10“Yusufu öldürün. Yahut onu. uzak ve ıssız bir yere atın ki. babanızın yüzü yalnız size münhasır olsun ve siz. ondan sonra, salih bîr zümre" İçlerinden bir sözcü. "Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın yolun kafilesinden biri. onu alsın. Eğer. mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın". Bil ki, onların içlerindeki haset şiddetlenip had noktasına varınca, onlar, taauf un, babasından mutlaka uzaklaştırılması gerekir..." dediler. Bu da ancak, birisiyle sağlanabilirdi: a)Öldürmek. b) Yahut, onu, bir daha artık babasıyla bir araya gelmesinden ümidin kesileceği yare sürgün etmek... Haset eden kimsenin, kötülük hususunda bundan daha ileri varabileceği düşünülemez. Onlar bu hususta, "babanızın teveccühü münhasır olsun" şeklinde bir gerekçe de ileri sürmüşlerdir ki bu, "Yusuf, onu bizden alıkoymuş ve onun teveccühünü hep kendisine çevirmiştir. Binâenaleyh, Yusuf'u kaybederse, bütün gönlü ve muhabbetiyle bize yönelir ve siz de, ondan sonra salih bir zümre olursunuz" demektir. Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır: 1) Onlar, kararlaştırdıkları bu şeyin büyük bir günah olduğunu anlayınca, "Biz bunu yaptığımızda, Allah'a tevbe ederiz ve salih topluluklardan oluruz..." dediler. 2) Buradaki maksat, dinî bakımdan salih olmak değil, aksine bundan maksat. iman babanız yanındaki durumunuz düzelir, babanız sizi sever de, sizinle denilmek istenmesidir. 3) Bununla şu kastedilmiştir: Sizler bu yalnızlığınız ve bir kenara itilmeniz sebebiyle, işlerini düzeltmekle meşgul olamayan aklı ve zihni dağılmış kimseler haline geldiniz. Binâenaleyh, bu tedirginliğiniz zail olunca, işlerinizi ıslah edip düzeltmeye vakit bulabilirsiniz. Alimler, öldürmeyi emredenin kim olduğu hususunda şu iki görüş üzere ihtilaf etmişlerdir: a) Bunu, Yusuf'un kardeşlerinden biri söylemiştir. b) Onlar, yabancı biriyle istişare ederlerken, bunu o yabancı söyledi, kardeşlerden biri söylemedi. Birinci görüşü benimseyenler de kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir: Mesela Vehb, "O, Şem'ûn'dur" derken; Mukatil. "bunu söyleyenin Rûbiyel olduğunu" ileri sürmüştür. Eğer, "Onlar peygamber oldukları halde bu onlara nasıl uygun düşer?" denirse, biz deriz ki: "Buna "Onlar o zaman henüz mürâhik idiler (yani buluğa ermemişlerdi)" diye cevap verenler çıkmış ise de bu zayıftır. Çünkü Hazret-i Yakûb (aleyhisselâm) gibi bir peygamberin, içlerinde onları, kötülüklerden alıkoyacak akıllı bir kişi olmadan, çocuklarını dışarı göndermiş olması uzak bir ihtimaldir. Hem sonra onlar, "siz, sonra sâlih bir zümre olursunuz" demişlerdir. Bu da onların tevbe etmezden önce, sâlih (iyi) olmadıklarını gösterir ki, bu durum, onların çocuk olmuş olmalarına terstir. Bazı kimseler de bu soruya, "Bu küçük günahlardandır" diye cevap vermiştir. Bu cevap da akıldan uzaktır. Çünkü ma'sûm bir peygamber olan babaya eziyet etmek, ona yalan söylemek ve küçük bir kardeşi öldürmeye girişmek, bütün bunların herbiri büyük günahlardandır. En doğru cevap şudur: Onlar peygamber değil idiler. Peygamber olmuş olsalar bile, bu hadiseyi peygamberliklerinden önce yapmışlardır. Yusuf'u Öldürmekten Vazgeçip Kuyuya Atmaları Daha sonra Cenab-ı Hak, birisinin "Yûsuf'u öldürmeyin" dediğini nakletmiştir. Bunu söyleyenin, Hazret-i Yûsuf'un teyzesinin oğlu olan Rûbiyel olduğu söylenmiştir. Rûbiyel, onların en akıllısı idi. Bundan dolayı, onları, Yûsuf'u öldürmekten alıkoydu. Bunu söyleyenin Yehûdâ olduğu da söylenmiştir. Yehûdâ da, fikir, fazilet ve yaşça onların ileri gelenlerinden idi. Ayette sonra "Onu bir kuyunun dibine bırakın" denilmiştir. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Nâfî, hem burada, hem de bundan sonra gelen yerde, kelimeyi geyâbât şeklinde cemî olarak okurken, diğer kıraat imamları her iki yerde de müfred okumuşlardır. Bunun cemî olarak okunmasının sebebi şu olabilir: Kuyunun kenar ve köşeleri vardır. Binâenaleyh kuyunun içinde kenar, köşe, dip bulunmuş olur. Bu kelimeyi müfred okuyanlar ise şöyle demişlerdir: "Bununla, Yûsuf'un saklanabileceği, kuyudaki bir yer kastedilmiştir. Dolayısıyla bunu müfred okumak daha hususî olur ve kastedilen manaya daha çok delâlet eder." Cühderî ise bunu, ("Kuyunun gaybında)" şeklinde okumuştur. İkinci Mesele Dilciler şöyle demişlerdir: Geyâbe "bir şeyi saklayıp gizleyen her şeye" denir. O halde, kuyunun gayâbeti, onun derinliği, bakanın gözüne görünmeyen, en aşağıdaki en yeridir. Cübb ise, kenarları yapılmamış kuyu demektir. Böyle kuyuya, cübb eşilme dışında, yapılma ve benzeri bir şey olmamıştır. Onu kuyunun en karanlık kımseningöremeyeceği bir yerine atılmasına işaret eden bir kimseye delâlet etsin diye, denilmiştir. Binâenaleyh geyâbe sözünün zikredilmesi onayı ifade etmiştir. Çünkü Yûsuf ile ona bakacaklar arasına hiçbir engelin giremeyeceği kuyunun herhangi bir yerine atılması da ihtimal dahilinde idi. Üçüncü Mesele Cübb kelimesinin başındaki elif lâm, bu kuyunun daha önce bahsi geçmiş -malûm- bir kuyu olmasını gerektirir. Bu sebeple âlimler, bu kuyunun neresi olduğu hususunda 'etmişlerdir. Katâde, "bunun Beyt-i Makdis Kuyusu olduğunu" söyler; Vehb, bunun "Ürdün arazisinde bir kuyu" olduğunu söylemiş. Mukâtil de, "bu kuyunun, Ya'kûb'un evine üç fersah uzaklıkta bir yerde olduğunu" söylemiştir. Onlar ileri sürdükleri, "Bir yolcu kafilesinden biri onu alsın " şeklindeki sebepten ötürü de, bu belirlemişlerdir. Çünkü o kuyu, bilinip tanınıyordu. Çoğu kez oraya yolcular uğrarlardı. Yine o kuyuya atılanın, kurtarılma ihtimalinin fazla olduğu biliniyordu, yolcular, oradan geçerken kuyuya gelecekler, kuyuya gelince de, içindeki o görecekler, görünce de onu çıkarıp götüreceklerdi. Dolayısıyla onun o kuyuya ölme ihtimalini azaltıyordu. Dördüncü Mesele İltikat, yolda bırşey bulup almak demektir. Lukata ve lakit (yitik) kelimeleri de bundandır. Hasan el-Basrî manadan ötürü, bu kelimeyi tâ ile teltekıthu şeklinde okumuştur. (Bir kafile) de "Seyyare" (kafile)dir. (Yani bu kelime müennestir, için fiili müennes getirmiştir.) Seyyare, yolculukta birlikte giden kafile demektir. Abbas: "Allahü teâlâ böyle buyurmakla oradan geçecekleri kastetmiştir" demiştir. Ayetteki "Eğer mutlaka yapacaksanız (bari böyle yapın)" sezinde, onların bu işi yapmamalarının daha evlâ olduğuna, ama eğer bu illâ yapılacak ise, hiç olmazsa bu kadarla yetinilmesi gerektiğine bir işaret vardır. Bunun bir benzeri de, Hak teâlâ'nın, "Eğer herhangi bir ceza ile mukabele edecek olursanız, ancak size reva görülen ukubetin misillemesiyle ceza yapın... "(Nahl, 126) ayetidir. Bu, "Evlâ olan, sizin bunu hiç yapmamanızdır, ama (...)" demektir. Hazret-i Yakub'un Baştan Bert Endişeli Olması |
﴾ 10 ﴿