3"Biz sana bu Kur'ân vahyetmek suretiyle en güzel kıssayı anlatacağız. Sen ise, daha evvel bundan hiç haberdâr olmayanlardan idin" Ayetle ilgili birkaç mesele vardır; Birinci Mesele Rivayet edildiğine göre Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Kur'ân'ı indirip, o da onu kavmine okuduğunda, onlar, "Ya Rasûlellah, keşke anlatsan" dediler de, işte bunun üzerine, bu sûre indi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu sûreyi okuyunca onlar, "Keşke bize, iyice anlatsan" dediler. Bunun ame "Allah, kelâmının en güzelini bir kitap halinde indirdi"(Zümer. 23) ayeti inince anar. "Keşke bize hatırlatsan?" dediler. Bunun üzerine de, "İman edenlerin, Allah'ı ve Hak'tan ineni zikir için, kalblerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?" (Hadid, 16) ayeti nazil oldu. İkinci Mesele Kasas, haberlerin peşpeşe eklenmesi demek olup, Arapça kök manası itibari ile, "uymak, tabî olmak" demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Kızkardeşine dedi ki: "Onun izini ta'kib et (Kasas. 11) ve "şimdi izlerinin üstünde (izlerini takib ederek) gerisin geri döndüler" (Kehf. 64) buyurmuştur. Hikayelere, "Kıssa" ismi verilmiştir: Çünkü onu anlatan kıssa, onları, birbiri ardınca peşpeşe anlatır. Arapça'da, birisi Kur'ân okuduğu zaman (......) denilir. Çünkü onun getirdiği ayetler, (okurken) birbirini takib eder. Bu ayette geçen "kasas" kelimesinin (anlatmak) manasında masdar olma ihtimali de vardır. Nitekim Arapça'da sözü peşpeşe söyleyip, ahenkli bir şekilde ortaya koyduğunda, (......) denilir. Nitekim yine Arapça'da aynı manada, "Kasas" lafzının, ism-i mef'ul (anlatılan şey) manasına olması da muhtemeldir. Bu, senin, "Allah'ın makduru (güç yetirdiği şey)" manasında "Bu Allah'ın kudreti"; "Falancanın ma'lumu (bildiği şey)" manasında "Bu kitab, falancanın ilmidir" manasında;"Bizce ümid edilen şey" manasında, "Bu bizim ümidimiz" demen gibidir. Binâenaleyh eğer bu lafzı, masdar olarak kabul edersek, ayet, "Biz, sana bu Kur'ân'ı en güzel bir şekilde anlatıyoruz" manasında olur. Böyle olması halinde, "en güzel olma" hususu, kıssaya ait değil, "anlatma işi"ne ait olmuş olur ki bu güzel oluştan maksad, ayetlerin fesahat bakımından, mucize noktasına varmış, fasih ve beliğ sözler olmasıdır. Baksana bu kıssa, hiçbir yönden bu sûredeki fesahat ve belagata ulaşamadıkları halde, tarih kitaplarında da anlatılmıştır. Yok eğer bu lafzı ism-i mef'ûl manasına alırsak, kendisinde, başkasında bulunmayan hikmetler, İbretler, incelikler ve manasında olmuş olur . Çünkü bu kıssadaki hikmetlerden biri şudur: Allah'ın kazasını hiç kimse savuşturamaz, Allah'ın kaderine, kimse mâni olamaz. Allahü teâlâ, bir insan için hayır ve güzellik irade etmiş İse, bütün âlem ona karşı biraraya gelseler, o iyiliğin o kimseye ulaşmasına manî olamazlar. Bu kıssanın ifâde ettiği ikinci bir hikmet, hasedin, hızlan (rahmetin kesilmesi) ve noksanlık sebebi oluşuna delâlet etmesidir. Bir üçüncü hikmeti şudur: Sabır, tıpkı Ya'kûb (aleyhisselâm)'da olduğu gibi genişliğe-selâmete ermenin anahtarıdır. Çünkü Ya'kûb (aleyhisselâm) sabretmiş ve muradına ermiştir. Yûsuf (aleyhisselâm) için de durum aynıdır. "Bu Kur'ân'ı sana vahyetmek suretiyle..." demektir. Bu mana, kelamın başındaki mâ edatını, ma-i masdariyye kabul ettiğimiz zaman böyledir.Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Sen ise daha evvel bundan hiç haberdar olmayanlardan idin " buyurmuştur. Yani, "Biz sana bunu vahyetmezden önce, Yûsuf ile kardeşlerinin kıssasını bilmiyordun" demektir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu, ancak vahiy sayesinde öğrenmiştir. Bazı âlimler de bu cümleyi, tıpkı "Halbuki kitap nedir, imân nedir bilmezdin" (Şûra, 52) ayetinde ifâde edildiği gibi, "sen bundan evvel, din ve şeriattan habersiz idin" manasına hamletmişlerdir. Yûsuf Lafzı Hakkında |
﴾ 3 ﴿