6

"Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'ın üstünedir. Onların duracak yerlerini de, emânet edilen yerlerini de O bilir. (Bunların) hepsi (ve bütün halleri) o apaçık kitaptadır".

Bil ki Allahü teâlâ, önceki ayette, kendisinin, onların gizleyeceklerini de, açığa vuracaklarını da bilen olduğunu belirtince, bunun peşinden yine kendisinin bütün malumatı bildiğine delâlet eden ifâdeyi zikretmiştir. Binâenaleyh, her canlının, rızkının kendisine ancak Allah'dan gelmiş olduğu sabittir. Bu sebeple, şayet Cenâb-ı Hak bütün malumatı bilmeseydi, bu iş gerçekleşmezdi. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Dabbe: Yeryüzündeki Canlıların Rızıkları

Zeçcâc şöyle demektedir: Dâbbe kelimesi, her canlıya verileh bir addır. Zira "dâbbe" kelimesi, debîb (kımıldama, debelenme) kelimesinden alınmış bir isimdir.. Bu lafza, müenneslik tâ'sı getirilerek, erkek-dişi olsun, rûh sahibi her canlı hakkında kullanılmıştır. Ancak ne var ki bu kelime, Arapların örfünde, hasseten, at için kullanılmaktadır. Bu ayette, bu lafızla kastedilen ise, aslî, lügavi manasıdır. Bu sebeple, bu ifâdenin içine bütün canlılar girmektedir. Bu husus, müfessirler arasında müttefekun aleyh olan bir husustur. Canlıların kısım ve türlerinin pekçok olduğunda ihtilâf yoktur. Bunlar, karada, denizde ve dağlarda bulunan canlılardır ki, Allah'tan başkası onların sayısını bilemez. Allahü teâlâ, onların yapılarının nasıl olduğunu, uzuvlarını, durumlarını, gıdalarını, girdikleri delikleri ve yerlerini; onlara uygun olan olmayan şeyleri bilendir. Göklerin ve yerlerin tabakalarını, hayvanların ve bitkilerin karakterlerini yöneten ilâh, nasıl olur da onların hallerini bilemez? Rivayet edildiğine göre Hazret-i Musa (aleyhisselâm), kendisine vahiy geldiği bir sırada, kalbi, çoluk çocuğunun durumlarına takılıp kalmıştı. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hazret-i Musa'ya, asasıyla, bir kaya parçasına vurmasını emretti. O da vurunca, kaya parçası yarıldı, içinden ikinci bir kaya parçası çıktı. Sonra, asasıyla ona da vurunca, o da yarıldı, içinden üçüncü bir taş çıktı. Daha sonra da değneğiyle ona da vurunca, o da yarıldı ve içinden, adeta bir zerre gibi, ağzında da gıdası yerine geçecek birşey olarak bir kurtçuk çıktı. Musa (aleyhisselâm)'nın kulağından perde kaldırıldı da O, kurtçuğun "Beni gören, benim sözümü duyan, benim yerimi bilen, beni hatırlayan, rızıklandiran ve beni unutmayan zâtı, noksan sıfatlardan tenzih ederim" dediğini duydu.

Mahlukatı Rızıklandırmak Allah'a Vacip midir?

Bazıları, bazı şeylerin Allah'a vacib olduğu hususunda bu ayete tutunarak, şöyle demişlerdir: "Çünkü, buradaki alâ harf-i cerri, vücûb ifâde eder. Bu da, canlılara rızık vermenin Allah'a vâcib olduğuna delâlet eder." Buna, "Bu, Allah'ın vaadi, fazlı ve ihsanı bakımından bir vâcibtir" diye cevap verilebilir.

Haramdan Rızık Olur

Ehl-i sünnet âlimleri, rızkın, bazan haram da olacağını isbat hususunda bu ayete tutunarak, şöyle demişlerdir: "Çünkü, her canlıya rızık vermenin, vaad ve müstehak olmak bakımından, Allah'a vâcib olduğu sabittir. Halbuki Allahü teâlâ, vâcib olanı ihlâl etmez. Sonra biz bazan, ömrü boyunca helâldan yemeyen insanlar görürüz. Binâenaleyh haram, bir rızık olmasaydı, Allahü teâlâ, o canlıya rızkını ulaştırmamış olurdu. Böylece de O, vacibi ihlâl etmiş olurdu ki, bu muhaldir. İşte böylece biz, haramın bazan rızık olacağını anlamış oluyoruz.

"Müstakarr" ve "Müstevda" Kelimelerinin Tefsiri

Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların duracak yerlerini de, emânet edilen yerlerini de O bilir" ifadesine gelince, bil ki, "müstekarr", o canlının yeryüzündeki, dünyadaki yeridir. "Müstevda" ise, o canlının, sulbte veya rahimde, yahut da yumurtada karar kılmadan önce bırakılmış olduğu yerdir. Ferrâ, "Canlı mahlukun gece-gündüz sığındığı yere müstekarr, ölüp kaldığı yere ise müstevda denilmiştir" demektedir. "Müstekarr" ve "müstevda" kelimelerinin tafsilatlı bir biçimde izahı, En'âm Sûresi'nde 98, ayetin tefsirinde geçmişti.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "(Bunların) hepsi (ve bütün halleri) o apaçık kitaptadır" buyurmuştur. Zeccâc: "Bu, "Bu, Allah'ın ilminde sabittir" manasındadır" derken, bazıları da bu ifâdeye Levh-i Mahfuz manasını vermişlerdir. Biz bunun faydasını, Cenâb-ı Hakk'ın (Enam, 59) ayetinin tefsirinde anlatmıştık.

6 ﴿