2Yûnus Sûresi'nin başında, "Elif, Lâm, Ra. Bu mübîn olan kitabın ayetleridir..." ayetinin tefsirinden bahsetmiştik. Binâenaleyh ayetteki tilke kelimesi, bu sûrenin ayetlerine işaret olup, "Elif-Lâm-Râ diye adlandırılan bu sûrede indirilen o ayetler, Kitab-ı Mübin'in (Kur'ân'ın) ayetleridir", demektir. Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı, şu sebeplerden ötürü, "mübîn" (açık-açıklayıcı) diye tavsif etmiştir:. 1) Kur'ân, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kesin bir mucizesi ve apaçık bir delilidir. 2) Allah, onda hidayet ile rüşdü, helâl ile haramı açıklamıştır. Bunlar Kur'ân'da açıklandığı için, Kur'ân bütün bunları "açıklayıcı"dır. 3) Kur'ân'da evvelkilerin kıssaları, geçmiş milletlerin halleri açıklanmıştır. Kur'ân'ın Arapça Sıfatı Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Gerçekten biz onu, akıl erdiresiniz diye, Arapça bir Kur'ân olarak indirdik" buyurmuştur ki, bununla ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Yahûdî âlimlerinin, müşriklerin ileri gelenlerine şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "[Hazret-i ] Muhammed'e, Yâkûb (aleyhisselâm)'un ailesinin Şam'dan Mısır'a niçin gittiklerini ve Yûsuf kıssasını sorun." İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu ayetleri indirdi ve burada kendisinin, onlar bu ayeti anlayıp bilgi elde etsinler diye, bu kıssayı Arapça alarak anlattığını bildirdi. Buna göre ayetin takdiri şöyledir: "Biz, içinde Yûsuf Kıssasının bulunduğu bu kitabı, Arapça bir Kur'ân olarak indirdik." Kur'ân'ın, bir Kısmına da "Kur'ân" denilebilir. Çünkü "Kur'ân" cins ismi olup, Kur'ân'ın tamamını da, bir kısmını da gösterebilen bir isimdir. İkinci Mesele Cübbâî, Kur'ân'ın mahlûk (yaratılmış-sonradan) olduğuna, bu ayeti, şu üç bakımdan delil getirmiştir: 1) Ayetteki, "Biz... indirdik" tabiri, onun mahlûk olduğu adelâlet eder. Çünkü kadîm olan bir varlığın, inzâli-tenzili (indirilmesi) mümkün olmadığı gibi, bir halden, bir hale değiştirilmesi de caiz değildir. 2) Allahü teâlâ, Kur'ân'ı "Arapça" diye tavsif etmiştir. Halbuki kadîm olan "Arapça"- "Farsça" diye nitelenemez. 3) Allahü teâlâ, "Biz onu, Arapça bir Kur'ân olarak İndirdik" buyurunca, bu O'nun Kur'ân'ı Arapça dışında başka dilde indirebileceğini gösterir. Bu ise, Kur'ân'ın hadis (sonradan) olduğuna delâlet eder. 4) Ayetteki "Bu, kitabın ayetleridir., ." ifâdesi, Kur'ân'ın ayet ve kelimelerden meydana geldiğine delâlet eder. Parçalardan meydana gelen her varlık, muhdestir, Cübbâı'nin izahlarının hepsine şöyle deyip cevap veririz: Bu ayet, harflerden, kelimelerden, lafızlardan ve cümlelerden meydana gelen "mürekkeb" varlığın muhdes olduğuna delâlet eder. Bu hususta münakaşa yok. Bizim Kur'ân için kadîm olduğunu söylediğimiz husus başka bir şeydir. Binâenaleyh bu istidlal düşer. Üçüncü Mesele Cübbâî, ayetteki, "Akıl erdiresiniz diye..." kelimesini delil getirerek şöyle der: Le'alle kelimesini, "kesin (mutlaka)" manasına hamletmek gerekir. Buna göre ayetin manası, "Biz o kitabı, dinî hususlardaki manalarını akledesiniz-anlayasınız diye, Arapça Kur'ân olarak indirdik" şeklindedir. Çünkü lealle lafzı ile "belki" (ihtimal) manasının kastedilmiş olması caiz değildir. Zira Allah'ın tereddüt etmesi imkânsızdır. Böylece bu tabirden maksadın, "Cenâb-ı Hakk'ın Kur'ân'ı, delillerini anlamaları için indirdiği" manası olduğu sabit olur ki bu da, Cebriye'nin görüşünün aksine, Allahü teâlâ'nın bütün kullarından, yani kendisini bilen bilmeyen herkesten, kendisinin bir olduğunu ve dinini akletmelerini istediğine delâlet eder." Cevap: Farzet ki durum, sizin söylediğiniz gibidir... Fakat bu, Allahü teâlâ'nın bu sûreyi indirdiğine ve muhatapların bu kıssayı bilmelerini istediğine delâlet eder. Fakat siz, "Bu ayet, Allahü teâlâ'nın, herkesin iman ve amel-i sâlihini istediğine delâlet ediyor" hükmünü bu ayetten nasıl çıkarabilirsiniz ki? |
﴾ 2 ﴿