6"Evladım, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır. Rabbin seni öylece rüyada gördüğün gibi, beğenip seçecek, sana rüya tabirine ait bilgi verecek. Sana karşı da, Yakûb hanedanına karşı da, nimetlerini –daha evvelden ataların İbrahim'e ve İshâk'a tamamladığı gibi- tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" Ayetle ilgili birkaç mesele vardır. Birinci Mesele Hafs, yâ'nın fethasıyla, buneyye diye okurken, diğer kıraat imamları yâ'nın kesresiyle, buneyyi şeklinde okumuşlardır. İkinci Mesele Yakub (aleyhisselâm), hem Yusuf'u hem öz kardeşini çok seviyordu. Böylece işte bundan dolayı diğer kardeşleri Yusuf'u kıskandılar. İşte bu haset, Yakûb (aleyhisselâm) tarafından pekçok emareler ile sezilmiş ve bilinmişti. Binâenaleyh Yusuf (aleyhisselâm), bu rüyayı anlatıp Hazret-i Yakûb da bunu kardeşlerinin ve ebeveyninin kendisine itaat etmesi şeklinde yorumlayınca, Hazret-i Yûsuf'a: "Rüyanı kardeşlerine bildirme; çünkü onlar, o rüyanın yorumunu yaparlar ve böylece de, sana bir tuzak kurarlar..." deyiverdi. Üçüncü Mesele Vahidî, "rü'yâ kelimesi, tıpkı büşrâ (müjde), sukyâ (sulamak), bukyâ (baki kalmak) ve şûra (meşveret), kelimeleri gibi, masdardır. Ancak ne var ki bu kelime, uykuda hayal edilip görülen şeyin ismi olunca, bir isim gibi olmuştur" demiştir. Keşşaf sahibi ise şöyle der: "Rüya, görmek manasındadır. Ancak ne var ki bu kelime, uyanıkken görülene değil de, uykuda görülen şeylere isim olarak verilmiştir. Binâenaleyh, hiç şüphesiz bu iki kelimenin (rü'yet ve rüya) ması te'nîsin iki harfiyle, yani elif-i maksure ve müenneslik tası ile ayırdedilir. Bu, kurbe ve kurbâ kelimeleri gibidir. Bu kelime hemzenin vâv'a çevirilmesiyle (rüyake) şeklinde de okunmuştur. Kisâî'nin, râ'nın kesresi veya zammesi ve idğam ile riyyâke veya rüyyâke şeklinde okuduğu da duyulmuştur ki, bu rivayet zayıftır." Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Sonra sana bir tuzak kurarlar". Buradaki yekıdû kelimesi, mukadder en edâtıyla mansûbtur. Buna göre mana, "Şayet sen bunu onlara anlatırsan, sana tuzak kurarlar" şeklinde olur. Şayet, "Ayette (A'râf. 195) buyurulduğu gibi, niçin burada da (......) buyurulmamıştır?" denilirse, biz deriz ki: Bu lâm, ilgiyi tekid etmek içindir. Cenâb-ı Hakk'ın (Yûsuf, 43) ayetinde olduğu gibidir. Yine bu, senin. (......) veya (......) veya (......) demen gibidir. Bunun (......) manasında olmak üzere, leke kelimesinin, keyden kelimesine ettiği de ileri sürülmüştür. Muhakkik âlimler, bu ifâdenin, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin rüya tabirini bildiklerine, aksi halde onların bu rüyadan, kin ve öfkelerine sebep olacak neticeyi çıkaramayacaklarını söylemişlerdir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Çünkü şeytan, insanın apaçık birer düşmanıdır" buyurmuştur. Bu sözün söylenmesinin sebebi, onların, böyle bir tuzağa yönelmeleri halinde, bunun şeytana izafe edilmiş olmasıdır. Bunun benzeri de Hazret-i Musa'nın, "Bu şeytanın işlerindendir..." (Kasas, 15) şeklindeki sözüdür. Hazret-i Yusuf'un Seçilmesi Yakûb (aleyhisselâm) sonra, bu nasihatiyle rüyanın tabirini kastetmiştir. Alimler, bu hususta şunları ileri sürmüşlerdir: 1) Yâkub (aleyhisselâm), "Rabbin seni öylece, (rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek... " Bu, "Cenâb-ı Hak büyük bir şerefe, izzete ve yüceliğe delâlet eden bu büyük rüya ile seni beğenip seçtiği gibi, seni büyük şeyler için de seçer, seçecek..." demektir. şöyle demiştir: "İctibâ" bir şeyi kendin için seçtiğinde kullanmış olduğun, "O şeyi seçtim, kendime ayırdım" deyiminden alınmıştır. "Suyu havuzda topladım.." deyimi de böyledir. Alimler, ayette bahsedilen bu "beğenip seçme" ile neyin kastedildiği hususunda ihtilal etmişlerdir. Bu cümleden olarak Hasan el-Basrî: "Rabbin sana nübüvvet vermek suretiyle seni seçti" manasını verirken, başkaları, "Bununla, derecesinin yüksekliği, mertebesinin büyüklüğü kastedilmiştir. Yusuf (aleyhisselâm)'a tam tamına nübüvvet verilmiş olmasına ayette bir delâlet yoktur" demişlerdir. Rüya Tabiri 2) Hazret-i Yakûb'un, "Sana rüya tabirine ait bilgi verecek" sözüdür. Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır: a) Bununla, rüya tabiri kastedilmiştir. Bunun neticesi, onun uykusunda görmüş olduğu şeye varıp dayandığı için, "tevîl" adını almıştır.. Yani, "Allahü teâlâ, insanların uykularında gördüğü hadiselerin tevilini sana öğretir" demektir. Alimler Yusuf (aleyhisselâm)'un rüya yorumu ilminde, kendisine müracaat edilen bir otorite olduğunu söylemişlerdir. b) Allah'ın kitaplarındaki hadiselerin tevîlini ve önceki peygamberlerden rivayet edilen haberleri, sana öğretmiştir" demektir. Bu tıpkı, zamanımız alimlerinden birisinin, Kur'ân'ın tefsiri, tevili ve Hazret-i Peygamber'den rivayet edilen hadislerin tevili ile meşgul olması gibidir. c) Ehadis, hadîs kelimesinin çoğuludur. Hadîs, hadis demektir. "Ehâdîs"in tevili ise, neticede onun vartp dayandığı yerdir. Hâdiselerin varıp dayandığı yer de, Allah'ın kudreti, tekvîn ve hikmetidir. O halde bu kelimeden kastedilen mânâ, "Allah, sana, manevî ve maddî çeşitli yaratıklar ile Allah kudret, hikmet ve celâline nasıl istidlal edebileceğini öğretti..." şeklinde olur. Nimetin Tamamlanması 3) Yakûb'un "Sana karşı da, Yakûb hanedanına karşı da, nimetlerini tamamlayacaktır..." şeklindeki sözüdür. Bil ki, ayette geçen yectebîke tabirini "nübüvvet" diye tefsir edenlerin, bu ifâdede bahsedilen "nimetini tamamlamak" tabirini de "nübüvvet" diye tefsir etmeleri imkânsızdır. Aksi halde, ayette bir tekrar söz konusu olmuş olur. Tam aksine, buradaki "nimeti tamamlama" deyimi, dünyevî ve uhrevî saadetler olarak tefsir edilir. Dünyevî mutluluklara gelince: Bunlar, çocukların, hizmetçilerin ve taraftarların çok olması; mal, makam ve maiyyetin çok olması ve onun insanların kalblerindeki saygınlığı, güzel bir medih ve övgü ile yadedilmesidir... Uhrevî saadetlere gelince: Bunlar da onun pekçok ilim, üstün hasletler elde etmesi ve, marifetullah bilgisine garkolmasıdfr. Nimetin Tamamlanması Nübüvvettir Ama ayette bahsedilen "ictibâ" lafzını, "yüksek dereceler elde etme" şeklinde tefsir edenler, burada bahsedilen "nimeti tamamlama" işini "nübüvvet" olarak tefsir etmişlerdir ki, bu husus şunlarla da desteklenir: a) Nimeti tamamlama, sayesinde nimetin, herhangi bir noksanlıktan uzak, tam ve mükemmel olması demektir. Bu da, bir insan için ancak nübüvvet ile mümkün olabilir. Zira, insanların elde edeceği makamların tamamı risâlet-nübüvvet makamının altında olup, nübüvvetin mükemmelliğine nisbetle, noksandırlar. O halde, beşer için mutlak kemâl ve mutlak tazim, nübüvvetten başka bir şeyle olamaz. b) Hazret-i Yâkub'un "daha evvelden ataların İbrahim'e ve İshâk'a tamamladığı gibi..." şeklindeki sözü... Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İshak'ın, diğer insanlara üstünlük sağladığı tam nimetin, nübüvvetten başka birşey olmadığı malumdur. Binâenaleyh, ayette bahsedilen "nimeti tamamlama" tabirinden nübüvvet"in kastedilmesi gerekir. Bil ki, biz bu tabiri "nübüvvet" diye açıkladığımızda, Yakûb (aleyhisselâm)'un çocuklarının tamamının peygamber olduklarına hükmetmek gerekir. Bu böyledir, zira Yakûb (aleyhisselâm), "Sana karşı da, Yakûb hanedanına karşı da, nimetlerini tamamlayacaktır." demiştir. Bu, Yakûb hanedanı için, tam ve mükemmel bir nimetin tahakkuk etmiş olmasını gerektirir. "Nimeti tamamlamaktan maksat "nübüvvet" olunca, bu nimetin Hazret-i Yakûb (aleyhisselâm)'un evlatları hakkında hasıl olması, onların dışında kalan kimseler hakkında geçerli olmamasını gerektirmiştir. Dolayısıyla onun evlatları hakkında da geçerli (cari) olması vacib olmaktadır. Hem, Yûsuf (aleyhisselâm) da "gerçek ben rüyada onbir yıldızla (...) gördüm" (Yusuf, 4) demiştir ki, bunun tefsiri, "kendileri için fazilet tahakkuk etmiş olduğu yeryüzündekilerin, ilimleri ve dinleri ile aydınlandığı onbir kişi (...)" demek olur. Çünkü, yıldızlardan daha parlak bir şey yoktur ve üstelik o yıldızlar ile kılavuzlanılır. Bu da, Yakûb (aleyhisselâm)'un çocuklarının tamamının nebî ve resûl olmalarını gerektirir. Peygamberler Nasıl Kötülük Düşünebilirler? İmdi şayet, "Onlar, Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm) aleyhinde, malum teşebbüste bulundukları halde nasıl peygamber olabilirler?" denilirse, biz deriz ki: Bu, peygamberlikten önce vuku bulmuş bir hadisedir. Bize göre, peygamberlerin ismet sıfatına haiz olmaları, nübüvvet öncesinde değil, nübüvvet esnasında söz konusudur. İkinci görüşe göreyse, "Sana nimetlerini tamamlayacaktır" tabirinden maksat, Hazret-i Yusuf'un belâ ve sıkıntılardan kurtarılmasıdır. Böyle olması halinde Hazret-i Yusuf'un İbrahim ve İshâk'a benzetilmesindeki "vech-i şebeh", Allahü Teâlâ'nın, Hazret-i İbrahim'e, O'nu ateşten kurtarması; oğlu İshâk'a da, O'nu kesilmekten kurtarması ve olan in'âmdır... Üçüncü bir görüşe göre ise, "nimeti tamamlama" Allah'ın, bu dünyada iken O'na vermiş olduğu nimetini, onları, dünyada peygamber ve hakimler yapıp, sonra onları, o dünyadan cennetteki yüce makamlara sevketmesiyle tahakkuk eden ahiret nimetine eklemesıdir. Bil ki, en doğru görüş, birincisidir. Çünkü beşer için tam bir nimet, nübüvvetten başka bir şey değildir. Bu nübüvvetin dışında kalan herşey, buna nisbetle noksandır. Sonra Yakûb (aleyhisselâm), Yusuf'a, - bu üç dereceyi müjdeleyince, sözünü, "Şüphesiz ki Rabbin. herşeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" şeklinde bitirmiştir ki, alîm kelimesi, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah, risaletini nereye vereceğini çok İyi bilendir" (Enam, 124) ifâdesine; hakîm sözü de, Allahü teâlâ'nın, boş ve manasız şeylerden uzak ve berî olduğuna; nübüvvetini ancak kudsî, ulvî, aydınlanmış nefislere, cevherlere ve ruhlara vereceğine bir işarettir. Hazret-i Yakûb Akıbetten Emin İdiyse Neden Endişelendi? Buna göre şayet, "Hazret-i Yakûb'un bahsettiği bu müjdelerin doğruluğunu kendisi kesin olarak biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu? Eğer onun bu hususta kesin bir bilgisi var idiyse, daha nasıl Yusuf (aleyhisselâm) hakkında kederlenmişti Nasıl, Yusuf'u kurdun yediğinden endişelenmişti ? Allah Sübhanehû ve Teâlâ'nın onu seçip, onu peygamber yapacağını bildiğine göre daha nasıl kardeşlerinin onu imha edeceğinden endişelenmiş ve kardeşlerine, "Sizin haberiniz olmadan, onu kurdun yemesinden korkarım" demişti ? Biz onun, bu hallerin doğruluğunu bilmediğini söylediğimizde, "o bunlara daha nasıl tereddüt göstermeden, kesinkes hükmetmişti ?" denilirse, biz deriz ki: Hazret-i Yakûb'un, "Rabbin seni öylece (rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek" şeklindeki sözünün, onların Yusuf (aleyhisselâm)'a tuzak kurmamaları şartına bağlanmış olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü bundan, daha önce bahsedilmişti. Hem, "Yaküb (aleyhisselâm), Yusuf (aleyhisselâm)'un bu makamlara erişeceğine kesinlikle hükmediyordu. Fakat birtakım büyük zorluklarla karşılaşması, ancak onları aştıktan sonra o makamlara yükselmesi imkân harici değildi. İşte korkması, bu yüzden, yani bu büyük sıkıntılara düşmesinden ileri geliyordu. Onun, "Onu kurdun yemesinden korkuyorum" şeklindeki sözünün manası da, "o her ne kadar kurdun onu yiyemeyeceğini, ona ulaşamayacağını biliyor idiyse de, onu koruyup gözetmekte gevşeklik göstermemeleri için kardeşlerini şiddetle sakındırmak gayesine yöneliktir" şeklindedir. Yusuf (aleyhisselâm) Kıssasında Dersle |
﴾ 6 ﴿