, (......) ifadeleri de kitab kelimesinin sıfatıdır. Zeccâc, (......) ifâdesinin mubteda; (......) ifâdelerinin de bunun haberi olduğunun söylenemeyeceğini; zira (......) ifâdesinin, sadece bu sıfatla mevsûf olamayacağını ileri sürmüştür ki, bu itiraz yerinde değildir. Zira, haberinin ona hasredilmesi, bir şeyin mübtedâ olmasının şartı değildir. Ben, böyle bir sorunun Zeccâc'ın hatırına nereden geldiğini bilemiyorum. Sonra Zeccâc, takdîri şeklinde olan bir başka görüşü tercih etmiştir ki, bana göre tercih ettiği bu görüş de şu iki sebepten dolayı zayıftır: 1) Bu takdire göre, (......) ifadesi, kendisinde herhangi bir fayda bulunmayan hoş bir söz olarak bulunmuş olur. 2) Sen, "Bu, bir kitabtır" dediğinde, senin hazâ sözün, daha önce zikredilenlerin en yakınma bir işaret olmuş olur ki bu da, sözüdür. Bu durumda "ayetleri muhkem kılınmış bir kitab olmakla" kendisinden haber verilmiş olan bir kelime olmuş olur. Bu görüşe göre Zeccâc, birinci görüşte razı olmamış olduğu görüşü benimsemiş olur. Böylece, doğru olanın, bizim söylediğimiz şey olduğu ortaya çıkar. Kuranın Muhkem Vasfı Cenâb-ı Hakk'ın "Ayetleri muhkem kılınmıştır" buyruğu ile ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır: a) ifâdesinin manası, "ayetleri, çok sağlam, muhkem, tıpkı muhkem ve sağlam bir bina gibi kendisinde hiçbir noksanlık bulunmayan ve herhangi bir bozukluk da mevcut olmayan bir tarzda tertîb edilmiştir...", şeklindedir. b) "İhkâm", bir şeyin bozulmasına mâni olmak, önüne geçmek demektir. O halde bu ifâdenin manası, "Şeriatler ve kitaplar onun bu ayetleriyle neshedildiği halde, bu ayetler herhangi bir kitapla neshedilmemiştir" şeklindedir. Bil ki, bu açıklamaya göre, Kur'ân'ın tamamı muhkem değildir. Çünkü Kur'ân'da, mensûh olan ayetler de bulunmaktadır. Ancak ne var ki, onun genel vasfı böyle olunca, geneli hakkında söz konusu olan hükmü, tamamı hakkında varmış gibi kabul edilerek, bu vasıf ona verilmiştir. c) Keşşaf sahibi şöyle demiştir: (......) kelimesinin, bir şey hakim ve muhkem olduğu zaman söylenilen, kâfin zammesiyle fiilinden if'âl babına nakledilmiş olması caizdir. Buna göre bu ifâdenin manası, "O, ayetleri hakîm ve muhkem kılınmış olan bir kitapdır" şeklinde olur. Bu Cenab-ı Hakk'ın, (Yunus, 1) ayetinde oldğu gibidir." d) Kur'ân'ın ayetleri, şu pekçok yönden muhkemdir: 1) Bu kitabın mânaları (konuları) tevhîd, adalet, nübüvvet ve meâddır. Bunlar, neshi kabul etmeyip, son derece muhkemdirler. 2) Kur'ân'daki ayetler arasında tenakuz bulunmaz. Tenakuz, muhkem olmanın zıddıdır. Onun ayetleri, tenakuzdan uzak olunca, o zaman muhkem olmak tahakkuk etmiştir. 3) Bu ayetlerin lafızları, fesahat ve belagat hususunda, muaraza kabul etmeyecek bir noktaya ulaşmıştır ki, bu da kuvvet ve sağlamlık ihsas eder. 4) Dinî ilimler ya nazarî ya da amelîdir. Nazarî olanlar, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü tanımaktır. O halde bu kitap, bu ilimlerin en kıymetlisini ve en güzelini ihtiva etmektedir. Amelî olanına gelince, bu da, ya zahirî amelleri tezyin etmekten ibarettir ki, bu fıkıh ilminin konusudur. Yahut da, bâtınî halleri tezyin etmekten ibarettir ki, bu da, ruhu tasfiye etme ve gönlü anlaştırma, nefsi terbiye etme ilmidir. Biz, bu âlemde, bütün bu konular hususunda, işte bu kitaba, Kur'ân'a denk olan bir kitab göremiyoruz. Böylece bu kitabın, ruhanî gayelerin en kıymetlisini ve ilâhi konuların en yücesini . kapsadığı, binâenaleyh onun, nakzolunma ve yokolmaya kabil olmayan bir kitap olduğu kesinlik kazanmış olur. "Muhkem" kelimesinin tefsiri hususundaki sözün tamamını, Cenâb-ı Hakk'ın, ayetini (Al-i İmrân, 7) tefsirinde zikretmiştik. Üçüncü Mesele Fussilet kelimesi hakkında şu izahlar yapılabilir: a) Bu kitap, delillerin, ruhanî faydaların iyice açıklanmış olması gibi, apaçık beyân edilip bildirilmiştir. Bu deliller de tevhîd, nübüvvet, ahkâm, nasihatlar ve kıssaların delilleridir. b) Bu kitap, sûre sûre, ayet ayet bölünüp fasıllara ayrılmıştır. c) Bu kitap, toptan değil de parça parça, fasıl fasıl indirilmiştir. Bu şıkdaki anlama göre bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın (A'râf, 133) ayetidir. Bu, "Bu mucize ve ayetler, birbiri ardınca parça parça gelmişlerdir" demektir. d) Kulların muhtaç oldukları şeyler fasledilmiş, yani izah edilmiş ve özetlenmiştir. e) Onun ayetleri, helâl -haram, meseller, terğib- terhîb, öğütler, emirler ve yasaklar olarak, bölünüp fasıllara ayrılmıştır. Böylece, herbirinin faydası tas.tamam olsun ve herbirinin konularına en mükemmel bir biçimde vakıf olunsun diye, bunlardan her birinin kendi başına müstakil, diğerine karışmamış olan bir faslı, bölümü bulunmaktadır. "Summe Edatı Hakkında Ayetteki (......) ifadesinin başındaki sümme edatı, zaman bakımından sonralığı ifâde etmeyip, durum bakımından sonralığı ifade eder. Bu, senin tıpkı, O ev güzel bir biçimde muhkem, sonra da en güzel bir biçimde mufassal kılınmış, tafsil edilmiştir " demen gibidir. Bu, senin yine, "Falanca, nesebi ve sülâlesi leîm (düşük), sonra da fiili kerim (değerli) olandır" demen gibidir. Beşinci Mesele Keşşaf sahibi: "Bu ifâde, "Ben onları muhkem kıldım, sonra daonları tafsilatlandırdım" manasında, (......) şeklinde de okunmuştur" der. İkrime ve Dehhâk'dan, (......) ifâdesinin manasının, "Hak ile batılın arası ayrıldı" şeklinde olduğu rivayet edilmiştir. Altıncı Mesele Cübbâî, Kur'ân'ın muhdes ve mahluk olduğuna, şu üç bakımdan bu ayetle istidlal etmek istemiştir: a) Muhkem, failinin çok sağlam yaptığı şeye denir. Binâenaleyh eğer Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı yaratmış olmasaydı, onun için böyle denilmesi doğru olmazdı. Çünkü muhkem yapmak, ancak fiiller için söz konusudur. Kur'ân için, "O muhkem olmayan bir varlık idi de, Allah onu sonradan muhkem kılmıştır" da denilemez. Çünkü bu, Cenâb-ı Hakk'ın muhkem kıldığı kısmın, muhdes olmasını gerektirir ki, hiç kimse Kur'ân'ın bir kısmının kadîm, bir kısmının muhdes olduğunu söylememiştir. b) Ayetteki (......) ifâdesi, o Kur'ân'da bir ayrılış ve bölünmenin (kısım ve bölümlere ayrılışın) bulunduğuna delalet eder. Yine bu, o ayrılış ve bölünüşün, ancak bir yapanın ve failin yapması ve bir mükevvinin tekvini ile olduğuna delâlet eder. Bu da, (bizim söylediğimiz) neticeye delâlet eder. c) Ayetteki, "(Her işi) hikmetle yapan, (her şeyden) kemâliyle haberdâr olan (Allah)'ın ledünnünden"ifâdesi, "Allah'ın katından, indinden..." demektir. Halbuki kadîm olan şeyin, bir başka kadîmin indinden olduğu söylenemez. Çünkü eğer her ikisi de kadîm olmuş olsalardı, onlardan birinin öbüründen meydana geldiğini söylemek, bunun tersini söylemekten daha evlâ olmazdı. (Ehl-i sünnet) alimlerimiz bu özelliklerin, o harf ve seslerle ilgili olduğunu söyleyerek bu iddiaya cevap vermişlerdir. Harflerin ve seslerin muhdes ve mahlûk olduğunu biz de kabul ediyoruz. Kur'ân hakkında, kadîm olduğunu iddia ettiğimiz şey, bu harf ve seslerin dışında, başka birşeydir. Yedinci Mesele Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Ayetteki (......) ifadesi şu manalara gelebilir: a) Biz, ayetteki "kitap" lafzının haber, uhkimet sözünün, bu haberin sıfatı ve ifadesinin de, haberin ikinci sıfatı olduğunu söyledik. Buna göre bu kelamın takdiri: "Elif lâm-râ. Hakîm ve Habîr'in katından bir kitapdır " şeklinde olur. b) Bu ifâde, ikinci haber de olabilir' Buna göre takdiri, "Elif-lâm-râ. Hakîm ve Habir'in katındandır" şeklinde olur. c) Bu ayetteki fiillerinin sıfatı da olabilir. Buna göre, "Hakim ve Habir'in katından olarak, muhkem kılınmış ve apaçık bildirilmiş (bir kitap)" şeklinde olur. Böyle olması halinde, ayetin başı ile sonu arasına çok ince bir nükte girmiş olur. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Ayetleri, Hakîm'in katından muhkem kılınan ve işlerin nasıllığını bilip haberdar olanın katından tafsil edilen bir kitab..:" demiştir. |
﴾ 1 ﴿