52

"(Hükümdar) dedi ki: "Onu bana getirin." Bunun üzerine ona haberci gelince, "Rabbine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor. Şüphe yok ki benim Rabbim onların fendini hakkıyla bilicidir" dedi. (Hükümdar o kadınları toplayıp onlara): "Yûsuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman ne halde idiniz?" dedi. (Kadınlar): "Haşa, Allah için biz onda hiçbir fenalık görüp bilmedik" dediler. Aziz'in karısı da şöyle dedi: "Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O, hiç Şüphesiz doğru söyleyenlerdendir." (Yûsuf da dedi ki:) "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyete erdirmeyeceğini bilmesi içindi".

Bil ki şarap sakisi padişaha gelip, Yûsuf (aleyhisselâm)'un yaptığı rüya tabirini arzedince, padişah bunu çok beğendi ve "Onu bana getirin" dedi. İşte bu, ilmin üstünlüğüne delalet eder. Çünkü Hak teâlâ, Hazret-i Yûsuf'un ilmini, onu dünyevi sıkıntılardan kurtaracak bir sebeb kılmıştır. Binâenaleyh bu ilim, nasıl olur da, uhrevi sıkıntılardan kurtarıcı bir sebeb olamaz? Bunun üzerine saki, Hazret-i Yûsuf'un yanına döndü ve padışahın davetine icabet et" dedi. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) da aleyhindeki töhmet tamamen kalkıp, suçsuzluğu açıklığa kavuşuncaya kadar hapishaneden çıkmamakta diretti.

Hazret-i Peygamberin Hazret-i Yûsuf'u Sena Etmesi

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den: "Allah kendisini affetsin, Hazret-i Yûsuf'a, o zayıf ve semiz inekler sorulduğunda, ona, onun keremine ve sabrına şaşarım. Onun yerinde zinaydım, beni hapishaneden çıkarmalarını şart koşmadıkça, onlara o rüyayı tabir etmezdim. Yine haberci kendisine gelip haberciye, "Rabbine (efendine) dön " dediği zamanki durumuna da hayret ederim. Ben onun yerinde olsaydım, hapishanede bunca yıl bekledikten sonra, hemen bunu kabul eder, derhal kapıya koşar ve mazur olup olmadığımın ortaya çıkmasını beklemezdim. Çünkü o, halim ve teennili bir zat idi" Kenzu'l-Ummal, 11/32410. hadis. buyurduğu rivayet edilmiştir.

Hazret-i Yûsuf'un Uyguladığı İhtiyat

Bil ki Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) 'un gösterdiği sabır ve padişahın, Yûsuf (aleyhisselâm)'un durumundan haberdar olması için beklemesi, akıllı ve kararlı kimseye yakışan bir hareket tarzıdır. Bunun böyle olduğunu birkaç yönden izah edebiliriz:

1) Eğer Yûsuf (aleyhisselâm), o anda çıksaydı, belki de padişahın kalbinde o töhmete dâir bir iz kalacaktı. Ama Hazret-i Yûsuf, padişahtan o hadisenin hakikatini araştırmasını taleb edince, bu onun o töhmetten uzak ve temiz olduğuna delâlet etmiştir. Binâenaleyh; hapisten çıktıktan sonra, hiç kimse o rezilliği ona bulaştıramaz ve bunu kullanarak Hazret-i Yûsuf'u tenkid edemez.

2) Hapishanede oniki yıl kadar kalmış olan bir insanı padişah isteyip, hapisten çıkarılmasını emrettiğinde, ondan beklenen ilk şey, onun hemen çıkmaya can atmasıdır. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) böyle bir hareket tarzına girmeyince, onun son derece akıllı, sabırlı ve kararlı olduğu anlaşılmış oldu ki, bu tarz hareketi de, onun her türlü töhmetten uzak olduğuna inanılmasına ve hakkında söylenen her şeyin bir yalan, bir iftira olduğuna hükmedilmesine bir sebeb olmuştur.

3) Hazret-i Yûsuf'un, padişahdan, kendi durumunu o Mısırlı kadınlardan sorup öğrenmesini istemesi de, onun son derece temiz ve namuslu olduğuna delalet eder. Çünkü o, az veya çok böyle birşeye bulaşmış olsaydı, daha önce geçen şeylerin hatırlanmasından endişe ederdi,

4) O, sakiye, "Beni, Rabbinin (efendinin) yanında an " dediği için (ilahi bir ceza olarak), hapiste yıllarca kalmıştı. İşte burada da, padişah kendisini isteyince, ona iltifat etmemiş, bu isteğini umursamamış; ancak o, töhmetten uzak olduğunun ortaya çıkarılması ile uğraşmıştır. Belki de onun bu tarz hareketten maksadı, kalbinde, padişahın kendisini kabul etmesine veya redetmesine karşı hiçbir iltifatın kalmadığını ortaya koymaktır. Binâenaleyh onun bu hareketi, âdeta, "Efendine benden bahset" sözündeki kusuru telafi etme gibidir. O, bunu, o sakiye hatırlatmak için de yapmıştır. Çünkü her iki durumda da, aracı ve haberci olan o saki idi.

Onun "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor?" sözü ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

İbn Kesir ve Kisâi, fiili hemzesiz olarak, (......) şeklinde; diğer kıraat imamları ise, hemzeli olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Ebu Bekr'in rivayetine göre Asım, ismi, nun'un zammesi ile, nüsve şeklinde okurken, diğer kıraat imamları nûn'un kesresi ile nisve şeklinde okumuşlardır. Bu ikisi de, kullanılan birer lehçedir.

Bil ki bu ayette bir çok incelikler vardır:

a) Ayetin manası şöyledir: "Benim o töhmetten uzak olduğumu anlayabilmesi için, padişahtan, o Mısırlı kadınların durumunu araştırmasını iste" dedi. Fakat Yûsuf (aleyhisselâm), lafız padişahın bizzat bu işi yapması manasına gelmesin diye, padişahtan o hadiseyi araştırmayı istemekle yetinmiştir.

b) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), kendisinin uzun bir müddet hapse atılması için gayret gösteren esasında azizin karısı olduğu halde, ondan bahsetmemiş, "(Mısırlı) kadınlar" ifadesini kullanmıştır.

c) Yûsuf'a, padişahın yanında o kötü işi isnad edenlerin o kadınlar olduğu açıktır. Buna rağmen Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), sırf "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi" ifadesi ile yetinmiş ve onlardan tafsilatlı olarak, belli bir şekilde şikayet etmemiştir.

Yûsuf Hakkında Kadınların Tuzağı

Daha sonra "Şüphe yok ki benim Rabbim onların fendini hakkıyla bilicidir" buyurmuştur. Bununla şu iki mana kastedilmiş olabilir:

a) Buradaki "Rabbim" sözü ile, Allahü teâlâ'yı kastetmiştir. Çünkü Allah, bütün gizli saklı şeyleri bilir.

b)Bu söz ile, vezir kastedilmiştir. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), o vezir kendisini eğitip büyüttüğü için, (mürebbim manasında) ona, "Rabbim" demiştir. Bu ifâdede bu manaya göre, padişahın o kadınların hile ve tuzaklarından haberdar olduğuna bir işaret vardır.

Bil ki o kadınların, Hazret-i Yûsuf'a tuzakları şöyle olmuş olabilir:

a) Onlardan her biri, çoğu kez, Hazret-i Yûsuf'a arzu duymuşlardır. Binâenaleyh hiçbiri gayesine ulaşamayınca, onu tenkid etmeye ve ona kötü şeyler isnad etmeye başlamışlardır.

b) Belki de onların her biri, Yûsuf'u, sahibesi olan o kadının isteğine uyması hususunda arzulandırmaya çokça uğraşmışlardır. Hazret-i Yûsuf ise, kendisine iyilikte bulunmuş olan efendisine karşı böylesi hıyanetin doğru olmayacağını düşünüyordu. İşte "Şüphe yok ki benim Rabbim onların fendini hakkıyla bilicidir" ifadesi ile, kadınların, Yûsuf'u bu hıyanete ne denlü teşvik ettiklerine işaret etmiştir.

c) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)' u hükümdar yanında kötü göstermek hususunda, hükümdar, o kadınlardan çeşitli hile ve tuzaklar tesbit etmişti. İşte Hazret-i Yûsuf, bu ifadesiyle onu kastetmiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak Yûsuf (aleyhisselâm)' un bunu istediğinde, padişahın o kadınların toplanmasını emrettiğini ve onlara, "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman ne halde idiniz?" dediğini nakletmiştir. Bunun iki zanı vardır;

a) Bu ifade, cemi sîgasıyla getirilmiş ise de, bununla müfred sîga (mana) kastedilmiştir. Bu tıpkı "Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar (yani o insan) kendilerine..."(al-i imran, 173) ayetinde olduğu gibidir.

b) Bununla, "cemî" mana kastedilmiştir. Buna göre de şu iki izah yapılabilir:

1) Onlardan her biri, Yûsuf'un kendisinden murad almak istemişti.

2) Onlardan herbiri, vezirin karısından dolayı, Yûsuf'dan murad almak istemişti. Ayetin lafzı, bütün bu manalara gelebilir. İşte tam o esnada, bu istek üzerine, "onlar, "Haşa, Allah için biz ondan hiçbir fenalık görüp bilmedik" dediler"; bu ifade, onların, tâa işin başında Hazret-i Yûsuf için söyledikleri "Sübhanellah! Bu bir beşer değil" şeklindeki sözlerini adetâ bir te'kid gibidir.

Vezirin Karısının Suçunu İtirafı

Bil ki vezirin karısı da, orada bulunan kadınlardan idi ve o bütün bu münakaşaların ve soruşturmaların kendisi yüzünden olduğunu biliyordu. Artık sır perdesini kaldırarak doğruyu açıkça ifâde edip şimdi hak meydana çıktı! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. O, hiç şüphesiz doğruyu söyleyenlerdendir" dedi. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu, o kadının, Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un her türlü günahtan ve kusurdan uzak olduğu hususunda kesin ve açık bir şahidliğidir. Burada şöyle bir incelik vardır: Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi" diyerek Azizin karısını nazar-ı dikkate almış, o kadının kendisinden bizzat bahsetmeden, Mısırlı kadınları söz konusu etmiştir. Böylece o kadın, Yûsuf'un, kendisinin hakkını gözetip, haysiyetini ayaklar altına vermeyip, işi örtülü bırakmak istediği için, kendisinden açıkça bahsetmediğini anlamıştır. Dolayısıyla Yûsuf'u bu güzel ve ince hareketinden ötürü mükafaatlandırmak istemiş, bu sebeple perdeleri kaldırmış ve bütün suçun kendisinde olduğunu, Hazret-i Yûsuf'un ise herşeyden beri olduğunu itiraf etmiştir. Bir kitapta şöyle bir hadise okumuştum: Bir kadın kocasını hakimin huzuruna çıkartıp, kocasında mihir alacağı olduğunu iddia etmiş. Bunun üzerine hâkim, şahidlerin şahidlik edebilmeleri için, kadının yüzünü açmasını emretmiş. Kadının kocası bunun üzerine, "Buna hacet yok. Çünkü onun iddiasında haklı olduğunu kabul ediyorum" deyince, kadın da: "Sen bana böylesine ikram (ve incelik) gösterdiğine göre, herkes şâhid olsun ki ben de, üzerinde olan bütün haklarımı bağışladım" demiştir.

İkinci Mesele

Dilciler, (......) tabirinin, "Hak ortaya çıktı, gerçek zahir oldu ve kesin olarak anlaşıldı" manasına geldiğini söylemişlerdir. Bu, Arapların, "Deve bir yere çöküp iyice yerleşti" manasında söyledikleri deyiminden alınmıştır. Zeccâc ise, bunun "hisse" manasındaki kelimeden iştikak ettiğini ve Arapça'da darb-ı mesel olarak Hak pay (taraf), batıl paydan (taraftan) ayrıldı" denildiğini söylemiştir.

Üçüncü Mesele

Alimler, "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi (....) bilmesi içindir" sözünün kime âit olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu hususta birtakım görüşler vardır:

Birinci Görüş: Ekseri âlimlerin görüşüne göre, bu Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un sözüdür. Ferrâ şöyle demiştir: "Hakkında karine (ipucu) bulunduğu zaman, bir insanın sözünün peşine bir başkasının sözünün getirilmesinde bir sakınca yoktur. Bunun misali, Hak teâlâ'nın "Şüphesiz ki hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasını perişan ederler. Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar" (Neml. 34) ayetidir. Bu söz, Belkîs'e aittir. Bunun peşinden Cenâb-ı Hak, "Bunlar da böyle yapacaklardır" buyurmuştur. Yine bunun bir diğer misali şu ayettir: "Ey Rabbimiz, muhakkak ki sen, hiç şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak olansın. Şüphesiz Allah sözünden caymaz" (Âl-i İmran, 9). Buradaki birinci cümle, duâ edenlere aittir, ikincisi Allah'ın sözüdür. Bu görüşle ilgili, birkaç soru vardır:

Birinci Soru: Zâlike (Bu, o) kelimesi ile, gaib olana işaret edilir. Burada ise, mevcut ve hazır olan hadiseye işaret edilmiştir?

Cevap: Biz bunu (Bakara, 2) ayetinin tefsirinde cevaplamıştık. Bu işaret zamirinin, Hazret-i Yûsuf'un, "haberciyi geri göndermesi" işine bir işaret olduğu da söylenmiştir. Buna göre, Hazret-i Yûsuf sanki, "Haberciyi geri gönderme işim, padişahın, gıyabında ona hainlik etmediğini bilmesi içindir" demiştir.

İkinci Soru: Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) bu sözü ne zaman söylemiştir?

Cevap: Atâ, İbn Abbas(radıyallahü anh)'ın "Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) padişahın yanına girince, "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir" demiştir. Hazret-i Yûsuf bu sözü Dadişahın şanının yüceliğini göstermek için (ona diye) gâib sîgasıyla söylemiştir" rediğini rivayet etmiştir. Halbuki daha uygunu, Hazret-i Yûsuf'un bu sözü, haberci kendisine tekrar geldiğinde söylemiş olmasıdır. Çünkü padişahın huzurunda böyle sez söylenmesi, âdaba aykırıdır.

Üçüncü Soru: Bu hainlik, azize karşı söz konusudur. O halde Hazret-i Yûsuf niçin, "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir" demiştir?

Cevap: Bundan muradın, "Azize gıyabında hainlik etmediğimi padişahın bilmesi içindir" manasında olduğu söylendiği gibi, "Bir kimse, padişahın vezirine hainlik, bazı bakımlardan sanki bizzat padişaha hainlik etmiş gibi olur" manasında ileri sürülmüştür. Yine bunun, "saki Hazret-i Yûsuf hapiste iken onun yanına vardığında, Yûsuf (aleyhisselâm): "Bu, Aziz'in gıyabında kendisine hainlik etmediğimi bilmesi içindir" demiştir" manasında olduğu da söylenmiştir. Daha sonra Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) sözünü, "Ve Allah'ın hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete erdirmeyeceğini içindir" diye tamamlamıştır. Belki de bu, "Eğer ben hâin olsaydım, Allah beni düştüğüm durumdan kurtarmazdı. O beni, bundan kurtardığına göre, benim onların ima ettiği şeylerden uzak olduğum ortaya çıkmıştır" manasınadır.

İkinci Görüş: Bu ifade, azizin karısına âit olup, ayetin manası "O, her nekadar . ben onun üstüne suçu attıysam da, o burada değil iken, onun üzerine suçu atamam" şeklinde olur ki bu, "O, hapiste iken onun hakkında doğrunun dışında birşey söyleyemem" demektir. Daha sonra o kadın, gerçeği iyice te'kit etmek Allah da, hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete erdirmez" demiştir. Bu, "Ben, böyle bir tuzak ve hileye teşebbüs edince, rezil ve rüsvay oldum. Yûsuf ise, bu günahtan uzak ve temiz olduğu için, haliyle, Allahü teâlâ, onun bundan ben ortaya çıkardı" demektir. Bu görüşte olanlar şöyle derler: "Bunun delili şudur:" Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) o mecliste, kadın "Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O sadıklardandır" deyinceye kadar yoktu. Binâenaleyh bu esnada Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir" diyebilmesi için, Hazret-i Yûsuf'un o mecliste bulunmayıp, aksine bu hususta habercinin o meclisten tekrar hapishaneye yanına gelmesine ve bu sözü kendisine nakletmesine ihtiyaç duyulur. Buna göre, daha sonra Yûsuf (aleyhisselâm), yeni bir söz olarak, "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir" demiş olmalıdır. Halbuki bu iki farklı sözün arasında, böyle bir ilgi, ne nesirde, ne de şiirde bulunmaz. Binâenaleyh biz bunun da, kadının sözü cümlesinden olduğunu ânlarız.

Dördüncü Mesele

Hazret-i Yûsuf'un Masum Olduğuna Bu Ayetin Delaleti

Bu ayet, Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un o günahtan beri ve uzak olduğuna, pek çok yönden delildir:

a) Padişah, ona haberci gönderip, onu yanına istediğinde, eğer Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), o kötü fiilin töhmeti altında olmuş olsa ve gerçekten kendisinden bir suç sâdır olmuş, o fuhşu yapmış olsaydı, örf ve âdet itibariyle, Yûsuf'un, hükümdardan o hadiseyi tahkik ettirme talebinde bulunması imkansız olurdu. Zira bu, onun, kendi kendisini rüsvay etmesi, gizli ve küllenmiş, unutulmuş ayıplarını yenilemesi olurdu. Halbuki, aklı olan, böyle bir şey yapmaz. Farzet ki, bazıları Hazret-i Yûsuf'un masumluğu veya nübüvveti hususunda şüphe etsinler. Fakat onun akıllı olduğunda şüphe eden çıkmamıştır. Akıllı olanın da, kendi kendisini rezil-ü rüsvay etmek ve düşmanlarını, ayıp ve kusurunu iyice ortaya çıkarmaya sevketmeye gayret göstermesi imkansızdır.

b) Mısırlı kadınlar, tâ baştan "Hâşâ, Sübhanellah!. Bu, bir beşer değil. Bu, çok şerefli bir melekten başka birşey değil" (Yûsuf, 31) diyerek, onun temiz ve nezih olduğuna şehâdet etmişlerdi. Bu defa da, "Hâşâ, Allah için, biz onda hiçbir fenalık görüp bilmedik" diyerek, onun lehine şâhidlik etmişlerdir.

c) Azizin karısı da, "Andederim, onun nefsinden murad almak istedim de o namuskârlık gösterdi" (Yûsuf, 32) diyerek, tâ ilk başta; ikinci olarak da bu ayette onun namuslu olduğunu beyan etmiştir.

Bil ki bu ayet, Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un temiz olduğunu birkaç bakımdan göstermektedir:

1) Kadın "Ben, onun nefsinden murad almak istedim" demiştir.

2) Kadın, "O, hiç şüphesiz doğru söyleyenlerdendir" demiştir. Bu, Hazret-i Yusuf'un, "O, kendisi benden murad almak istedi" (yûsuf, 26) şeklindeki sözünde doğru söylediğine işarettir.

3) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), "Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi (...) bilmesi içindir" demiştir. "Haşviyye", "Yûsuf (aleyhisselâm) bu sözü söyleyince, Cebrail (aleyhisselâm)'in ona, "Bu işe iyice kastedip, niyetlendiğinde de mi?" dediğini rivayet etmişlerdir. Bu, onların o pis rivayetlerindendir. Bu rivayet itimad edilen hiçbir kitapta doğrulanmamıştır. Bilakis onlar Kur'ân'ın zahirî manasını tahrif etmek çabasıyla bunu uydurup araya sokuşturmuşlardır.

4) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), "Allah, hainlik edenlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyete erdirmez" demiştir. Bu "Hainlik edenler, mutlaka rezil-ü rüsvay edilirler. Eğer ben hâin olsaydım, benim de Allah tarafından rezil rüsvay edilmem gerekirdi. Rüsvay edilmediğime ve Allah beni bu düştüğüm durumdan kurtardığına göre, evet bütün bunlar, benim hâinlerden olmadığıma delalet eder" demektir.

Burada, hepsinden daha güçlü, şöyle değişik bir izah daha yapılabilir: Bu vakitte, o hadise tamamen bitip gitmiş, o sıkıntı sona ermişti. Dolayısıyla Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un, kendisinin böyle büyük bir hıyanette bulunduğunu bile bile, "Bu, onun benim hıyanet etmediğimi bilmesi içindir" diyebilmesi, faydasız yere yapılmış en büyük bir utanmazlığa ve yalana yönelmek olmuş olur. Binâenaleyh boş yere, böylesi yüzsüzlüğe yönelmek hiçbir akıllıya yakışmaz. O halde, akıllıların efendisi ve asfiyanın (seçkin kimselerin) imamı ve önderi olan bir kimseye isnad edilmesi nasıl uygun düşebilir? Böylece, bu ayetin cahillerin ve Haşviyye'nin, Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm) hakkında söyledikleri sözlerden onun uzak ve berî olduğuna delâlet ettiği sabit olur.

Kişi Nefsini Temize Çıkarmamalıdır

52 ﴿